12 Eylül'de idam edilen iki kişinin mektuplarını okurken Başbakan ve bazı milletvekilleri ağladılar. Ağlamalar, duygusallıktı, samimiyetti(!)... Geçmişte çekilen acıları tazelemişti. Öyle yazıldı. Öyle söylendi. Ağlamalar, 12 Eylül ile yüzleşmek için referanduma "evet demek" konuşmasının siyasetiydi. 12 Eylül ve "siyaseti" sürüyor.
Cumhuriyet döneminin en önemli kaynaklarından birisi olan T.C. Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları (Ankara 1972) tarafından yayınlanan Emekli Kurmay Albay Reşat Hallı'nın derlediği "Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar" adlı eserdeki ayaklanmalardan birisi de "Dersim-Tunceli" olaylarıdır. Kitap, 1992'de Kaynak yayınları tarafından yeniden yayınlandı.
Cumhuriyet döneminde bölgede (Dersim - Tunceli) 1930'ların ilk yarısında meydana gelen ayaklanmalar bastırılır. 1935'te 2884 sayılı Tunceli Vilayeti'nin idaresi Hakkında Kanun çıkarılır. Tunceli iline bir askeri vali atanır. "Yasanın uygulanmaya başlanmasıyla 1937 başlarında yeni olaylar çıktı. Bölgede güvenlik sağlanamadı ve hükümet otoritesi kurulamadı. (...) Mart - Nisan 1937'de olayların genişlemesi üzerine başlayan askeri harekât, 13 Eylül 1937'de sona erdi. İsmet İnönü harekâtın ardından olayların tamamen bastırıldığını, ayaklanmacılardan 250 kişinin ölü olarak ele geçirildiğini ve 1.000 dolayında kişinin de teslim olduğunu açıkladı. Ayaklanmacıları üç uçak filosu bombaladı." (Ana Britanica 10. Cilt S:57). Askeri harekâttan sonra"ayaklanmacıların" yargılanması 15 Kasım 1937'de bitti. Seyyid Rıza'nın da aralarında bulunduğu yedi kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı. Ama olaylar durulmadı ve çıkan yeni ayaklanmalar ikinci bir askeri harekâtla Eylül 1938'de bastırıldı.
Bu olaylarla ilgili "38" adlı belgesel film yapıldı...1937-1938 yıllarında Dersim-Tunceli'de yaşanan olayları; tanıklarıyla ve devletin resmi belgeleriyle günümüze aktardı. "38" filmi acıları paylaşılır kılmak ve azaltmak için çekildi. Travmaların bitmesini istedi ve sözü, olayları yaşamış tanıklara, devletin resmi kararlarına ve belgelerine, konuyu araştırmış uzmanlara, akademisyenlere bırakarak, belgesel oldu. Bu belgesel film; tarihe tanıklığın belgeselidir. Çayan Demirel'in "38" belgeseli geçmişin acısını, herkesle paylaşarak dindirmeye, belki de geçmişle "uzlaşmaya" adaydır.
2003-2006 yılları arasında çekilen belgesel filmde, şimdi 80'li, 90'lı yaşlarını yaşamakta olan Dersimlilerin gözünden o yılların olaylarını dinleyin... Çekilen filmde onlar da var, devletin resmi kayıtları da... Onlar dönemi ve olayları kendi hayatları ve tanıklıkları üzerinden hatırlayarak anlatıyorlar. Aslında pek çok yaşıtları gibi "unlarını elemiş, eleklerini duvara asmış " olmaları gerekirken, aksine tümü o dönemi ve olayları acıyla hatırlıyorlar. Hala acılarının yasını tutarak, o yılların geçmiş tarihine tanıklıkları nedeniyle belki de yaşadıkları sarsıntılar ve incinmeleri sürüyor...
O halde herkesin yaşanan travmaların ne olduğunu bilme ve geçmişle yüzleşme hakkı vardır ve bu hak herkese tanınmalıdır.
Seçilmiş travmaların yaşanması; bireyler, topluluklar ve onları çevreleyen toplumsal hayatın esenliği için kaygı verici olabilir. İşte herhalde bu kaygıdan olsa gerek; Kültür ve Turizm Bakanlığı belgesel filme yasak koydu. "38" Belgesel filminin Tescil ve Eser işletme Belgesi verilmesi ve halka gösteriminin sağlanması için T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yapılan başvuruyu kabul etmedi. Filmin gösterimi yasaklandı ve Bakanlık, Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu filmin gösterimi için "uygunsuzluk" kararı verdi.
Ama Çayan Demirel'in filmi davet edildiği festivallere katılmış, çeşitli kültür - sanat ortamlarında izleyicisi ile buluşmuştur. Böylece bu belgesel filmin"geçmişe tanıklık" işlevi olabileceğine dair çok olumlu gelişmeler yaşanmıştır.
Su, yolunda akıyor...Su, yolunu buluyor...
Kuşkusuz sadece "Dersim Olayları" değil, toplumda sarsıntılar, acılar yaratmış başka olgu ve olaylar için de duyarlılıklar geliştiren sanatçılar, dert edindikleri konunun ve merakın peşinden gidiyorlar. Sarsıntılarla yüzleşmek için, toplamsal birikim ve bilinç böyle oluşur.
Belgesel sinema, gerçeğin tek ve bir olduğu düşünüşüne kuşkuyla bakar. Gerçeğin ve çok yüzlülüğünün izini sürerek, kavrayışını olgunlaştırarak bunu sinema/belgesel sinema izleyicisi ile paylaşır. Sanatın, estetiğini yaratır. Belgesel sinema kendi sinema dilini bu yolla oluşturmuş olur.
Bir belgesel film, acının dillendirilmesi ve paylaşılması yoluyla, yas tutmaya ve yası kaldırmaya yeni bir dil ve yeni bir alan açabilir mi? Açabilir...
Seçilmiş travmaların sürekli yaşanmasının hızını kesmeye talip olabilir mi? Olmalıdır.
İşte "38" belgesel filmi bunu yapmaya çalışmış, ama bu çaba ve filmin gösterimi yasak...
Ülkemiz için sansür, geçmişle yüzleşmeye engel olmamalıdır.
Yaşadıkları travmalarla yüzleşmeyi başaran toplumlar geleceklerini kurdu ve kendi toplumunun önlerini açtılar.
Yüzleşmenin yüzü nedir?
Psikoloji ve sosyal psikoloji biliminin tüm ekollerinin birleştiği bir olgu var: "Bireyler ve topluluklar yaşadıkları acının yasını tutarak yaslarını tamamlayamazlarsa, sürekli seçilmiş travmalar yaşarlar". Ya da "İyileşecek yaraları olduğu sürece, geçmiş bu gün olarak kalır." (Gül Bahçesi filminden)
O halde....
Hiçbir devlet başkanı, yaşadıkları acıların yasını tutanlara göstere göstere ağlayarak, kendi seçtiği travmaları sürekli topluma yaşatmaya, geçmişle yüzleşme adına, geçmişin sarsıntılarını ve daha yasını bile bitirememiş acılarını, topluma tekrar tekrar yaşatarak siyaset yapmamalıdır.
Bir yandan geçmişle hesaplaşmanın ürünü belgesel bir filme konulan sansürleriniz, diğer yandan ağlamalarınız yüzünden "iyileşecek yaralarımızın sürmesi" üzerine kurulu politikalarınızı düşünürsek; acaba hangi yüzle ve hangi yüzünüzle geçmişle yüzleşeceksiniz? (Fİ/TK)