Tutuklandıktan sonra ilk okuduğum kitaplardan biriydi Temize Havale (Juli Zeh -2011 Metis).
Önsözün son cümlesiyle başlamak istiyorum. "Sağlıklı olmaya uğraşmayan bir insan hastalanmaz, o zaten hastadır." (Ve hemen annemi hatırlıyorum ne denli bir disiplini vardı, sağlığını, dinamizmini korumak için.)
...
Sanki dünya hapishane olmuş! Üstüste seçtiğim kitaplar, ya suçlama, yargılama, karalama yoketmekle ilgili ya da benim dosyamda görebildiğim kadarıyla "delil"lerimle ilgili, yani ulusların kaderini tayin hakkı, özerklik, yerinden yönetim vb. ile ilgili.
Temize Havale kitabını Radikal Kitap ekinde gördüm; yazarı tanımıyordum ama nedense ilgimi çekti, ısmarlama listesine ekledim.
Sevgili Zeynep (Oral) birkaç istediğim kitabı yolladı, ve çok daha fazlasını, daha birkaç hafta geçmeden. Tam 38 kitap gönderdi, ne sevindik!
Ismarladıklarım da vardı aralarında. Can yayınları, Metis ve Cumhuriyet Kitap ağırlıklı bu paketten Juli Zen'in kitabı da çıktı. Kitabı hemen alıp, önünü arkasını okudum; Mia Hall soruşturmasının karalama ve suçlama kraşentosunun boyutunu tahmin etmem zordu.
Ama bizim Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) "operasyonu"na çok benzeyen yanları olduğunu bir sayfalık (ilk sayfa) mahkeme tutanağından anladım.
Gerçekten de suçlama ve "suçlulaşma" dürtülerinin bu kadar güçlü bir karşılıklılık içerdiğini düşünmemiştim.
Bunu çok derin ifade eden 200 sayfalık roman sürekli olarak en dipte, en güçlü, en tepede, en zayıf, en ortada en çift yüzlü olanı, yükselirken düşüşü, düşerken yükselişi bu denli güçlü yaşatan bir şey okumamıştım! (Ama belki de 39 yıl sonra gelen tutsak olma hassasiyeti...)
Ayrıca anarşizmin felsefesini de açıklayan bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Mia Hall'un, yani sanığın "yöntemdışı entrikalar çevirerek, fikri içtima kuralı uyarınca bir terör savaşı hazırlama, milli barışı tahlikeye sokma, toksik madde kullanımı ve kamu huzuru için zorunlu olan testleri kasten reddetme suçlarını işlediği... " anlaşılmış.
Mia Hall bu süreçte hasta olma hakkını kullanmak istiyor ve dolayısıyla yöntem dışı.... Hemen bu romanın arkasından Ayşecan Terzioğlu'nun "Biolojik Vatandaşlık"la ilgili makalesini okudum Neoliberalizm ve Mahremiyet adlı derlemeden.
Mia Hall bu vatandaşlığı reddediyor, ama işte bu nedenle politikleşen bir davayı tersten politikleştiriyor.
Suçlu ile suçsuzun sık sık özdeşleştiği hayatımızda (benim için Adnan Menderes'in asılmasından bu yana); hatta en "parlak konumlarda" bir dönem suçlanmış, tutuklanarak "dibe vurmuş" kişileri gormek mümkün.
Ülkemizde ve dünyada da kısmen insanlar yoyo topu gibi bir yerde bir gökte ama ne yazık ki bazılarına zıplama hakkı bile tanınmıyor.
Zıplatmama hakkı devletin "sağlığı koruma" hakkı gibi oluyor bu romanda Mia Hall için. Yine bizdeyiz; Bir yere bir göğe vurulan seçkinler hiç zıplama olanağı verilmiyenlerle bir sağa bir sola savruluyorlar. Çökertme ve şahlanma Mia Hall'un da özgürlük düğümü!
Kitabın orijinal adı Corpus Delicti (Suçlu Beden))
Bu makaleden çok şey öğrendim.
Çernobil'den sonra Adriyana Petryna tarafından ortaya atılan bu kavramın, Alman devleti adına Mia Hall'u suçlamak için nasıl kullanıldığı esas dikkat çeken bu romanda. Kitabın arka kapağında şunlar yazıyor;
"..... beden deyince suların durduğu, bedenlerin sistemce sahiplenip denetlendiği..... adaletin bir zanaat olduğu, bazı tezgahlarda el maharetiyle her seferinde tekrar dokunduğunu, uyum göstermeyenlerin temize havale edildiğini...."
