Hayalimi genişletti, hafızamı güçlendirdi bu kitap. İnsan hafızasındaki bakiye, koşullara göre değişiyor. Kalan'dan esinlenmek....
1971-72 akademik yılında, Boğaziçi Üniversitesi Robert Kolej adını bıraktığında, ben de orada Kimya Mühendisliği (!) Bölümünde öğrenci olduğumda Leyla Erbil'in Bir Tuhaf Kadın adlı kitabını orta kantinde okumuştum, "bir tuhaf roman" diye diye.
Cinselliği abarttığını düşünmüştüm o zaman. Ama aklımda da kaldı, özgün bir anlatım.
"Kalan"da ise sadece aklımda kalanlar canlanmadı, kalmayanlar da çıktı birer birer.
Anlatım "çoğul iç"in (inner plural) anlatımı; çoğul anımsama, çoğul hatırlatma yollu bir öz "sökülmesi". İmla kurallarına uymayan ya da farklı kural yaratan, düz yazı, blok yazı, şiir görüntülü sıçramalı yazı, ve italikli yüzleşme...
Bu italikli kısımların bazısı aşırı "gerçekçi" bir sıkıcılık duygusu da verdi yer yer.
Ama çok enstrumanlı, çok melodili veya çok melodisiz caz (!) eden bir caz (Hilmi Yavuz olsa hemen "hicaz" derdi. Kimbilir hangi derinliklerdedir Hilmi'nin zihni).
Neyse, hummalı bir hafıza yoklaması yaptırtıyor Leyla Erbil; etkilenmemek elde değil.
Düzen arayışı hiç yok; özgürlük arayışı var ama gücünü yitirmiş, italik müdahaleleri bunu vurguluyor.
Annemi çok özletti annesini ayrıntılı anlattığı sayfalar.
İlkokulda Arnavutköy'deydik, ev sahibemiz Sultana Hürmüz, oğlu Lambo (Haralambos) yaşıtımdı, bir de az küçüğü Niça (Eleni) vardı. Üç dört yıl birlikteydik ve çok yakındık.
Bir Sultana daha vardı -komşu o da- anneme yardım etmeye geliyordu; yoksuldu ve yastaydı, simsiyah giyinirdi.
"Nasılsın" dendiğinde daima," iyi diyelim, iyi olalım," cevabını vermeyi ondan öğrendim ve hala kullanıyorum.
Yan karşımızda üç katlı kocaman beyaz ahşap ev vardı. Ön cephemiz Eğlence Sokaktı; artık böyle güzel sokak adlarına pek rastlamıyorum.
Yan komşumuz Madam Mari, ağabeyi "zengin" bir Ermeni esnaf. Yeğeni Bedi Ziver, sonra kimya laboratuarında hocam oldu, Boğaziçi üniversitesinde.
Ömrümde ilk kez gördüğüm parlak kırmızı, mavi, yeşil, sarı yaldızla kaplı sopalı şemsiye çikolataları bana Madam Mari verirdi.
Çok zengin olduklarını sanıyordum ama bu halleri 6-7 Eylül tahribatından sonra toparlanmış halleriymiş.
Daha sonra evlerinde büyük bir yangın çıktı, alevleri bizim eve sıçradı, camımız bile patladı. Madam Mariler evlerini çok zor onardılar. O sıralarda anneme anlattıklarından 6-7 Eylül hakkında bilgilendim biraz,
1959-60 olmalı, üçüncü sınıftaydım. Onlar taşındılar. Büyüdüğümde Tünel'de arayıp buldum evlerini, ama artık yoktular, bir tek Bedi Ziver vardı.
1962 yılında Bebeğe taşındığımızda tramvayla Robert Kolej'e gidip gelirken "vatandaş Türkçe konuş" lafını ilk kez duydum. Tramvayda Rum komşularımız vardı, utandım.
Milliyetçiliği 1964 yılındaki "ya taksim, ya ölüm!" mitinginin konuşmaları ile anlar gibi oldum. Aslında şirretliği sezdim sadece.
Bir yandan da derhal Makarios karikatürü yaptım. Uzun beyaz donla "evreka, evreka" diye adada tur atarken. İlk ve son karikatürüm Kıbrıs'a aitmiş!
16 yaşındaydım, arkadaşlarımdan biri aniden hastalandı. Alin Melikyan Bebek'teki evimize gelip giderdi. Uzun boylu, iri yarı, parlak siyah düz uzun saçlı, küt kahküllü hoş bir kızdı.
Hastalanınca Harbiye'deki evine gittim ziyarete. Annesi doktordu. Alin yatakta yatıyordu, kan kanseriymiş. Bir ay içinde öldü. Çok ama çok üzüldüm.
Üç Horon Kilisesini öyle tanıdım, beyaz tül örtülü cenazenin başında ağlarken.
Robert Kolej'e girdiğimden beri, yani 12 yaşımdan beri Yahudi öğrencilerle beraberdim. Eylül - Ekim aylarındaki oruç bayramlarında (Yom Kippur) okul tatil olurdu, ordan biliyorum.
Aileleri ve kendileri ile yakınlaşmam 17-18 yaşlarımda lisedeyken oldu.
Şeyla Benhabib en yakın arkadaşlarımdandı, evlerinde kalırdım, Teşvikiye bana farklı gelirdi; tam anlamıyla Boğaz balık havasındaydım.
Yıllar sonra kolej yıllığına baktığımda bizim sınıftaki 75 öğrencinin 25'inin Yahudi olduğunu gördüm.
Kürtler hep "bizdendi", adı, dili gizli! Hepsiyle birlikte var oldum. "'Onlar' ötekiler! Bizim ötekilerimiz. Ötekilerin bizi kimdir? " (s. 171) Onur, adalet, eşitlik başlıca değerlerim oluyordu.
Marksist yetişkinlik başlamıştı.
Kalan bunlar değil sadece, Kalan (kaldığı kadarıyla) İstanbul, Kalan hukuksuzluk, Kalan faili meçhul olanlar, Kalan annelik, ablalık, erkeklik, babalık, üvey babalık,
Kalan aynalı pasaj, Kalan kesilip erkek kardeşe çorba yapılan tavuk İshak, Kalan Silvana Mangano, Marilyn Monroe ve Kalan "İyiyle kötüye karar vermiş otoritenin yarattığı kahraman gölgeleri" (s 51)
***
Son verilen mektuplar beklemeden gelmiş. Fransa, Yunanistan ve İtalya mektupları bir haftada ulaşmış ama aralarında iki haftalık İstanbullar da vardı.
Pazar günü yazıyorum, sakin oluyor Pazarları, demir mazgal pek açılıp kapanmıyor. Ancak kantin malzemelerini Pazartesi aldığımızdan bazı şeyler de bitmiş oluyor.
Alıştım bu duruma, sigarayı ve kahveyi ona göre ayarlıyorum... (BE/BA)
* Leyla Erbil, Kalan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ekim 2011, 252 sayfa