Amasyalı bir Alevi olan Jandarma Astsubay Başçavuş Murat Taş Eruh'ta PKK'lilerle girdiği çatışmada hayatını kaybeder. Defin işleminden önce İstanbul'da ailesinin ikamet ettiği Alibeyköy'de bulunan cemevine inançsal vecibeler gereğince getirilir. Cemevi dedesi ve diğer ilgililer, Taş'ı son yolculuğuna uğurlamak için hazırlanır. Ve fakat ailesi ve diğer gelenler oradayken askeri yetkililer resmi törenin İstanbul Ataköy 5. Kısım Camisi'nde yapılacağı gerekçesiyle cenazeyi bir oldu bittiyle Ataköy'deki camiye götürürler.
Cenaze törenine laikliğin yılmaz bekçisi Türk ordusunun 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız, Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Hüseyin Nusret Taşdeler'in ve yine laiklik savunucusu partinin(!) genel başkanı Deniz Baykal'ın olduğu bir çok sivil ve askeri yetkili katılır.
Hepimizin cevabını bildiği soruları sormak anlamsızdır ama yine de teyit etmek için soralım: Sizce Türkiye Cumhuriyeti Devleti laik bir devlet midir? Hayır. Hele hele konu Alevilik inancı olunca laikliğin esamisi okunmaz bu ülkede. Osmanlı'da özellikle Yavuz ve Kanuni dönemlerinde sistematik olarak katledilen Aleviler laik cumhuriyet Türkiye'sinde de Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta katliamların boy hedefi olmadılar mı? Alevilik geçmişten beri asimile edilip içi boşaltılmaya çalışılmadı mı? Hatta Alevilik sapkın bir inanç olarak değerlendirilip cemevleri cümbüş evi olarak nitelendirilmedi mi?
Bu ülkede milyonlarca insanın inancı durumunda bulunan ve teolojik açıdan tamamen bağımsız bir inanç olduğu tartışmasız olan Alevilik inancıyla bu inancın ibadethanesi olan cemevi ülkenin laiklik bekçisi ordusunca inançtan sayılmıyor, saygı görmüyor. Laik ordu anayasal olarak inanç konusunda ayrımcılık yapmaması gerekirken bir tavır belirliyor ve tavrını bir dinden ve onun ibadet yeri olana camiden yana koyuyor. Neden, çünkü "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dini İslam'dır, resmi mezhebi ise Sünniliktir" demeye getiriyorlar. Hatırlatmak lazım "güçlü ordu"muza 1921 ve 1924 Anayasalarında bulunan "Türkiye Devletinin dini İslamdır" hükmü 1928 yılında yürürlükten kaldırıldı. Bilmiyor musunuz? Güçlü ordumuz "tek millet, tek dil"den sonra "tek inanç" demek istiyor. Mozaik değil mermer yani...
Gerçi anayasasında "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" buyrulan, farklı etnik kimliklerin inkar edildiği bir devlette inançlara saygı beklemek de anlamsız ama...
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğunu, 24. maddesi herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğunu belirtir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 9. maddesinde herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahip olduğu "ayrımcılık yasağı" kenar başlıklı 14. maddesindeyse bu sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanmanın, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanacağı belirtilir.
Laik devletin olmazsa olmazları
Laiklik, hâlâ üzerinde en çok tartışma yürütülen kavramlardan biri. Hukuk fakültesinin birinci sınıfında aldığımız Anayasa Hukuku derslerinde, laik devletin olmazsa olmazları belirtilirdi. Bunlar, resmi bir devlet dininin olmaması, devletin bütün inançların mensuplarına eşit davranması, inanç kurumlarıyla devlet kurumlarının birbirinden ayrı olması, devlet idaresinin din kurallarından etkilenmemesi, bireylerin inanç özgürlüğünün olması gibi unsurlardı.
Ve fakat laikliğin unsurlarını bu şekilde belirleyen duruma rağmen Anayasa'da Cumhuriyetin Temel Organları kısmında belirtilen Yürütme'nin içerisinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı'na bir anlam veremezdik. Zira Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Kuruluş/Görevleri Hakkında Kanun'da bu kurumun görevi "İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek" olarak belirtilmişti.
Anayasal bir kuruluş olarak düzenlenen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sadece İslam dini ile ilgili işleri yürütmek üzere görevlendirildiği, Cemevinin hâlâ resmi düzeyde ibadethane olarak tanınmadığı (Hatırlayınız: Hükümet tarafından gerçekleştirilen 3. Alevi Çalıştayı'nda Diyanet İşleri Başkanlığı temsilcisi olarak bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Hamza Aktan fetva buyurarak "Cemevleri ibadethane değildir" demiş ve bu konudaki resmi görüşü tekrarlamıştı), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 09 Ekim 2007 tarihli ve 1448/2004 başvuru numaralı Hasan Zengin ve Eylem Zengin/Türkiye Davası- kararına rağmen zorunlu din dersi uygulamasından vazgeçilmeyen ve bu sebeple ilgililerin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne başvurma durumunda bırakıldığı, inançsal azınlıkların Lozan'a rağmen mülkiyet-eğitim vb. konularında ciddi hukuksuzluklar yaşadığı bir ülkede laik ordunun resmi cenaze törenini cemevinde değil camide düzenlemesi son derece sıradan elbette. Sıradan olmayan tüm bu uygulamalara rağmen laikliğin yılmaz bekçisi olduğunu iddia etmekte bir sakınca görmeyen ordu.
1930'larda Dâhiliye Vekâleti Jandarma Umum Komutanlığı'nca yazılan Gizli Dersim Raporu'nda -Yavuz'un Alevi katliamları kastedilerek- "Yavuz Sultan Selim'in gazabı olmasaydı, bugün bu güzel Türkiye'mizde tek bir Sünni'ye tesadüf etmek belki de mümkün olmayacaktı" ifadesi laik ordunun Aleviliğe ve Sünniliğe (ve tabii ki laikliğe) bakışını en çarpıcı şekilde ortaya koyuyor. Fazla söze ne hacet...
Bu ülkede "Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" masalını dinlemekten ben şahsen bıktım.
Laik ordu(!) sadece kışlada laiklik savunucusu, cemevinde değil.
* Barış Yıldırım, avukat.