Fotoğraf: pixabay
Kadınların birbirlerine dert döktükleri doğal yerlerden biri kuaförlerdir sanırım. Bunu geçen gün bir kuaför salonunda dinlediğim kadından anlıyorum. Kadın, kocasının beş yıldır kendisine şiddet uyguladığını, mahkemeye başvurmuş, boşanma aşamasında olmalarına rağmen resmi olarak boşanamadıklarını anlatıyor.
Erkek kadının boşanma talebini sadece “çocuğun velayet hakkından vazgeçerse kabul edebileceğini” söylüyor. Kadın da çocuğu ve erkek şiddeti görmeyeceği yeni bir yaşam arasında seçim yapmak zorunda. Kuafördeki kadınlar ona öneri ve çözüm yollarını sunarken aklıma Ankara - Kıbrıs hattında çocuğun velayet hakkı için mücadele eden Hazan Pervin Yağcı geliyor.
TIKLAYIN - Kıbrıs - Türkiye Hattında Bir Velayet Mücadelesi
Yağcı da şiddet gördüğü insan hakları savunucusu kocasından biran önce boşanabilmek için velayet hakkını baskıyla babaya vermek zorunda bırakılmış, beş yıl boyunca çocuğa boşanma durumunu neredeyse hiç hissettirmeden, aynı mahallede ama ayrı evlerde büyütmüştü.
Bu özveriye rağmen Eylül 2019’da "okula götürüyorum" diye anneden alınan çocuğu baba Kıbrıs’a kaçırmıştı. Anne, 14 gün boyunca 8 yaşındaki kızından haber bile alamamıştı.
Baba ise annenin velayet hakkı için Ankara Adliyesi’nde açtığı davada “çocuğunu Kıbrıs’a kaçırmadığını işi dolayısıyla oraya gittiklerini ve çocuğunu Avrupa’nın en iyi beşinci okuluna yazdırdığını” iddia etmişti.
Erkek işine gelmeyen mesajları sildi
Yine aynı baba ve avukatı, anne çocuğun peşinden gidemesin diye tarafların ayrı oldukları beş sene boyunca yaptıkları whatsapp mesajları arasından babanın kusurlu konuşmalarını silerek anneyi suçlu göstermeye çalışmış, çocuğa uzaklaştırma aldırmaya çalışmış, kaçırma olayı mahkemeye yansıyınca ilgili karar mahkeme iptal etmişti.
Kuafördeki konuşmanın ardından Yağcı’nın durumu da aklıma gelince durumu araştırdım. Gerçekten baba işi dolayısıyla mı Kıbrıs’taydı?
Belgeler babayı doğrulamıyor
Anne boşanma protokolünde olan dört gün için her hafta Kıbrıs’a gidip çocuğu alıyor, bu süreçte çocuk babasının hiç işe gitmediğini söylüyor. Peki mahkemeye sunulan sözleşme ne oluyor o zaman? Anne sözleşmenin imzacısı B.B. Yavuz isimli kişiyi arıyor. Şahıs, "Siz beni arayamazsınız ben Milli Eğitim Bakanı AB Danışmanıyım" diyerek annenin yüzüne telefonu kapatıyor. Anne yine çocuğunun babasının işine engel olmamak için iki ay bekliyor, çocuk ısrarla "babam işe gitmiyor" diyince ilgili Bakanlı'ğa resmi yazı ile başvuruyor.
Bakanlık annenin başvurularını ciddiye alıyor ve zamanında küçük çaplı protokoller imzaladığı sivil toplum kurumu temsilcisinin kendisini Bakan Danışmanı olarak tanıttığını, böyle bir şeyin söz konusu olmadığını aktarıyor. Bunun üzerine önce anneyi arayarak tehdit eden sözde işveren, ardından mahkemeye bir yazı düzenliyor.
Hangisi daha korkunç?