Irmak Zileli- Eşik
Irmak Zileli'nin Eşik kitabını (Remzi Kitabevi) tutuklanmadan almıştım, ama evde kaldı. Kasımın ikinci haftası Bakırköy'e geldi kitap.
İlk sayfaları okurken, 39 yıl öncesine gidip, tüm tanıdıklarım, önceki tutukluluk yaşantısı ve hemen sonrası... hepsi yeniden canlandı ve bazı takıntıların hem tutuklayanlar hem de tutuklananlar açısından nasıl bir devamlılık gösterdiği beni düşündürdü.
Giderek 50-60. sayfalarda bu düşüncenin boğuculuğu bana kitabı bıraktırdı. Diğer arkadaşlara verdim ve ben Ahmet Büke'ye geçtim.
Irmak'ın Radikal Gazetesindeki kitap eleştirilerini okumuştum ve Türkçesinin çok kıvrak olduğunu biliyordum. Bir hafta sonra kaldığım yerden devam ettim kitaba.
Çok ince ayar gözlemleri var Irmak'ın ve dile cok rahat ve etkili aktarabiliyor gözlemlerini.
Eğer böyle bir aktarımı olmasaydı bu kitabı asla okuyamazdım.
Çünkü hemen hemen her karakteri tanıyordum ve tüm sekterlikleri, abartıları ve artık çok çok geride kalmış olması gereken "her şeye kadir ağabey" söylemleri... tahammül etmem zor şeyler...
Kitaptaki Eylül'ün annesi ve yengesi koğuş arkadaşlarımdı, ve Eylül'ün tüm sorgulamalarını, ben de o zaman akranları olarak yapıyordum.
O zaman en çok da "babacan abi" olmadan düşünmenin ihtiyacını duyuyordum ve özgür kadın aklının değerinin önemini az da olsa kavramaya başlamıştım.
Kitabı bitirdiğimde şu duygudan kurtaramadım kendimi: Eşik'teki küçük kız iyi ki annesinin yanında kalmış, yoksa savrulabilir ve böylesine keskin gözlemleri bu denli işlek ve verimli aktaramazdı.
Ve 39 yıl sonra benim için yeniden "tutukluluk çağları" * başladı. Bu çağ sona erer ermez Irmak'la uzun bir sohbet yapabilirim inşallah. Devamlılığı ve değişeni 20'li ve 60'lı yılların gözünden anlatırım ona. Güvenilir bir sıcaklık var Irmak Zileli'nin dilinde, hem esnek hem olgun.
*Penguen Dergisi 24 Kasım 2. sayfa (iç kapak) "Tarihle Yüzleşme" çizimi
Ahmet Büke- Ekmek ve Zeytin
Hikaye! "hikaye" hikaye; kurgu, örgü...bir ters, bir düz, iki ters bir düz, hep ters gibi değil Ahmet Büke'nin öyküleri (Can, 2011). Ritmi var, simetrisi yok; sivri, acıtıcı, ele veren, çok yakın, çok boyutlu muhalif!
"Baharda bir uzun gün" adlı öyküsünde Sema'nın kedisinin adı Fistan. İşte kitaba bağlanmamın önemli bir nedeni de bu.
Benim Fistan'ım Vanlı, hemşerileri üşüyor, yanıyor, göçüyor, çok üzgün ama sanki "takmıyor". Tam bilemem ki, görmedim onu 23 Ekim sabahından sonra. Küçükken iki metreye kadar sıçrardı, iki buçuk aydır benden uzak, 16 yaşında, paylaşma günlerimiz azaldı...ben tutukluluk çağındayım.
"Devlet Bir, Tanrı Bir" öyküsüyle başlıyor Ahmet Büke'nin kitabı.
3 Ekim 2011 tarihli öykü gerçekten yansıyor... sarsıcı... motor yağı ve kelepçe anahtarı yüzünden yanan mahkümlar...
22 lira tasarruf nedeniyle arabada kilitli kalıp yandılar. Büke'nin her öyküsü tarihli, hepsi ağır gerçekli; yakında, yerinde, uzakta ve yerinde, çalkalıyor. Hayatlar birbirine değip değip dağılıyor... Kaza! Kaza! Kaz... ka...ka...ka...a...a...az... aza; yok haza!
