Habur sınır kapısından Türkiye'ye gelenlerin ceza kanunları karşısındaki durumları tartışılıyor... Etkin pişmanlık, af ya da Türk Ceza Kanunu (TCK) uygulamaları ve savcıların sınır kapısına gitmeleri sorgulanıyor... Adalet ve hakkaniyet sorgulanıyor...
Bir ülkenin ceza yasasının "demokratik" olup olmadığı ceza normunun "suç" olarak tanımladığı "yasak kuralı" ile koruduğu hukuksal yarara göre belirlenir. Bu aynı zamanda o ülkenin "demokratiklik" göstergesidir.
Bizim yeni Türk Ceza Kanunumuzun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir (Madde 1). Bu amacın nasıl gerçekleştirileceği konusunda ise temel soru "ceza sorumluluğu" sisteminin nasıl kurulduğuna yanıt vermekten geçer.
Bireyler, hukuk düzeninin normlarına uygun davranırsa, sorumlu olmazlar. Bireyin sorumlu olması için ön koşul; norma karşı hukuka aykırı eyleminin olmasıdır ve "hukuka aykırılık", eylemle "hukuk düzeni" arasındaki çelişkidir. Buna karşın her hukuka aykırı eylem "suç" değildir.
Liberal dönemde bireylere güvence sağlamak düşüncesiyle ceza sorumluluğunun yasallığı kuralı kabul edilmişti. Neyin suç olup olmadığını yasayla düzenlenecektir. Bu durumda, dış dünyada değişiklik yaratan hukuka aykırı eylemlerin suç olarak tanımlanması, bir tercih sorunudur. Çünkü hangi eylemin yani "neyin suç" olduğu yasada gösterileceğine göre; hukuka aykırı eylemlerin suç olarak tanımlanması siyasal gücün "siyasal tercihidir". Bu durumda siyasal güç; "suç" sayılan hukuka aykırı eylemi saptayan ve "yaptırımı" belirleyen ceza normunu koyan güçtür.
Bu genel kural; bazen insanlığın başına olmadık işler açmıştır. II. Dünya Savaşı'nın mimarları "siyasal güç" olarak, ceza hukukunu ilgilendiren "hukuka aykırılık" alanını kendi dünya görüşlerine göre belirlemişler ve yasaları buna göre üretmişlerdir. Siyasal gücün "siyasal" tercihlerine göre, siyasal gücün niteliğine, amacına, ideolojik temeline, koyduğu anayasal sisteme uygun olarak yasalar yapılmıştır. İtalya'da faşizmin, Almanya'da nazizmin egemen olmasını sağlayan bu yasal düzenlemelerdir. Ama ceza hukukunu ilgilendiren hukuka aykırılık "salt yasa" ile yaratılamaz.
Anlatmaya çalıştığım belirlemeleri yapan Prof. Çetin Özek'in 1998 yılında saptadığı bir gerçek vardır: Ceza sorumluluğu ve ceza hukukunu ilgilendiren hukuka aykırılık alanı ile siyasal, toplumsal yapı arasında şaşmaz bir nedensellik bağı vardır. (İÜHFD.c.51 Sayı 1-4.1998.Sayfa 22-68)
İçinde bulunduğumuz "yasal düzenlemelerin" ana kökü 12 Eylül faşizmi ve hukukudur. Aslında sorununun çözülmeyen düğümüdür . Düzenin devamında yapılan yasalarla yaratılan bugünkü düzen, siyasal tercihlerin sonucudur.
1789 Fransız Devriminden sonra kabul edilen liberal jandarma devlet düzeninde "kanunsuz suç olmaz" yani yasallık kuralı vardır ve cezaların infazı insan haysiyetine uygun hale getirilmiştir. Ama bu devlet anlayışı "yasama" ve "yargı"yı sınırlandıran kurallara yer vermemiştir. Bu nedenle sadece "yasallık kuralı" benimsenerek yönetsel güce ceza normu koyarak, ceza hukukunu ilgilendiren hukuka aykırılık alanı yaratma yetkisi tanınmamalıdır. Anayasa ile yasama organının görevi tanımlanmıştır.