Düzenlenen yazıya göre çocuğu kaçırmaya karar veren baba, kendi isteğiyle Kıbrısa görevlendiriliyor, 9 Eylül’de mahkemeye iş buldum diyen babanın görevlendirmesi 4 Ekim’de başlıyor, daha da kötüsü bu görevlendirme mahkeme psikoluğu ile yapılan 6 Aralık görüşmesinde, 10 Aralık ilk duruşma öncesinde bitmiş olmasına rağmen baba ve avukatı yasal mercilere bilgi vermiyor.
Bilirkişiler...
Bu süreçte mahkeme iki kere bilirkişiye gidiyor. Birinci görüşmede anne ve çocuk uzman tarafından azarlanıyor, uzman raporunda babanın ve annenin evi görülmüş gibi yazılıyor halbuki görüşme sadece adliye binasında gerçekleşiyor.
İkinci üçlü görüşme ise daha garip 23 Aralık 2019'da anne, baba ve çocukla görüşme yapan uzmanlar raporda babanın anne yüzünden işinden olduğunu, annenin MEB’i arayarak babayı kötülediğini yazıyor ancak annenin Bakan Danışmanı olduğunu iddia eden erkeği MEB’e şikayet ettiği resmi yazışma 27 Ocak 2020’de başlıyor.
Baba ve üçlü bilirkişi Aralık 2019’da görüştüğüne ve yasal olarak bir daha görüşemeyeceğine göre bir ay sonrayı gören üstün yeteneklere mi sahip, yoksa babanın mahkemeyi yanılttığı gerçeği örtbas edilmeye mi çalışılıyor? Bu da ayrı bir soru olarak burada dursun.
Bilirkişilerin durumu hiç normal değil. Önce "heyetten birinin babası öldü rapor yetişmeyecek" deniliyor yarım saat sonra sisteme rapor giriliyor. Üstelik raporda, yetişkinlerin bile etkilendiği bu süreçten çocuğun hiç etkilenmediğini iddia ediliyor. Bu da çok şüpheli bir bilgi olarak geldi. Bir anda yaşadığı ülkeyi, kenti, okulu ve arkadaşları değişen çocuk bu süreçten hiç etkilenmemiş.
Konu HSK'ye taşındı
Mahkeme ve işleyişi yakından takip eden anne yaşananları Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü ve HSK’ya bildiriyor. Sonuç olarak Yağcı, kızını görmek için 26 haftadır her Çarşamba akşamı Kıbrıs’a gidiyor, pazartesi sabah uçağıyla Ankara’ya işine dönüyor.
İlgisiz denilen anne çocuğun yeni okulunda veli grubuna üye, çocuğu sosyal aktivitelere götürüyor; 26 haftadır aralıksız gidiyor, baskı ve zorla velayet alan baba ise dizanteri olan çocuğu hastanede görmeye bile gelmiyor. Sigortası yok; Kıbrıs’ta oturma, çalışma izni ve sağlık güvencesi yok.
Mahkeme 18 Şubat'ta
Anne ise bu süreçte her hafta iki gün aldığı ücretsiz izin sebebiyle maaşının 1/3’ünü de kaybediyor. Davanın bir sonraki duruşması 18 Şubat Salı günü gerçekleşecek. Duruşmada annenin tanıkları dinlenecek, baba tanık beyan etmedi.
Araştırmalarımdan anladığımın özcesi şu; yalan bir görevlendirme, sahte Bakan danışmanı tehditleri manipüle edilen süreçlerle bir anne ve çocuk 26 haftadır mağdur ediliyor.
Bu kuralları değiştirmek, benzer olaylarda çocuğu ülkesine getirip, yargılamayı yerinde yapıp bitirmek, annenin boşanmada edindiği haklarını ülkesinde kullanmasını sağlamak için şimdi sıra Ankara 18. Aile Mahkemesi’nde.
Bekleyip göreceğiz....Şiddetsiz bir hafta dileğiyle... (EMK)