Sıra geldi önceki öykü kitabına: Kumrunun Gördüğü. Bu çok özgün yazım biçiminde hangi gerçekler, algılar sivrilecek; ansızın en beklenmedik noktada, hangi farklı gerçeklerle çarpışılacak? ... ne başta, ne ortada, ne sonda... sadece hissedilen anda, hissedilen yerde, hissedilen açıda veya gölgede.
Kurgu ise yaşanan kendinden, serpme KAZAlar. Bazen fazla erkeksi...olsun varsın. Olmasın!
"İki gün sonra Mayıstı" (s.57). Mayıs'ı beklemek lazım.
Oktay Uygun- Federalizm
İstanbul içinde Bakırköy, aradığım, ulaşmak istediğim bir semt olmadı hiç. Ne var ki orada bir yıl kadar çalıştım hafta sonları. İngilizce öğretmeni olarak. Üniversitede üçüncü veya dördüncü yılımdı.
İlk İngilizce sınıf dersimi orada yaptım ve ilk derse girmeden önce sanki hiç bir dil bilmiyormuşum gibi gelmişti, çok korkmuştum, ya konuşamazsam diye... Okulun adı DİLKO idi ve ben dil öğretmeyi hiç sevmedim.
Sonraki derslerin hiç birini, (Mecidiyeköy de de vermiştim) hiç ama hiç hatırlamıyorum. Dil öğrenmeyi ise çok seviyorum; yeni bilgiyi tekrar etmek, çok iyi bildiğini tekrar etmekten çok daha çekiçi ve eğlenceli.
2000 yılında St. Petersburg Devlet Üniversitesi Şarkiyat Fakültesinde beş altı ay Kafkasya ve Orta Asya üzerine ders verirken haftada beş gün üçer saat Rusça dersine gittim ve gerçekten çok güzel geçti dersler. Şimdi de Kürtçe öğrenmeye çalışıyorum.
Bakırköy'deyim! Kadın ve Çocuk Tutukevinde. 1 Kasım 2011'den beri buradayım. Önce Oktay Uygur'un Federalizm kitabını okudum, tam da okumak istediğim kitaptı.
Bir türlü edinememiştim. Bir de baktım koğuş kitaplığında var. Bu kitaptaki bazı esaslar ve ayrıntılar bugünkü yeni anayasa yapma sürecinde hizmet edecek bilgiler içeriyor.
Hem üniter, hem federal veya hem özerk, hem konfederal sistemler hakkında aydınlatıcı. Türkiye'de kimseler federalizmi bilimsel anlamda araştırmazken, siyasal yönetimlerin paylaşılan biçimlerini öğrenmek istemezken, yönetimlerin tek ve tekelli olanından farklı örnekler merak etmezken Oktay Uygur'un bu tezi/kitabı akademik bir titizlikle 1996 da yazmış olması çok önemli.
Üniter, federal ve konfederal yönetim biçimlerinin her birinin artık daha da fazla ve özgün bir biçimde merkez kaç eğilimler taşıması, bir yandan da örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nin son yıllarda merkeze kayma eğilimlerini güçlendirmeye çalışması dünyada çatışma ve savaş ortamlarının yönetim biçimlerini bazen de bozarak dönüştürdüğünü gösteriyor.
Kitap yayınlanalı 15 yıl olmuş. Şimdi merkez kaç, yani ademi merkeziyetçi eğilimler ve uygulamalar daha da yaygın ve etkin... Türkiye'nin yeni anayasasında bu gereksinimin yansıtılabilmesi için uğraş verenler arasında kitabın yazarı.
Kasım ayında iki gün boyunca kitabı koğuştaki arkadaşlara da aktardım. Hem teori hem de ülke örnekleri üzerinde durduk. Türkiye'de Siyasal Kültür, Sistem ve Kadın derslerime bu iyi bir girirş oldu.
Bir toplumda değişim üslubunun o ülkenin siyasi kültürüyle ne kadar doğrudan bağlantılı olduğunu daha açık aktarabilme fırsatı doğdu. (BE/BA)