(Mektubun bir bölümü yapay zeka uygulaması ile seslendirilmiştir)
Malumunuz çalışma arkadaşlarım Dicle Müftüoğlu, Mehmet Şah Oruç ve Abdurrahman Gök ile birlikte altı aydır tutukluyuz. Muhtemelen bu uzun tutukluluk sürecini normal veya hayret verici görenler olduğu kadar “vardır bir suçları” şeklinde şüphe duyanlar da vardır. Hepsine, herkese eyvallah.
Kürt olmamızdan kaynaklı "suça meyilli" düşüncesinin "beyaz bir kafa" olduğunu hatırlatmak isterim. O yüzden de “acaba nedir suçları” diye merak dahi edemeyenlere kendi dosyamı açıyorum. (İsteyen avukatlarım üzerinden dosyaya ulaşabilir.)
Nereden başlayacağımı da bilmiyorum. Yaklaşık 23 yıldır bu mesleğin içindeyim, Soma’dan Amasra’ya, Bursa Metal Direnişi’nden Zonguldak Maden Faciası'na, İzmir Depremi’nden Roboski Katliamı’na ve en son Hatay, Antep, Adıyaman ve Malatya deprem bölgeleri olmak üzere Türkiye’de neredeyse gitmediğim, takip etmediğim olay kalmadı. Çok geniş bir haber kaynağı ve kendime göre büyük bir saygınlığa sahip olduğumu düşünüyorum. Az çok dost ve meslektaşım da buna tanıktır.
Bunları niye anlatma gereği duydum? Çünkü ailem, çalışma arkadaşlarım, meslektaşlarım ve haber kaynaklarıyla yaptığım telefon görüşmeleri “suç” olarak lanse ediliyor. Ancak “suç” nedir, kanıt nedir, ortada yok.
Olağandışı görülen telefon görüşmelerime rağmen, “gizliliğe çok riayet” ettiğim ve sosyal yaşamımı da “kılıf olarak” kullandığım savunuluyor. Üstüne üstlük tüm haber ve yazılarımın altında bulunan özgeçmiş bilgilerim, iki “gizli tanığa” yeni açığa çıkmış bir bilgi gibi savunuluyor. Yani özgeçmişim, gazetecilik geçmişim, “örgüt yöneticisi” olarak karşıma çıkıyor. Gizli tanıklardan birine göre ANF’de çalışıyorum, (ki bunda bir beis görmüyorum, çalışıyor da olabilirim) peki buna kanıt nedir?
Kanıt, 12 Temmuz 2019’da meslektaşım Hüseyin Aykol ile dayanışma amacıyla Twitter’dan (galiba şimdi X olmuş) paylaştığım mesajın ANF tarafından kullanılmış olmasıdır.
Evet, yanlış duymadınız. ANF ile tüm hikayem bu kadar. Mesajın içeriğine dair bir suçlama yok. Ancak üç defa okumama rağmen anlayamadığım şu cümleyle;
“…Kürt asıllı ve gazeteci olduğu, gazeteci ve Kürt asıllı kimliğini özellikle öne çıkarma çabası içinde olduğu, bu sayede Kürt asıllı olması ve gazeteciliğinden dolayı hakkında adli işlem yapıldığı düşünülmesi maksadıyla algı odaklı haber içeriğine yer verdiği…” bir “suç” işlediğim anlatılmaya çalışılıyor.
Ancak o kadar özensiz bir durum ki buradan Hüseyin Aykol’un Kürt olmadığını ve Manisalı olduğunu ben ispiyonlamış olayım. (Hocam kusura bakma lütfen☺️)
50 yıldır bu ülkede gazetecilik yapan Aykol’u ispiyonlamak da bana düştü, ne yapayım.
Başka ne var?
Şu var; benim birden çok kez “Harkuke” (neresidir bilmiyorum) alanına giderek Mustafa Karasu ile görüştüğüm ve talimat aldığım ileri sürülüyor. Ancak ne var ki iddia sahibi devamında “Şüpheli şahsın (benim için diyor) Habur Sınır Kapısı’ndan giriş çıkış kayıtları olmasa da örgüt üst yönetimi ile görüşmeler yaptığı(mı)…” söylüyor. Peki kanıt? Kanıt işte hayatımda hiç görmediğim bir “gizli tanık”. Hepsi bu.
Hepsi bu kadar mı? Tabii ki değil.
2014’te çıkan Kobanê olayları sırasında örgütün çağrısıyla Urfa Suruç’a gittiğim ve orada “eylemlere” katıldığım öne sürülüyor. Eylem ne? Ortada yok. Oysa bir gazeteci olarak tıpkı dünyanın dört bir yanından gelen meslektaşlarım gibi Suruç’ta olayları, çalıştığım Özgür Gündem gazetesi adına takip ettim. Öyle ya, gazeteci olay yerinde olmayacak da nerede olacak? Doğru ve objektif haber için gazetecinin bizzat görmesi, duyması, işitmesi görüntülemesi gerekmez mi? Yoksa ben mi yanlış biliyorum. Ya da şöyle sorayım; o dönem Suruç’ta olmayan kaç gazeteci var? (Olup da kendini saklayanlar, hepinizi tek tek tanıyorum ona göre☺️)
İlginç olan nedir biliyor musunuz? Çalıştığım gazetenin banka hesabı üzerinden hesabıma yatırdığı paranın şüpheli bulunması. Şöyle ki, parayı hesabıma yatıran kişinin (kendisinden izin alma şansım olmadığı için XXX diye yazıyorum) SGK kayıtlarında gazetenin idari işler müdürü olduğunun anlaşılması ve “…bu bağlamda şüpheli ile XXX arasındaki para transferinin ‘maaş ödemesi’ minvalinde olabileceği…” diye kayırlara geçirilmesi.
