1990 ve sonrasında en azından on yıllık zaman diliminin istisnasız bütün hükümetleri, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve diğerleri, Kürt coğrafyası için; içinde teşvik tedbirleri, yatırım önerileri ve istihdam modellerinin de yer aldığı "ekonomik paketler" açıkladılar. Hatta bu paket açıklamayı adeta bölge için bir kurtarıcılık edasıyla kimi zaman Bakanlar Kurulunu dahi bölgede toplayarak ilan ettiler.
Ama her ekonomi paketi açıklandığında (ki çoğu için önceden bölge ticaret ve sanayi odaları ile iş dünyasının görüşleri ve raporları da alınarak) öncelikli bir "ama"sı vardı söylemin. Bu "ama" gerçekleşmesi mümkün olmayan paketin koskocaman bir "ama"sı gibiydi.
İfade edilen özetle şuydu: "Bölgede kan gövdeyi götürüyor(du). Her gün faili meçhul cinayetler işleniyor(du). Bölge dışına büyük göçler yaşanıyor(du). Bu sebeple böylesine bir 'terör ortamında' altyapı yatırımlarının dışında, istihdama ve üretime yönelik, ne devletin yatırımı mümkün olabilirdi. Ne de bütün teşviklere ve vergi muafiyetlerine rağmen batı yakadaki özel sektörün bölgeye yatırımı mümkün olabilir(di)."
O halde çözüm neydi, "Hadi biz paketleri çıkarmış ve kamuoyu ile paylaşmış olalım da! Bölge iş adamları pamuk ellerini cebe atsınlar ve ellerini taşın altına koyup yatırım yapsınlar(dı)." Bil(mi)yorlardı ki, sermayenin vatanı yoktu, sermaye sahipleri rahat buldukları ve paralarına para katacakları yerde yatırımlarını yaparlardı.
Dolayısıyla doksandan ikibine kadar bütün bir on yıllık dönemi ekonomi paketleri açısından bir türlü realize olmayan, hayata geçmeyen, umudun bir başka bahara kaldığı gerçekleşmemiş ve siyaseten niyet olarak kalmış, hükümetlerin ekonomi paketleriyle geçirdi bölge coğrafyası.
Çünkü o paketlerle birlikte yüksek sesle telaffuz edilen şuydu: "Terör vardı. Ve maalesef terör bitmeden / bitirilemeden bölgeye yatırım yapmak mümkün de değil(di), akıl kârı da değil(di)!"
Şimdi ikibinüç'ten bu yana ikinci on yıllık sürece girdik. "Avrupa Birliğine Aday Üye Ülkelik" stratejisinden sonra, bu kez aldı başını "açılım" süreci. Demokratik, milli mutabakat, birlik; özetle değişik unvanlar altında "açılım" eksenli bu defa "siyasal paketler" süreci içinde son on yılımız yoğruldu. Gidişli-dönüşlü, iç okşayan-tedirgin eden, tatmin eden-edemeyen, bir yeni "açılım" süreci. Hâlâ da sürüyor...
Doksanlı yıllarda ekonomi paketleri telaffuz edilirken, siyasal çözüm di(le)yenlere "güvenlik eksenli" politikayı yürüten siyaset, "Kürt sorununa 'siyasal çözüm' diye ihanete eşdeğer bir cümleyi aklınıza bile getirmeyin" diyorlardı.
Şimdi "Kürt sorununun çözümü için siyasi paket" sıkça telaffuz edilirken bu kez paketin muhatabı kim olacak sorusu orta yerde kalıyor.
Bu siyasal paketin içinde Anayasa'dan tutun dil, kültür, kimlik ve temsiliyete varıncaya kadar gündelik hayata dokunan bütün argümanlar tartışılmak durumunda. Hepsi mümkün! Bir şartla, Kürt sorunu masaya yatırılırken; kiminle / siyasal muhatap kim olacak.
Osmanlıdan bu yana kerim / baba devlet, tebaasının derdini tasasını bilir. Tebaanın istemesine, hatta isteme "saygısızlığına" düşmesine de gerek yok; devlet ihtiyacı görür ve bilir, zamanı geldiğinde de verir (mi?). Yoksa tebaa, uzun yıllar boyunca yok varsayılan hakları için mücadele eder, talep eder hakkını da alır (mı?).
İşte bugünün sorusu ve yanıtı da içinde olan mevcut hâli!
Eğer bihakkın, orta yerdeki çıplak soruya siyasal iktidar cevap olabiliyorsa; siyasal paketlerin açılım ya da değil, her ne ad altında olursa olsun gündelik hayat içinde bir anlamı olabilir. (ŞD/IC)