"Tek bir kişi kalsa bile hakikati haykıran, o hakikatin karşısında durulmaz"
Ariel DORFMAN
25-26 Eylül 2010 tarihlerinde Diyarbakır'da Diyarbakır 5 nolu askeri cezaevi gerçeği bir sempozyumla tanıklar ve pek çok katılımcı ile birlikte bir kez daha konuşuldu. 78'liler Girişimi çıplak gerçeğin tüm anlatılanlardan daha vahim olduğu gerçekliğinden hareketle Türkiye'de henüz örneği olmayan bir "Gayrıresmi hakikat komisyonu" görevini üstlenmiş oldu bu çalışmayla.
Başını Celalettin Can'ın çektiği ve pek çok gönüllüsünün olduğu "Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu" üç yıldır bu çalışmalarını yürütüyor.
İstanbul merkezli ve daha çok proje ve dış kaynaklı finanslar sağlanarak çalışan ve bölgeye sıkça gelen kimi stk'ların aksine, ağırlıklı olarak gönüllülük temelinde iş yapan bir komisyon Diyarbakır Cezaevi Gerçeği Komisyonu.
Kaynaklara göre 5000 insanın vahşetin tanıklığında ardı uzun mahpusluklara kadar varan ve çokçasını ölüm ya da sakat bırakıp, insan bedeninde derin travmalar yaratan bir süreçten geçtiği bilinen kısa adı "5 Nolu" olan Diyarbakır zindanı tutsaklarından 451 kişi ile birebir sözlü tarih çalışması yapmışlar.
Devletin Kürtler nezdinde Nazi Almanya'sındaki Temerküz Kamplarına benzer bir "Gösteri mekânı" gibi tahayyül edilen adeta "Anti-Kürt Askeri Okul"u 80'li yılların Diyarbakır Askeri Cezaevi.
2000'li yılların başında Ebu Gureyb Cezaevinde yaşananları insaniyet terazisine göre tartanlar için, 2010 Türkiye'sinde 12 Eylülün 30. Seneyi devriyesinde Diyarbakır zindanında yaşatılanların bir kez daha gündem tutması gerekiyor.
İşte tam da bu durum, Diyarbakır Cezaevi üzerinden Nazan Üstündağ'ın ifadesiyle "Bütünsel hakikatin toplumsal dolaşıma sokulması" anlamını beraberinde getiriyor. Kürtler üzerinden Türkiye bir kez daha yeni ve büyük bir hakikatle karşı karşıya! Sempozyumun ev sahiplerinden açılış konuşmacısı Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in çok haklı olarak vurguladığı gibi, tıpkı 1915 Büyük Ermeni Felaketi gibi, Şeyh Said kıyamı, Koçgiri, Dersim katliamları ve tabii ki Diyarbakır 5 nolu "Toplumsal hakikatin halkaları" olarak orta yerde duruyor.
Bir "Nüksetme" travması olarak parmak basıyordu Baydemir. Dönemin vicdanı veya dönem vicdansızlığını toplum vicdanında mahkum etmedikçe, nükseden bir travma...
Hukuki, siyasal, sağlık ve diğer başlıkların yanında; Diyarbakır Askeri Cezaevi üzerinden bir "Yüzleşme" sempozyumunda ben de "Gecenin Karanlığından Şafak Vaktine" oturumunda 5 nolu'nun edebiyata sanata yansıyanlarına özet ve kimi örneklemlerle değinme şansına sahip oldum.
Bugün artık bir mutabakatla kabul gören bir gerçekliktir ki; 2000'lerin Türkiye'si ve dünya düzleminde Kürtlük, siyaseten bir varoluş hali yaşıyorsa ve artık "resmi" kabul görüyorsa Kürtlük, bunda 5 nolu Diyarbakır zindanında yaşatılanların "rolü" ileri derecede kabul edilen bir gerçekliğe denk düşer.
Siyasal varoluşa bunca evsahipliği yapan bir mekânın ve cellatlarının, insan teki üzerinden insaniyetliği yok etmeye, ezmeye yönelik yaptıkları zulme karşılık, onca zulme uğrayanların edebi hikâyelerine yaşananlar ne denli yansıdı!
Sanırım bu edebi yansımaların henüz epeyce başında olduğumuzu ifade etmek bir başka gerçeklik. Bunda yeterince anlatamamak, hatta yapılanlara toplumun bir kesiminin inanmaması / inandırılamaması gerçekliği de var elbette.
