Yazının birinci bölümü...
6 Mart 2011, bu gün Pazar... Pazar günü sabaha karşı iki gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık hakkında "tutuklama" kararı verildi.
Cumartesi günü saat 16.00'da başlayan savcılık ve Mahkeme önündeki sorguları ondört saat sürdü.
İki gazeteci Savcılık tarafından "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma" suçundan tutuklanmasına karar verilmesi isteğiyle mahkemeye sevk edildiler.
T.C. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250.Maddesi ile Görevli) Hâkimi gazetecileri sorguladı. İki şüpheli gazetecinin ve gazeteci "şüphelilerin" altı avukatı Mahkeme salonunda yerlerimizi aldık. Dinleyiciler bölümünde iki gazetecinin dostları ve diğer avukatları... Sohbeti, gülmesi, takılması, ciddiyeti, tutanak yazdırması ve verilen aralarla sabahı ettik ve iki "şüpheli" haklarında ileri sürülen suçlamaya karşı sorgulandı.
İki gazetecinin haberleri, gazetecilikleri, kitapları, söyleşileri mesleklerinde geçirdikleri sıkıntılar, meslek ilkeleri, gazeteciliğe bakış açıları, dik duruşları, muhalefetleri, meslektaşlarının onlar hakkında söyledikleri, yıllar önce sorulanlar, yıllar önce yaptıkları haberler, yıllar sonra nasıl haber yapacakları, niyetlerinin ne olduğu, yazılmamış kitapları, kitaplarının içeriği, neyi neden öyle ve nasıl söyledikleri, kimlerle konuştukları ve kimlerle konuşmadıkları... Kısacası, hayatları sorgulandı. Onlar, hayatlarının gazetecilik olduğunu sürekli tekrarladı. Hayatları, hayat arkadaşları eşleri ve çocukları...
Bizler içeride, günün aydınlanmasını görmüyorduk ama gün ışıdı.
Şüpheliler Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın üzerine yüklenen silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan haklarında yeteri kadar tutuklama müzekkeresi çıkarılarak tutuklanmalarına karar verildi.
Biz altı avukat onları orada öylece bıraktık ve çıktık...
Yazının ikinci bölümü...
Türkiye'de basın özgürlüğü yoktur. Politikacıların ve siyasal iktidarın söylemi artık şöyledir; biz yargının işine karışmayız. Ama çok üzüntülüyüz. Bir an önce sonuçlansın istiyoruz, olup bitenlerden biz sorumlu değiliz.
6 Mart 2011 bu gün Pazar... Ahmet Şık'ın gazetesi yok ama gazeteci arkadaşları var, Nedim gibi... Bilgi Üniversitesinden gelen akademisyen arkadaşları var ve yazı yazdığı çeşitli web siteleri var... Gazeteciler ve arkadaşları sabaha kadar beklediler mahkeme kapısı önünde... Bir umut, bu da geldi geçti diyerek alıp gidecekleri arkadaşlarını beklediler...
6 Mart 2011 bu gün Pazar... Nedim Şener'in gazetesi Milliyet'in başlığında bu ülkenin Cumhurbaşkanının resmi ve kocaman kelimelerle sözleri: "Kaygı duyuyorum"
Cumhurbaşkanı demiş: "Yargının, hâkim ve savcıların işine karışmam söz konusu olamaz. Ancak olup bitenleri takip ettiğimde intibaım şu ki; kamu vicdanında kabul görmeyen bazı gelişmeler oluyor. Bu hal, Türkiye'nin geldiği ve herkes tarafından takdir edilen görüntüsünü gölgelemektedir. Bundan kaygı duyuyorum".
Kaygı duyun Sayın Cumhurbaşkanı... Çünkü Cumhurbaşkanı olduğunuz bu ülke, kaygı duyulacak ve yaratılan korkularla yaşanacak bir ülke haline dönüşmüştür. Artık bu ülke ceza tehdidi altında yaşanan ve basın özgürlüğü olmayan bir ülkedir.
Basın özgürlüğü var mı yok mu? Artık siyasal iktidarın yeri bellidir. Asıl sorun gazetecilerindir. Çünkü gazeteciler bu toplumun gözü kulağı ve kamuoyunun bekçisidir. Toplumun gözü, kulağı ve kamuoyunun bekçileri cezaevlerine gönderiliyor...
Yazının üçüncü bölümü...
Artık basın özgürlüğünü ilgilendiren haberler yazmayın. Hem Türkiye'de basın özgürlüğü vardır ve tamdır (!).Yargının işine karışılmaz. O artık bağımsız ve tarafsızdır. Kimse yargıya talimat veremez.
Başka haberler yazın, başka haberler verin ve toplumu biraz aydınlatın. Türk örf ve adetlerinden bahsedin... Örneğin artık "kına" ve "kına yakmak" üzerine haberler yapın:
Kına (Lawsonia inermis), kınagiller (Lythraceae) familyasından, yaklaşık 2.60 metre boyunda büyük çalı ya da küçük ağaç şeklinde tanımlanabilecek Kuzeydoğu Afrika kökenli bir bitkinin yapraklarının kurutulup öğütülmesiyle hazırlanan tozdur.
Bazı kabilelerin törenlerinde bu tozu kullanılır. Tırnak ve parmakların boyamasında kullanılır. Kına ile erkekler saç ve sakallarını, kadınlar ise saçlarını ve ellerini boyarlar. Bazen ağrılara iyi geldiği söylenir.
Türk-İslam geleneğinde; sağlık, güzellik ve geleneksel törenlerde özel bir yeri vardır. Türk örf ve adetlerinde gelin ve damatlara, askere gönderilen erkeklere kına yakılır. Dede Korkut Hikâyelerinde geçen kına, Türk inançlarında adanmış olmanın işaretidir. Bunun içindir ki; "vatana kurban olsun" diye asker adayına, "Allah'a kurban olsun" diye kurbanlık koçlara, kına yakılır. Düğün törenlerinde gelinin baba evinde kalacağı son gece "Kına Gecesi" yapılır. Gelini ağlatmak için söylenen ağıtlarla birlikte kına yakılır.
Halk arasında ve edebiyatta ise, birinin uğradığı kötü duruma çok sevinilmesi üzerine "vücudun bir yerine" yakılması tavsiye edilen tozdur.
Kına yakın... (Fİ/EÖ)