Yeter ki sanat canlı canlı, renkli renkli, sesli sesli, biçimli biçimli var olsun her yanımızda, çınlasın yankılansın, sıçrasın dolaşsın. İnsanlarla özel bir ilişkisi olduğu belli olsun. Ne olursa olsun resim olsun, heykel olsun, karikatür olsun, müzik olsun, film olsun, tiyatro olsun… ne olursa olsun hayalle gerçek, olanla olmayan buluşsun, olacağa kapı bulsun.
* * *
Özellikle resimle ilişkim hep iyi oldu. Aslında ressam olmayı da çok istedim ama başka yöne gitti hayat. En çok resim ve seramik seviyordum, ortaokulda iken resim hocam Seniye Fenmen bende bir “istikbal” görüyordu; beni bir müddet çalıştırdı. Ama ben savruluyordum merakım çoktu, o merak bu merak derken gözlerime güvenmediğim için resim yapmadığıma inandırdım kendimi ve 36 yaşımda -bir küçük memurun anca taksitle gücü yetecek biçimde- resim satın almaya başladım. Birincisi Ömer Uluç idi, pespembe ikon dolana dolana içimi ısıtmıştı- 1986. Sonra Zeynep Perinçek, yeğenim, ilk resimlerinden Mahmut’u bana hediye etti. Mahmut onun kedisiydi ve hâlâ yaşıyor duvarda, evde. O resim gitse bir yere ben bu evde rahat oturamam- 1991.
Zaman geçti Nuran Terzioğlu’nun Ankara’daki galeriden sonra İstanbul’da Galeri Apel’de yarattığı sıcak atmosferle “hadi” dedim belki yine bir küçük resim satın alırım, “aradan 9-10 yıl geçmiş”… Bir küçük resim beni çağırdı Nurcan Giz’in sergisiydi: yazı -yaprak -yas gibi bir şeydi; beğendiğim resimden bir santim daha küçük bir benzeri daha vardı yanı başında: bu sefer siyah içi beyaz paspartu ve içinde yas içinde yazı ve yazıdan sarkan yaprak. Hangisini almalıyım diye danıştım, “ikisini birden al” dediler. Çok doğru oldu. Taksitle ikisini birden aldım. Karşımda duruyorlar. Sevgili Nuran beni çok güzel teşvik etti.
Çok sevdiğim resim hocam Seniye Fenmen’in oğlu ressam Orhan Taylan aynı zamanda en yakın arkadaşımın eşiydi, onun kırmızı damarlı devetabanı tabloları vardı, Bodrum’da görüyor ve çok seviyordum. Aslında begonvillerini daha da sevmiştim ama onlardan kalmamıştı. Beyaz büyük saksıdaki devetabanını aldım; o da tam karşımda ve nispeten büyük boyut, yeşiline kızılına bayılıyorum. (Ömer Uluç ve Orhan Taylan en büyükleri 50x70 cm gibi…)
Handan Börüteçene arkadaşımdır. İşlerini beğenirim, çok yaratıcı bulurum ama bir “dilekçe”si vardı ki sanki bana çok lazımdı; kurşundan, normal boyutunda, uzun olmayan bir zarf ve içinden fışkıran üç boyutlu damla biçiminde, ucu iyice sivrilen cam… tüm zamanlarımın dertlerini hatta gelecekte oluşacaklarla birlikte kısaca arzuhal haline getirmişti. Onu da aldım iki taksit, 2004 yılında.
Unutmamalıyım bir akrabam daha var sanatçı; diğer yeğenimin eşi Aslımay Altay 2000’li yılların ikinci yarısında ondan da küçük mavi tabak içine oyulmuş bir yelkenli almışlığım var. Bütün bunlar ufak boyutlu resimler veya cisimler. Hiçbiri de kaldırmayacağım bedeller gerektirmiyordu, yavaş yavaş alınabiliyordu. Zeynep Perinçek bana en yaratıcı çiçeğini, böceğini, yaprağını, bulutunu hediye ediyordu zaten ama sonunda 2014’e ondan da sapsarı sazlık satın aldım; o sazlık çok sevdiğim bir arkadaşımın evine yerleşti, sarıyı çağıran bir arkadaşım.
