Edebiyat mezunuyum (Boğaziçi İngiliz/Amerikan Edebiyatı-1978). Siyaset Bilimi yüksek lisans programına geçtim, pratik ile teori birleşmeli, öyle okuduk hep, edebiyat hocalarım da öyle düşünmüştü. Birleşecekti. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü 1960’ların 1970’lerin ABD sosyolojisi ve siyaset bilimi… Çoğu hocaların orada yetiştiği söyleniyordu.
Olsun! Hocam Jale Parla teşvik ediyordu, yüksek lisansı Siyaset Biliminde yap diye. Önce yeni kavramlarla biraz edebiyattaki özgürlük alanı kısıtlanır gibi oldu ama sonra açıldı. Doktora programına geçtiğim sırada (1980) Şerif Hocanın (Mardin) da dersi vardı… Öyle hep vermiyor Türkiye’de ders artık, dediler. Ama vardı ben de yazdım o dersi. Galiba adı Intellectuals & History idi. İyi not tuttum, duruyor.
İlk dersi unutamam, şimdi Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi toplantılarını yaptığımız Müze'nin alt toplantı salonundaydı. O zaman derslikti orası, ışığı çok güzeldi. Dersin günü ve saati diğer bir dersimle çakışıyordu ama bu dersi almak istiyordum.
Sınıfta hemen, ders başlamadan; ben dersi almaya kararlıyım ama başka bir dersle çakışıyor gününü veya saatini değiştirebilir misiniz? dedim. Şaşırdı, gülümsedi. Hemen balıklama atlamıştım kafamdaki sorunu çözmek için. Neyse halloldu, ya saati ya günü değişti, ben de zevkle aldım o dersi.
Tıklayın- Şerif Mardin’in İzinden İktidar-Kültür İlişkilerini Sorgulamak/ Ayşe Öncü
O ilk derste kronolojik sırasıyla 1. tanrılar, 2. tabiat, 3. Tanrı, ve nihayet 4. Man/”insan”, düşünen ve sorgulayan insan”oğlu” gözünden nasıl bir evrimle birbirlerine eklemlendi, birbirinden koptu ve yine birleşti… Daha doğrusu hangisi diğer birini önceleyerek onun içinde eridi… Bunu anlattı bize.
Daha sonra yıllarca verdiğim siyaset teorisi ve siyasal düşünceler tarihi derslerimde bu açıklamalar çok kolaylaştırdı ve anlamlandırdı derslerimi. Ancak insanoğlu/mankind içinde en çok kadınların yok olduğunu az çok biliyorduk.
1970'lerde bir hayli gelişmiş olan feminist düşünce hiç dile gelmiyordu.
1980'li ilk yıllarda her sözel ve yazınsal açıklama bulunduğum üniversite dahil insanoğlu/mankind olarak devam ediyordu. Şükrü Hanioğlu’nun Ahmet Rıza üzerine yazdığı kitabı okuduk, konuştuk. Sosyalizm ve din; bu durum bayağı düşündürdü ama derinleştirmedi beni.
Bahar ilerleyince Şerif Hoca benden bir sunum yapmamı istedi. Ben de Yakup Kadri’nin Ankara romanındaki üç tutkuyu (modernleşme) inceledim “üç aşk” diye düşünerek: Asker, devlet adamı/ bürokrat ve devrimci-yazar nasıl etkiler modernleşme tutkulu bir genç kadını (Selma).
1934’te yazılan bu romanda müthiş bir beton inşaat sevdası var Ankara tasvirlerinde. Daha o zaman hepsi beton oldu zihnimde, üç aşk da. Türkiye’de “siyasal kültür” kavramına giremeden içeriğe böyle girmiş oldum: üç aşk: erkân-ı harbiye, erkân-ı devlet ve erkân-ı kalemiye.
Yarıyıl bitti, ben de ilk doktora yeterlik sınavına gireceğim ki teze başlayayım. Bir yazılı yaptılar, Şerif Hoca dışında iki hoca okudu yetersiz buldu. Yetersizdim zaten pratikle kitap birleştirmek kolay mı? Öğrenecektim, öğreniyordum. Şerif Hoca her derste ilham veriyordu. Ama bir sıkıntı vardı, o da bölümün tepelerden bakışı… biraz uzaklaşmak gerekiyordu galiba, sosyal bilimlerde mesafe/distance önemli ya… hocam belli etmeden yardımcı oldu.
Beni müzedeki ofisine çağırdı yarıyıl bittiğinde. Ne tez yazmak istiyorsun dedi. Ben de ilk ve orta öğrenimde tarih eğitiminin çok yersiz, dayanaksız ve faydasız olduğunu söyledim, demokrasiye asla kapı açamaz bu eğitim diye düşünüyordum.
Yersiz lafım tabii “yetersiz”den çok daha ağırdı! Bir siyaset bilimci olarak resmi tarih konusuna girmek istiyordum. İlk ve ortaokulda okuduğum tarih kitaplarını bir kez daha okuyacaktım. Çok ilgilendi ve istersem eğer tez danışmanım olacağını söyledi.
Hiç böyle bir şey beklemiyordum. Çok şaşırarak sevindim. Yurt dışında araştırma yapmamın iyi olacağını ekledi. İngiltere’de bir yıllık öğretim görevliliği Şerif Hocanın gayretiyle oldu. Ondan önce tabii “yeterlilik”ten geçtim.