Yazar Şebnem İşigüzel'in Resmi Geçit romanında Diyarbakır Cezaevinde yaşananları anlatan bir bölüm de vardır, olanca edebi çıplaklığıyla! Biri mesaj gönderir yazara; "Kürt hak eder, ama Türk bu kadarını yapmaz". İşte belki de "nüksetme" travmasına topyekûn bir bütünsel hakikat karşı duruşunun sırrı bu teze, bir karşı tez geliştirme mantığında yatıyor.
Paylaştım sempozyum izleyicileri ve katılımcılarıyla! 1988 yılı olmalıydı sanırım! Aziz Nesin, Yılmaz Odabaşı'nın o yıllarda Diyarbakır'daki kitapevinin konuğu olarak şehre gelmişti. Aziz Nesin'in kendi talebi üzerine 5 nolu'da yatmış kimi eski tutsaklarla görüşmek istemiş, görüştürülmüştü. 5 nolu'da yaşanan insanlık dışı vahşeti kimi çarpıcı örneklerle anlatmışlardı Aziz Nesin'e. Uzun süre eski tutsakları dinleyen Nesin; "Bir yazar olarak hayal gücümün çok geniş olduğunu sanırdım. Meğerse siz Kürtlerin hayal dünyası benden çok daha genişmiş" der. Bunun üzerine tutsaklardan Nuri Sınır "Hocam size anlattıklarımız hayal değil. Birebir yaşadıklarımızdır" demişti.
Sanırım bunun bir başka örneğini de Hasan Cemal'in Kürtler kitabının ilk 38 sayfasına konuk olan rahmetli Felat Cemiloğlu'nun cezaevi anılarında aramak gerek. Uzunca süre Felat Beyin bütün hikâyesini bir "nehir roman" formatı içinde yapmaya istekli olduğumu kendisine söylemiştim. Her defasında uygun bir dille ertelemişti.
Hasan Cemal'in Kürtler kitabı çıktıktan sonra gazeteler adeta kitabı bir yana bırakmış ilk 38 sayfadaki Cemiloğlu'nun cezaevi anlatısı tanıklığına kilitlenmişlerdi. Cemiloğlu, ticaret odası başkanı olarak PKK'ye yardım ve yataklıktan içeri girmiş ve çalışma arkadaşı Bedii Tan yanı başında içerde işkence ile öldürülmüştü.
Kendisine de dışkı yedirilmiş ve çıktıktan sonra sağlam dişlerini de tümüyle çektirip takma diş yaptırmış, sonra da soranlara "Genç olsaydım yapılanlara karşılık dağa çıkardım" demişti.
Diyarbakır'da Kürtler kitabı üzerine yaptığımız bir programda Hasan Cemal paylaşmıştı, "Kitabın ilk 38 sayfalık Felat Cemiloğlu anlatısı adeta ayrı bir kitap gibi algılandı ve o bölüm kitaptan daha çok öne çıktı. Ankara'da 'çok özel konukları' bu konuda bilgilendirmek durumunda kaldım. Antalya havalimanında tesadüfen karşılaştığım eski bakan Emre Gönensay (ki kendisi Kürt Bedirxanîlerdendir) kitabın girişini kastedip 'Bu kadarı da olmuş mu?' diyerek inanası gelmedi."
Rahmetli Felat Ağabey bana demişti ki; "Gördün mü yaşadıklarımı neden sana yazdırmadım. Sen bu işi yapsaydın, 'hain Kürtler bu kadar yalanı üzerimize atıyorlar', diyeceklerdi. Bak şimdi ittihatçı bir paşanın torunu olan Hasan Cemal yazınca nasıl ilgi göstermeye başladılar."
Şimdi bütün bu paylaşılanlardan sonra Diyarbakır Beş Nolu üzerine epeyce metinsel çalışmanın yapıldığını ve yazıldığını ifade etmeliyim. Benim bilebildiklerim kadarıyla: Mehdi Zana, Bayram Bozyel, Hasan Cemal, Fehmi Salık, Bubê Eser, M. Ali Ural (Ahmet Kaymak), Selim Çürükkaya, M.Can Yüce, Selahattin Bulut, Şerafetin Kaya, Yılmaz Sezgin, Orhan Miroğlu, Yılmaz Odabaşı, Harold Pinter, Edib Polat, Ruşen Sünbüloğlu, Mesut Baştürk ve Fevzi Yetkin-Mehmet Tanboğa tarafından; Dörtlerin Gecesi, Diyarbakır Gerçeği, Kamber Ateş Nasılsın, Diyarbakır 5 Nolu, Hadım, Gardiyan, O Türküyü Söyle, 12 Eylül Karanlığında Diyarbakır Şafağı, Dağ Dili, Diyarbakır Zindan Direnişi, Diyarbakır'da İşkence, Sayım Düzenine Geç, Bir Kürdün Eylül Defterleri, Dijvar, Kürtler, Lalo, Esat Polat ve Azad gibi kitaplar yazıldı...
