Üzerinden çok uzun yıllar geçti. Yaşadıklarını anlatmayanlar, anlatmayanlar var (dı)...
Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevinden sağ çıkmışlar, işkence görmüşler, cezaevi duvarlarının dışındalar ve yıllardır "susmuş" tanıklar bu gün konuşuyorlar.
Duvarlarında "Türkçe Konuş Çok Konuş" yazan Diyarbakır Cezaevinde yıllarca nasıl yaşadıklarına, sağ kaldıklarına şaşarak, inadına hem Kürtçe ve hem Türkçe "çok konuşuyorlar"...Konuşsunlar, hem Kürtçe, hem Türkçe çok çok konuşsunlar.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin ve Diyarbakır Barosu'nun ev sahipliğinde, "Türkiye Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeği ile Yüzleşiyor" Sempozyumu, 25-26 Eylül 2010 tarihlerinde Diyarbakır'da yapıldı. 78'liler Girişimi tarafından oluşturulan "Diyarbakır Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu"nun üç yıldır sürdürdüğü çalışma sonucu 461 mağdurla yüz yüze yapılan görüşmeler, bu Sempozyumda görüşüldü...800 saatlik kayıt, 7500 sayfalık deşifreden çıkartılan bulguların, tıbbi, sosyolojik, psikolojik ve hukuki açıdan "ön değerlendirmeleri" yapıldı.
Tanıklar ve işkenceyi yaşayanlar konuştu. 12 Eylül 1980 sonrası Diyarbakır Cezaevinde yaşadıkları dehşeti, tanık oldukları vahşeti ve "zindan" hakkındaki "tanıklıklarını" anlattılar.
Anlattıkları tahayyül sınırlarını aşan, tahammülü mümkün olmayanın tarifi...
Diyarbakır cezaevi anlatılamaz, yaşanır, dediler. Gözümüzün içine baka baka...
Diyarbakır cezaevi; ölümü kurtuluş görmenin başka bir adıymış, dediler. Sakin ve öfkesiz ve yaşadıklarına hala inanmayarak...
Adalet için buradayız, dediler. Öç almak için değil!
Diyarbakır Cezaevinde yaşananlar, bu topraklar üzerinde ve hiçbir coğrafyada bir daha asla yaşanmasın, diye oradaydılar. Bu yüzden suskunluklarını bozdular, anlatıyorlar, konuşuyorlar ve adalet istiyorlar. Kimi affedecekler? Neden affedecekler? Kim ben devletim, işkence yaparım, yaptım ve özür dilerim dedi ki? Onlar kimi affetsinler?
Cezaevinde işkenceden kurtulmak için çareyi ölüm olarak görenler, onuruyla ölmeyi seçenler ve kendini öldürmeye karar verenler anlatıyor... Kafamı ranzanın kenarına vurup kendimi öldürsem... Ya öldüremezsem! Ölememe korkusunun, ölmekten daha zor ve ne kadar kötü olduğunu Diyarbakır Cezaevinde öğrendim, diyor. 3 üncü koğuş...124 kişi var, yatak sayısı 50. Kışın pencereler açık, yazın kapalı... Gece "hazır ol" vaziyetinde uyuyacaksınız. Hiç hazır ol vaziyetinde yatıp "hazır ol" vaziyetinde uyunur mu? Nasıl olur diye sormayın, uyunuyor, uyuduk işte, diyor... Cezaevinden çıktıktan sonra kendi evinde, kendi yatağında bile hala "hazır ol" vaziyetinde uyuyor...
İnanın böyle ve tahammülü imkânsız işkenceleri anlatan tanıkları dinleyince, tahayyül edemeyeceğiniz her eziyetin yapıldığına emin oluyorsunuz. Çünkü insanlar kendi yaşadıklarını ve insan onurunu en alçaltıcı biçimde ezmek için yapılan alçakça muameleleri, alçaklıkları ve tanık oldukları dehşeti anlatıyorlar. Yaşadıkları bu...