Evlendim teze başladıktan hemen sonra, 1983 yılında. Rahmetli Mustafa Kemal Ağaoğlu’nun evinde 100 kadar arkadaş eş dost eğlencemize eşlik etti; Şerif hoca da vardı ve bize iki gravür hediye etmişti. Aynı yıl Ağustos ayında İngiltere’ye gittim.
İlk yazmış olduğum 20 sayfalık tez giriş bölümünü hocama vermiştim. Bir türlü cevap gelmiyordu. Hem ders veriyor hem de araştırma yapıyordum ama en çok cevap bekliyordum.
Nihayet cevap geldi; her sayfada birçok hata ve eksik vardı. Bana Hermeneutics okumamı da önermişti. Cambridge’de ilk aldığım kitap Roy J. Howard, Three Faces of Hermeneutics, An Introduction to Current Theories of Understanding. Düzeltmelere yoğun bir biçimde devam ettim. Londra, Cambridge ve ders verdiğim Hull’da kütüphanelerde çalışmaları sürdürdüm.
Şerif Hoca ile İngiltere öncesi ve 1984 sonu döndükten sonra sık sık görüşüyorduk. Bana girişi sonra da düzeltirsin tezin gövdesi ile başla dedi. Yeniköy’deki evine az gittim ama Cihangir’de otururken daha çok görüştük. O da bize geliyordu. Bayağı arkadaş olmuştuk. Kendisi daha sonra yurt dışına gitti ve tezimi o yokken Selçuk Esenbel ile sürdürmemi istedi.
Öyle yaptık Selçuk hem arkadaşım hem de komşumdu. Rethinking World History (Marshall Hodgson) kitabını önermişti. Bu kitaptan çok yararlandım. İstanbul’da tez hızlı ilerledi. Tezin bitişi neyse ki Şerif Hocanın İstanbul’da olduğu bir döneme rastladı ve tezim beğenildi; doktor oldum.Yanılmıyorsam Şerif Mardin’in doktora tez danışmanı olduğu üç tez var Türkiye’de, ben ikinciyim.
Hemen hemen her eserini okumuştum hocanın… sıra geldi Bediüzzaman Saidi Nursi’ye… Ahmet Rıza’yı okurken düşünemediklerimi düşünmeye başladım. Avrupa, İslam, dünya tarihi: Şarkiyatçılık ve garbiyatçılık birleşerek tıkıyorlardı birbirlerini…
Bunları fark etmemde çok katkısı var Şerif Mardin ve Hodgson kitaplarının. Interdisipliner mi diyelim, kuvvetler ayrılığı mı diyelim, neyse farklı yönlerden denetimli bakmaya daha çok alıştım. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nda düzenlenen bazı konferanslarına da gitmiştim. Türkiye’de entelektüel kopuşlardan kurtulmaya çalışıyordum. Polonya’daki Solidarite Hareketi çok anlamlıydı ancak Türkiye’de böyle bir çaba nasıl gelişebilecekti…
Daha sonra da görüştük, Ortaköy’de Şifa yurdu yakınında bir süre kaldığı evde. Selçuk Esenbel ile beraber gitmiştik. Selçukl'a Mardin’de Uluslararası bir Diller Okulu tasarlıyorduk. Bütün yerel dilleri dünyadan gelip burada öğrenebilirdi insanlar.
Bu konuda hemen Şerif Mardin hocaya danışmak geldi aklımıza. Önerimizi çok beğendi ancak Sabancı Üniversitesi gibi kolay olamayacağını, işin mali yanının zor çözümleneceğini belirtti.
Desteklemek istediğini söyledi. Selçuk Esenbel ve ben MAREV’e (Mardin Eğitim Vakfı) de gittik birkaç kez, toplantılar yaptık. Birkaç yıl sonra devlet Artuklu Üniversitesi'ni kurdu, birçok mahalli dillerin eğitimi planlanıyordu. Acaba bir katkımız oldu mu çok uzaklardan?
Şerif Hoca ben cezaevinde iken de bana haber yollamış, desteğini belirtmişti, rahatsız olduğundan ziyarete gelemediğini iletmişti. Hep desteklemişti beni. Kendi dünyamın dışındaki bazı gençlerle de tanıştırmıştı.
Artık yaşlanıyordu bazı rahatsızlıkları vardı, Levent’teki evinde ziyarete gittik birkaç ortak arkadaşla. En son da 2013’de çok sevgili rahmetli arkadaşım/meslekdaşım Vangelis Kechriotis ile Tarih Vakfı'nın Genel Kurul’unda (2013) tarihçilik üzerine bir açış konuşması yapması için gidip evinden almıştık.
… Konuşma yöntem arayışları üzerineydi. Sonra bir daha ziyarete gidemedim ama hep sordum. İstemiyordu zaten bu ziyaretleri, herhalde çok sıkıntılı oluyordu onun için.
Şerif Hoca bizlerden ayrıldı, bana katkıları çoktu; iktidar alanından çok uzaktı bu katkılar. Cenazesine giderdim mutlaka İstanbul’da olsaydım. Uçaktan inince öğrendim, o gün vefat etmişti.
Sonra televizyondan gördüm cenaze merasimini. Herkesin sahip çıktığı bir insan olmak tabii ki çok değerli… Medyada “Mahalle baskısı” kavramının öne çıkması belki de beklenen bir tepki idi. Bütünsel bakışı engelleyen bir vurgu bence.
Bu duygu ve düşüncelerle cenaze merasimine katılamadığıma çok da üzülmedim aslında, cenazeyi taşıma hakkı var mı kadınlara? Ankara romanı orada en ön sıradaydı. (BE/EKN)