Ceza hukuku "cezalandırma" hukuku olmaktan çıkmıştır, çıkarılmalıdır. Bireyin haklarını koruyan ve bireylere güvence sağlayan hukuk olmalıdır. Gelişen çağdaş ceza hukuku faşizmin ve nazizmin tarihsel uygulamalarından ders çıkararak geleneksel yaklaşımları terk etmiştir.
Suç kavramı değişmiştir. Biçimsel olarak suç, "ceza normunun" tanımladığı eylemdir. Bu şekildeki geleneksel tanım terkedilmiştir. Öz bakımından suç; normun koruduğu "yararı" ihlal eden somut eylemdir. Gerçekten, ceza normunun bir eylemi suç olarak tanımlaması, ne "siyasal gücün otoritesini", ne "toplumsal savunmayı, etik değerleri" korumak ve de "failin tehlikeliliğini" önlemek amacına yönelik değildir.
Amaç, demokratik düzende, bireyin sahip olduğu hakların ihlalini önlemektir. Bu nedenle artık ceza sorumluluğunun konusunu "fail" değil, "hukuksal yararın ihlali" oluşturmaktadır.
Sonuç çıkarmak gerekirse; "ceza sorumluluğunun kişiselliği" kuralı çağdaş ceza hukukunun temel taşıdır. Kişinin kendi iradi hareketiyle nedensellik bağı kurulabilen hukuka aykırı bir neticeden sorumlu tutulmasıdır. Failin cezai sorumluluğu, ancak bu hallerde "ceza normu"nun koruduğu "hukuksal yararı" ihlal etmesine bağlıdır.
Bu nedenle, gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün siyasal güçlerin görevi; "insancıl ceza hukuku"nu kurmaktır. Prof. Çetin Özek'in öğretisinden benim çıkardığım sonuç budur. Liberal jandarma devlet anlayışı artık yoktur. Var olduğu dönemin acılarından, II. Dünya savaşında yaşanan sistematik ve acımasız insan hakları ihlallerinden ders çıkarılmalıdır.
Başta sorduğumuz sorulardan ikincisine yanıt verelim... Ülkenin ve ceza hukukunun demokratik olabilmesi için insan haklarına saygılı ceza hukuku "cezalandırma hukuku" olmaktan çıkarılmalı ve "bireysel hakları koruma hukuku"na dönüştürülmelidir.
Bu nedenle, ceza sorumluluk alanları ve yöntemleri böylece belirlendiğine göre siyasal güç sadece yükümlendiği görevleri yerine getirmekle yükümlüdür.
Konuşmak istiyorsanız; hangi hukuksal yararın ihlal edildiği ve suç faili olduğu ileri sürülenlerin ceza sorumluluklarını konuşalım. Hukuk sistemini "siyasal güç" olarak sorgulayalım... Soralım, yükümlülüklerinizi yerine getirdiniz mi?
Bu durumda, Habur sınır kapısından Türkiye'ye giriş yapan ve suç failleri oldukları ileri sürülen ve haklarında ceza soruşturması başlatılmış kişilerin konumları üzerinden politikacılar tarafından yapıla gelen hukuka dair yorumlar, eleştiriler ve görüşler nafiledir. Sadece siyaset yapılmakta ve ceza soruşturmaları üzerinden politikalar üretilmektedir.
Gelin Türk Ceza Kanununun birinci maddesine yazdığınız "amaç" ile ortaya çıkan uygulamalarınızı ve ceza usulünü konuşalım... Bu ülkede nasıl bir ceza sorumluluk sistemi oluşturduğunuzu ve ne istediğinizi açıkça tartışalım...(Fİ/EÜ)