Manisa’da toprağını savunan kadınlar şiddet görüyor.
İstanbul’da maske takmadığı “bahanesiyle” iki kadın polislerce sokak ortasında darp ediliyor, işkence ile gözaltına alınıyor.
Antep’te iş insanı Ahmet Şireci’nin evinde çalışan Nepalli görevli Monna Rai, şüpheli bir şekilde yaşamını kaybediyor.
Yine Antep’te Duygu Delen, Mehmet K.’nin evinin balkonundan şüpheli bir şekilde düşerek ölüyor. Erkekler, Duygu’nun hayatını tartışmaya açıp hayatta olmayışının sorumluluğunu ahlaksızca ona yükleyebiliyor, kendinde bu yetkiyi ve daha da fenası hadsizliği görebiliyor.
Batman’da Uzman Çavuş Musa O., bir kadını günlerce alıkoyup tecavüz edip, intiharına neden olduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edebiliyor. Ancak ve ancak sosyal medya baskısıyla tutuklanıyor.
İzmir’de kocasının “öldürdüğü” Süreyya Arlıcan Çiçek, bakıyorsunuz ölmeden önce sosyal medya paylaşımında İstanbul Sözleşmesi’ni savunuyor.
Ülkenin her yanından şiddet haberleri geliyor. Sosyal medya kadınların şiddete, tecavüze, çocuk istismarına karşı yardım çığlıkları ile dolu.
Bu ülkede kadınlar “Bugün de ölmedik şükür” diye tweet atıyor.
Peki yetkililer sürekli ve sistematik olarak artan bu şiddete karşı ne yapıyor?
Genelgeler..
Evet evet.. Sadece genelge yayınlıyorlar.
Hani üzgündünüz?
“Üzüntü duyduk”, “gereği yapılacak”, “kızımız için üzgünüz” açıklamaları dışında bir de kadınların hayatına somut olarak yansımadığını her gün gördüğümüz genelgeler var.
Türkiye’de ne zaman kamuoyundan erkek şiddetine karşı güçlü bir ses yükselse, yetkililerinden “Kadına şiddete yönelik genelge hazırlanacak, hazırlanıyor, hazırlandı” açıklamaları duyuyoruz.
Bu genelgelerin son örneği, geçen Cuma günü duyuruldu.
Anadolu Ajansı’nın manşetinden servis edilen haberde, “Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, kadına yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin yeni önlemlerin gündeme geleceği 4. Ulusal Eylem Planı'nı hazırlıyor” bilgisi yer aldı.
Merak ettim haliyle, inceledim. Anladığım kadarıyla 3. Ulusal Eylem Planı kapsamında belirli sivil toplum örgütleri ve üniversiteler ile izleme çalışmaları yürütülmüş ve 4. Ulusal Eylem Planı’nda bu raporlar nihai haline kavuşturulacakmış.
TIKLAYIN - Mor Çatı: Adalet Bakanlığı'nın Şiddet Genelgesi Yetersiz
Muhtemelen bu raporlar 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde açıklanan erkek şiddeti bilançosunu kapsıyor.
Rapor tutmak ve açıklamak, erkek şiddetinin sistematikliğini anlatmak açısından elbette kıymetli ancak önleyici tedbirleri geliştirmezsek kadınlar şiddete karşı korunamaz. Korunamıyor, her gün görüyoruz zaten.
Genelgelere tümden karşı değilim, uygulanabilirliği sağlansın diyorum. Çünkü genelgeler sadece kâğıt üzerinde kalıyor. Birbirini tekrar eden bu genelgeler, tek başına şiddeti önlemiyor. Başlığı aynı, içeriği benzer genelgeler çıkarmak yerine yapabileceğimiz somut bir çözümümüz var.
“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’nin tüm maddelerini uygulamak.
Ancak o zaman devletin en tepesinden ülkenin tüm mahallesine, sokaklarına kadar şiddete karşı başka bir farkındalık oluşabilir.
Medyanın, siyasetin dili değişebilir, eğitim müfredatları cinsiyet eşitliğine göre hazırlanabilir.
Yani sadece kadınlar değil devlet tüm aygıtlarıyla, toplum tüm kesimleriyle “kadın ve erkek eşittir” noktasına geldiğinde kadına yönelik şiddetin azalması sonucuyla karşılaşabiliriz.
Muhalefetinden iktidarına hemen herkes kadın cinayetlerine, erkek şiddetine karşı çıkıyor, sorunu çözmek istiyor. Yani en azından bunu söylüyor.
O zaman bir kez de yapılmayan yapılsın, Türkiye Kadın Hareketi’nin ısrarla söylediği İstanbul Sözleşmesi uygulansın.
Hep söyleniyor ya “Elimizde sihirli bir değnek yok, sorunlar hemen çözülmüyor” diye...
Buyurun size kadınların bizzat emekçisi, yürütücüsü olduğu sihirli bir değnek. Toplumu genelgelerle oyalamanın eskilerin deyimiyle, halkın ağzına genelgelerle bir parça bal çalmanın zamanı çoktan geçti.
Kadın ve erkeğin eşitliğini kabul edin, Sözleşme’yi uygulayın…
***
Aslında her hafta “şiddet” yazmayacağım diyorum ancak yine şiddete karşı kelimeler dökülüyor yazıya. Bu hafta size şiddetin başka türlüsüne karşı uzun zamandır mücadele eden sevgili Hazan’dan söz edecektim. Okurlarımızın büyük bir kısmı Hazan’ın velayet mücadelesine tanık.
TIKLAYIN - Kıbrıs - Türkiye Hattında Bir Velayet Mücadelesi
Eski kocası haftada 4 gün çocuğunu görme hakkı olan Hazan'ın kızını covid döneminde çalışmadığı ve sağlık sigortası olmayan Kıbrıs'a götürmek istiyor.
Davaları devam ettiği halde çocuğu sürekli Türkiye yargısından kaçırmaya çalışan baba, mahkeme çocuğun çıkışını annenin iznine bağlamasına rağmen, Türkiye'de çocuğu okula kaydettirmiyor, eğitim hakkını ihlal ediyor.
Hazan bu konuda çok endişeli. Okul parasını ödemeyi kabul etmesine rağmen baba Çocuğu kendi ülkesinde okula kaydettirmiyor. Mahkemelerin kararını dahi dikkate almayan eski koca bir senedir kadınla çocuğun kâbusu oldu. Dilekçelerinde Türkiye'nin güvensiz olduğunu söyleyen baba, 1 senedir mahkemeye tanık ve gelir belgesi sunamıyor.
Hazan, “Çocuğum üzerinden şiddet görüyorum, tehdit ediliyorum” diye sesleniyor. Hazan’ın sesini duyun, duyalım, duymalıyız. Çünkü birlikte güçlüyüz. Birlikte daha güçlü olmalıyız.
(EMK)