Alain Badiou'nun şu anda maalesef adını hatırlayamadığım ancak yasa ve devletin bağımsızlığını ele alan/deşifre eden bir eserini okumuştum. İnsanı spekülatif bir alana sürükleme kapasitesi ile zihin açıklığına, yaratıcılığa sevk etme kapasitesi aynı derecede güçlü.
Felsefeyi bir gece faaliyeti, karanlık içinde ışık arama olarak görüyor ve felsefenin koşullarını bilim, politika, sanat ve aşk olarak sıralıyor.
İşte bu koşullar arasında "sistematik" olmayan bir bağlantıyı sürekli kurabilmek, yeniden kurgulayabilmek de bu düşünce ve yaşama ipini "yaratıcı tekrar" diye anmasına yol açıyor.
Gelenek tekrarlanan tecrübe olarak da anılır. Badiou'ya göre felsefe ise "yaratıcı tekrar" oluyor. Bu durumda gelenekle karışık bir konuma düşen siyasal kültür ile felsefe farklı çözümleme yöntemleri izliyor. Sanki bir özgür sesleniş sanki bir "mantıksal başkaldırı" Badiou'nun deyişiyle...
Adalet'in politik alanda hakikatin felsefi adı olduğunu savunan Badiou adalet ve özgürlük arasındaki tezatı anlamlandırırken eşitliğin, bireysel özgürlüklerin çok üzerinde bir değer olduğunu vurguluyor.
Felsefe ve politika arasındaki gizemli ilişki bağını şöyle özümsüyor:
* "Felsefe demokratik bir etkinliktir" ve meşruluğu kendinden menkuldür.
* "Filozoflar parlamenter devletin ve fikir özgürlüğünün oy birliği ile övülen iyiliklerini genellikle tanımazlar. Hatta demokrasi felsefenin öncesindeki bir zorunluluk ve sonrasındaki bir güçlüktür."(s 38)
Bu ilk bölümüm sonunda gizemli ilişkiyi şu özet cümleyle sonlandırıyor: "Politika, demokrasi ve felsefe, o halde, politikanın bağımsızlığının, felsefenin demokratik koşulunun dönüşüme uğradığı [bir] yer yaratmasıdır." (s 52)
Sonraki kısa bölümde "asker figürü"nü ele alıyor ve günümüzün en önemli sorununun, "savaş'ın ötesinde bir kahramanlık figürü yaratmak" olduğunu, ne asker ne de [önceki] savaşçı figürü olmadığını vurguluyor.
Bu noktada kahramanlık kavramının aslında sade bir fedakarlık olduğunu anlıyoruz. Karmaşıklığın bağlantı noktalarını yakalama fedakarlığı.
Son kısa bölüm "politika"da ise bu hakikat alanını, yasa ile arzunun karşıtlığını belirterek onun ötesinde görmesi, Badiou'nun yaratıcılığa sevkeden noktada "klasik" filozofları sarsan yanıdır.
Ona göre fiili durumla (günün siyaseti) yasanın ötesinde bir araştırma olarak arzu fikri, yeni bir kompozisyonu (edebi ya da adaplı bileşen) geliştirme fikri, aslında, daha önce yazılmış ama benim daha sonra okuduğum eseridir.
Komünist Hipotez kitapçığında ise politika ve felsefe arasında kurduğu bu gizemli ilşkiyi üç önemli tarihsel hareket üzerinden açıkladığına kanaat getirdim.
Bu eserin yazılış tarihi 2009, oysa Felsefe ile Politika Arasındaki Gizemli İlişki adlı buradaki birinci kitap 2010'da vermiş olduğu üç konferansın 2011'de yayınlanan hali.
Öncekini tesadüfen sonradan okumuş olmam da Badiou'nun yaklaşımıyla uyumlu görünüyor: "Yaratıcı terkar" ların kaynağına hareket ederken sonuncudan (1968) başlayarak birinciye (1871) ulaşıyor. Ulaştığı nokta ise sadece ve sadece yeni önermeler aşamasına götürüyor. Her düşünme pratiğinin sonu bir önerme, süreçlenen bir başlangıç.
Toplumsal hareketlere, "sol" partileri, "komünist" partileri, iktidarları, devletleri ve halkların, fikirlerin devlet dışı varoluşlarını, örgütlenme yaratıcılığını yeniden düşünmek için gerçekten de canlandıran bir etki yaratıyor benim ikinci olarak okuduğum önceki kitabı.... Hipotez. [1970'lerde, 1980'lerde ancak böyle yazabilirdim kitabın adını. Şimdi daha derin bir paslı demir var yazılana, ifadelere yakın bir yerlerde].
Devlet dişi varoluşların işçi sınıfı egemenliğini ve parti-devlet haline dönüşümünü konservatizmin, liberalizmin dayanabilme mekanizmaları olarak açıklarken bir başka yanına da bakıyor değişimci varoluşların...
Halk hareketlerinin başlangıçlarının ve bitişlerinin, hatta "yenilgi"lerinin bir önermeye/hipoteze dönüşebileceğine dikkat çeken Badiou en çok bu noktada düşündürüyor.
Dağınık, karmaşık, farklı canlılıkların sürekli engellenen bağlantıları nasıl ve hangi engellenemeyen bağlantılarla örülür?
Her iki kitapta da sık sık geri dönmek zorunda kaldığınız ve belki de hergün sorunlara yaklaşırken sorduğunuz bu soruları üç toplumsal hareket üzerinden değerlendiriyor.
Önce Mayıs 1968 Fransa öğrenci hareketi, sonra Çin kültür Devriminin özellikle 1966-67 arasındaki dönemi ve son olarak da 1871 Paris Komünü.
Bu tarihsel simgeler üzerinden olgunlaşıyor sorunun olası cevapları veya bir önermeye atılım anı. Badiou siyaset ve siyaset felsefesi arasındaki bağı veya kopukluğu bu üç tarihsel başlangıca işaret ederek şöyle açıklıyor, "politik başarısızlığın bir hakikat inşasının positif evrenselliğiyle içiçe geçen bir ders niteliğinde oluşu".
Bu değerlendirmeyi özellikle de intikam duygusu yaratmadan gelişebilecek bir kurgu haline getirmek arzu ediliyor.
Bana en çok yakın duran görüşlerinden biri insanları kategorize etmeyen, sınıflandırmayan farklı kriterli çeşitlilikleri birarada hareketlendirenin ne olduğunu aramasıdır (s 53-59).
"Sol"u haklı olarak geride bıraktıran gerçekliğin bu aramayı hakkıyla başlatamama durumuyla ilgisi vardır. Üç klasik ideoloji (liberalizm, muhafazakarlık ve sosyalizm) bazı çok temel farklı ilkelerden hareket ettikleri halde, Badiou'nun deyimiyle "bankaları kurtarırken" birbirlerine çok yaklaşırlar ve ana ilkelerine referans yaptıkça parti-devlet bazında çok yalan söylerler.
"Komünizm İdeasının günümüzdeki muhasebesi..., bu sözcüğün artık "Komünist Parti" ya da "komünist rejimler" de olduğu gibi sıfat olarak kullanılamıyacağını ortaya koyuyor, (s 201) çünkü "ideanın öznel işleyişi basit değil bilişik bir süreçtir".
Arzunun, yasa karşısında duruşu gibi. (BE/BA)
(1) Alain Badiou, Felsefe ile Politika Arasındaki Gizemli İlişki, çeviren: Murat Ensen, MONOKL 2011
(2) Alain Badiou, Komünist Hipotez, çeviren: Oylum Yılmaz, Encore 2011 İstanbul