İnsan, onurlu ve kutsal bir varlıktır. İnsan haklarının korunması, insan onuruna gereken değerin verilmesi, ancak ve ancak adaletin herkesin güven duyabileceği bir şekilde gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilir. Bu nedenle ve tek cümle ile işkence suçu insanlığa karşı işlenen bir "insanlık suçu"dur. (YCGK 2002/8-191 Esas, 362 Karar ve 15.10.2002 günlü kararı) Diyarbakır Cezaevinde işkence sistemli olarak uygulanmıştır. Kürtlere yapılan zalimane muameleler ve uygulanan onur kırıcı davranışlar siyasal, felsefi, ırki nedenlerle bir plan doğrultusunda işlendiği için, bu suç insanlık suçudur.
Diyarbakır Cezaevi "gerçeği", unutulmayacak bir dehşetin ve asla affedilmemesi gereken bir vahşetin ta kendisidir. Sempozyum sonunda kaleme alınan "Sonuç Bildirgesi"nin en önemli saptaması şu: "Türkiye, 1980 Darbesi ile tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşadı. Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi, bu dönemin en önemli tanıklarından biridir. Bu cezaevinde yaşananlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir utancıdır. Bu utançtan kurtulmak için gerçekle yüzleşilmeli ve sorumlular cezalandırılmalıdır. Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan tekil bir olay değil, etnik hınç ve öfkenin askeri bir sistem içersinde uygulanmasıdır. Uygulanan vahşet ve zulmün amacı aşağılamak, kişiliksizleştirmek, Kürt kimliğini yok etmek ve Türkleştirmedir."
Varılan görüş birliğine göre, Diyarbakır Cezaevinde "insanlığa karşı işlenmiş suç" vardır ve yaşanmış olan vahşet; Kürt halkının kimliğine, onuruna ve varlığına saldırının utanç belgesidir. 25-26 Eylül 2010'da "Türkiye Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeği ile Yüzleşiyor" Sempozyumunda çizilen "yol haritası", aslında sadece yolun başlangıcıdır. Dehşet gerilerde bırakılmalıdır, ama asla unutulmamalı ve affedilmemelidir!
Diyarbakır Cezaevi gerçeğini yaratan sorumluları yargı yoluyla bulmak ve adaleti gerçekleştirmek, yargının işidir. Failleri cezalandırılmalıdır.
TBMM, Araştırma Komisyonu kurmalıdır. Diyarbakır Cezaevi "hakikati" ortaya çıkarmalıdır.
Diyarbakır Cezaevinde yaşanmış geçmiş vahşetin artık yeniden ve hiçbir yerde yaşanmaması, ama asla unutulmaması ve işkencenin, onur kırıcı davranışların, zalimane muamelelerin gerilerde kalması için, anayasada "insan onurun korunması ve asla çiğnenmesi" temel bir insan hakkı olarak yer almalıdır.
Diyarbakır Cezaevi yıkılmamalıdır. Ama artık tek çivi çakılmadan, tamiratlara son vererek, o zindanda yatmış tanıkların göstermesi ile binanın içi, koğuşlar, rögar kapakları, ranzalar, demir kapılar, tuvaletler, koridorlar... kısacası geçmişi hatırlatan her şey eski haline getirilmelidir. Diyarbakır'ın ortasında bir "utanç müzesi" kurularak "geçmişle yüzleşmeye" Cezaevi binasından başlanmalıdır.
Devlet, "utanç müzesi" yapacağı Diyarbakır Cezaevinin açılışında, geçmişte bu zindanda insanlık suçu işleyenler adına, önce mağdurlardan ve sonra hepimizden özür dilemelidir.
Cesaretiniz ve yüreğiniz varsa, utançla ve geçmişle yüzleşmeye, özür dileyerek başlarsınız...(Fİ/EÖ)