* * *
İşte “Çocuk Hapishanesi”, Raziye Kubat’ın benimle bir anda buluşan eseri… yıl 2004 yine, Raziye ile ilk orda tanıştım, “koş zazi koş” sergisinde… Resimde yarı aydınlık yarı karanlık, güzel temiz bir yüz tozlu topraklı bir beyaza gömülüydü. 5-6 yaşında bir erkek çocuğu; yüzünün yarısı kara yarısı beyaz, yarısı hüzün yarısı neşe; Uğur Kaymaz (2004-12 yaşındaydı ve 13 kurşun çıktı bedeninden), Ceylan Önkol (resmi satın aldıktan birkaç yıl sonra üzerine havan topu düşen ve parçalarını, annesinin eteğinde topladığı 2009) ve Ece Ayhan’ın “Yort Savul” ve “Meçhul Öğrenci Anıtı”… yıllar geçtikçe Bakırköy Kadın ve Çocuk Cezaevi’nde anneleriyle kalan çocuklar da eklendi duvardaki resme ve bunları çoğalan çocuk ölümleri izledi. Hepsini toplayıp her gün bana gösteriyor bu resim: karanlığı bil ve ışığa açılan noktalardan uzaklaşma! Ve her şey, güzel ve saf gülen çocuklar için. Hep de öyle olacak.
Çünkü… “Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.” …” (Meçhul Öğrenci Anıtı’ndan) ve
“… 7. çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali! / hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız 8. kurşunkalemle de olabilir / yort savul! …” (Yort Savul… dan)
Yani, kısacası Raziye’nin bu resmi ile birlikte 12 yıldır Ece Ayhan da iki şiiri ile hep bu evde.
* * *
2016’ya geldik çıkıyoruz… Raziye Kubat’ın Galeri Apel’de, dört farklı işlerden oluşan “IRGAT” adlı yeni bir sergisi var, açılışı 19 Kasım’da saat 18.00’de. Bu resimleri ben atölyesinde gördüm. Daha önceki eserlerini de: ne emek var o hesap işlerinde; 2012’deki “İç cephe” adlı sergisindeki ahşap ve tuval üzerine dış cephe inşaat malzemesinin üzerine fırça ile tek tek “x” işaretleriyle yapılan kanaviçe; belli ki çok çalışmış, neden çok çalışana “ırgat gibi” derler? Ben demem. “Çok emek var” derim. Çarpma da “x” işaretiyle yapılıyor. Bunlar çok ama çok büyük hesap işleri… Bir büyük hastanenin girişinde olsalar ne büyük huzur verirler insanlara… bence!
“Gurbet Kuşları”, ahşap üzerine karışık teknikle yapılmış. Bir söz- resim etkileşimi bu eserleri… Bir şairle bir ressamın etkileşimi; resme bakan dizeler yazmış, dizeleri dinleyen yeni resim yapmış. Belli ki gurbetin anavatanında buluşmuşlar. Bu resimlerde rüzgârlı savruk ilham var; mor-kara dualar, çimen mavisi, uçanlar ve kaçamayanlar var.
Diğer işler “Irgat”ın penceresinden fotoğraflar (edisyonlu baskılar). Bunlar arasında da karganın pembe selamı, kuş-şehir-çiçek, beton adası, yatak kıvrımları, balkonda edalar, askılı “arapsaçı”, biber dolması hazırlıkları da dikkat çekiyor… Bence bu ikinci kategoridekiler, yani fotoğraflar bir otobiyografinin altyapısını… andırıyor.
… Üçüncü ve en kapsamlı bölüm otobiyografisi “Irgat”ın… kâğıt üzerine karışık teknikle yapılmış daha büyük boyuttaki resimleri… Malatya Bey Dağları, Yanni (kedisi) ve sadeliğin anlamı, toplumsal olmayan cinsiyet, fırtınalı ve fırtınasız yolculuklar, İstanbul Aya Yorgi’de balerin kedi, Magosa’da kırlent gelin, Nâzım Hikmet’in dedesinin Kız Kulesi’ne kaçışı, Isırganlar yemyeşil (Isırgan otları bende, Raziye bana verdi, model oldukları gerçeğini dondurdum; buzluktalar… O yeşili de çok sevdim, sevdiğim yeşil resimde ama…) ve nihayet Berlin’de dalgalanan yumuşak beton.
Dördüncü gruptaki işler ahşap üzerine karışık teknik diptik/kitap…
Bu bölüm hem dünyevi hem de uhrevi, peygamber ve çiçek gibi, rahle ve kutsal kitaplar gibi…
Bu dört ayrı kategorideki işlerin her biri yoğun emek, belki sancılı üretim; Raziye Kubat kendisi bu süreçte IRGAT adını benimsemiş, sanatın uçuran kalıcılığını hayatın yükünden edinmiş. (BE/YY)
*Bu yazı Kültür Servisi’nde yayınlandı.