Bu paylaşılan metinsel çalışmaların en başında Diyarbakır cezaevinde yaşananların kaleme dökülmesi anlamında "amentü" sayılabilecek bir metin olan ve şimdiye kadar altı baskı yaptığını ve çokça okunduğunu bildiğim Dörtlerin Gecesi'ni telaffuz etmeliyim. Ki o geceyi ve dörtlerin bedenlerini ateşe verişini görsel açıdan paylaşan bir performans da sempozyumun ikinci günü akşamı paylaşıldı.
Yine iki günlük sempozyum kapsamındaki "Gecenin karanlığından şafak vaktine" sergisinde yer alan Zülfikar Tak'ın siyah-beyaz çizimlerinin, 23 yıl önceki renkli ön eskizleri olarak telaffuz edilecek Arif Sevinç'in, Haberin var mı taş duvar resim tablolarından oluşmuş 24 sayfalık 1987 basımı katalog broşürünü paylaşmalıyım.
Çayan Demirel'in yapımcılığını üstlendiği ve birebir tanıkların anlatımından beslenerek oluşturulmuş Beş Nolu Belgesel'ini bu vesile ile vurgulamadan geçmek olmaz.
Yine edebi ve görsel dozu hayli yüksek Filiz Işık Bulut'un arka planında cezaevinin dışarıya yansıyan seslerinden beslenerek cezaevi yakınındaki yoksul evlerinden birinde dışarıya yansıyan cezaevi gerçeğinin hayata dokunan yüzünü yansıtan 26 dakikalık Deng-Sesler kurgu filmini mutlaka paylaşmam gerek.
Ve çokça medyatik olan aslında Genelkurmay'ın eleştirdiği ama "yeterince reyting alamadığı" sahte yalanıyla hızla yayından kaldırılan bir televizyon dizisi "Bu Kalp Seni Unutur Mu?"yu yarattığı etki ağı ve o ana kadar batı yakada henüz oluşmamış algıyı tersyüz ettiği noktadan özellikle vurgulamakta yarar var.
Bütün bu yazılı ve görsel okumalara rağmen Diyarbakır Beş Nolu gerçekliğinin edebiyata yansıyanlarının henüz çok başlarında adeta emekleme çağında olduğunu ifade etmeliyim. Diyarbakır 5 nolu'ya dair şimdiye kadar araştırmacılara-yazarlara-sanatçılara henüz açıl(a)mayan PKK ve devlet arşivlerinin açılmasıyla belki yeni ve sıkı metinlerin ve diğer sanatsal örneklerin oluşabileceği söz konusu olabilir. Tabi bunun mekânsal altyapısı da elbette Diyarbakır Askeri Cezaevi yani beş nolu zindanının geçmişe yönelik hafızanın ortaklaşması ve paylaşılması için yaşayan bir müze mekânı olarak insan hakları ve demokrasi müzesi şeklinde yeniden düzenlenmesi ile ilintilidir. Dünyada bu tür yüzleşme mekânları çokça var. Bunlardan bir kaçını biliyorum, gezdim. Mesela Kudüs'teki Yahudi Soykırım anıt müzesi, Berlin'deki tarih ve yüzleşme müzesi gibi.
Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu bu çalışma ve örgütlenmesiyle bir ilk adımı bihakkın atmış oluyor. Şimdi yine bu örgütlenmenin öncülüğünde o acıları yaşatanların dönemin cezaevi görevlileri, gardiyan askerleri, yargılamaları gerçekleştiren hâkim ve savcıları ve hatta dönemin siyasal iktidarları ve bürokratları ile hesaplaşmalarının tam da vaktidir. Faillerle hesaplaşılmadıkça acı her defasında yeniden "nükseder".
Şimdi artık "gayrıresmi hakikat komisyonu"nun Resmi Hakikat Komisyonu'na dönüşme vaktidir.
Unutulmamalı...
Ortada bitirilmemiş yas(lar) var... (ŞD/EÖ)
Fotoğraflar: Mustafa Sütlaş