Burada “suç” tespiti yapılmayınca dosya savcısı bu kez XXX’i “…örgütün basın yayın faaliyetlerini yürüten şahıslardan olduğu tespit edildiğinden adli işlem gördüğü, bu kapsamda cezaevine girip çıktığı…” şeklinde peşinen suçlu ilan edilerek bir suç varmış gibi beni de irtibarsızlatırmaya çalışıyor.
Bu arada kriminalize edilen XXX’in kesinleşen bir cezası yok ve Türkiye’de yaşıyor. Bunun da ötesinde hani hukukta “suç şahsi”ydi. Mantığa bakar mısınız? “XXX suçlu olduğuna göre Sedat Yılmaz da suçludur.”
O zaman tüm meslektaşlarımı buradan uyarmış olayım. Maaşınızı almadan önce muhasebecinin sabıka kaydını isteyin!
Asıl bomba burada.
2015’te Bağımsız Gazetecilik Derneği (Punto24) ile Friedrich Ebert Stiftung Derneği Türkiye temsilciliğinin ortak organizasyonuyla “Hitler: Faşizmin yıkılışının 70’nci yılında Yahudi Soykırımı” üzerine bir grup gazeteciyle birlikte Almanya’ya gittik. Her iki dernek faal ve çok kıymetli işler yapmaya devam etmesine rağmen iddia makamının ithamları dudak uçuklatıyor:
“13.03.2015 ve 29.05.2015’te Punto24-Bağımsız Gazetecilik Derneği’den iki ayrı işlemde 1.500 TL aldığı, bahse konu derneğin ülkemiz aleyhine ve PKK/KCK Terör örgütüne müzahir yayınlar yapan gazetecilere burs verdiğini bilindiği, bu gazetecilerin çeşitli etkinlikler düzenlediği,
10.04.2015-29.04.2015’te Friedrich Ebert Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nden ‘vize masrafları’ açıklaması ile iki ayrı işlemde 404 TL alındığı,
Şahsın 01.04.2015-09.04.2015 ve 12.04.2015-18.04.2015 tarihleri arasında yurtdışında olduğu, bu bağlamda yukarıda adı geçen derneklerin mali desteğiyle Almanya’ya gittiğinin değerlendirildiği…”
Bu gezi dolayısıyla havaalanında bir takım örgüt üyeleriyle giriş-çıkışlarımın örtüştüğü ve dolayısıyla bunun planlı bir ilişki olduğu varsayılıyor.
Diyeceksiniz bunun Der Spiegel ve ARD ile bağlantısı nedir? Şöyle ki Gezi kapsamında bu iki basın organının hizmet binalarına giderek çalışma şekilleri, koşulları, mesleki faaliyetlerine dair bilgi ve tecrübelerinden faydalandık. Punto24 ve Friedrich Ebert Stiftung Dernekleri’ni “ülke aleyhine PKK/KCK’ye destek” vermekle itham eden bakış açısı yarın öbür gün, “bahse konu” Der Spiegel ve ARD yayın organlarının ülkemiz aleyhine ve PKK/KCK örgütüne müzahir yayınlar yapan gazeteciler yetiştiriyor, eğitiyor ve destekliyor” soruşturma da başlatması mümkün.
Kulağa karpuz çekirdeği düşürmeyeyim ama yine de Der Spiegel ve ADR’nin meslektaşlarım Türkiye’ye gelmeden önce iki kere düşünsünler. Günün sonunda benim koğuşuma düşmek de var.
Bu arada ekleyemeden geçemeyeceğim. Der Spiegel’in mimarisine ve çalışma şekline ARD’nin yerleşkesine hayran kaldım. Sanırım o güzel çalışma ortamını bir kez daha görmek benim için hayal oldu. Ancak yolu düşen meslektaşlarıma tavsiye ederim, gidin görün harika ortamlardır. Çok şey öğrendim.
Tamam bitiriyorum... İddianamemi satın aldım. Son olarak şunu belirteyim, iddianamemin çıktığını duyunca Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne 16 Ekim 2023’te dilekçe yazarak iddianamenin ve dosya içeriğinin ekleriyle birlikte tarafıma verilmesini istedim.
Mahkeme olumlu yanıt verdi. Sincan 2 No’lu F Tipi İdaresi, ilgili personel aracılığıyla iddianamenin sayfa sayısının çok fazla olduğunu, (bu arada 70-80 sayfa) belirterek fotokopi ücretini ödemem halinde belgelerin verileceğini iletti. Mecburen bu belgeyi imzaladım ve ne kadar ücret kestiklerini henüz fişini getirmedikleri için bilmiyorum. Ama anlayacağınız iddianamemi paramla satın aldım. Nasıl! Adalete erişim muhteşem değil mi? Ama ben kendimi şanslı görüyorum. Zira tutukluluğumun sekizinci ayında kısmetse mahkeme yüzü göreceğim. Burada bir buçuk yıldır daha mahkeme yüzü görmeyenleri görünce “Türk Milleti Adına” kendimi şanslı gördüğümü dile getirmeliyim. İşte sevgili dostlarım, benim iddianamem ve sevgiyle kalın.
GAZETECİ SEDAT YILMAZ'A YENİ İDDİANAME
Az sayıda bankacılık işlemi, örgüt üyeliği suçlamasının gerekçesi oldu
(HA)