Sınıf arkadaşlarının kanısına göre İslam kurallarına aykırı giyinen ve koyu renkli makyaj yapan Mounia lezbiyen eğilimler de gösterdiği savıyla tartaklanır.
Brüksel’de okumakta olduğu lisenin edebiyat öğretmeni Amal öğrencisine hemen sahip çıkar fakat bu davranışı yalnız fanatik öğrencilerin değil, okulda söz sahibi, İslam Dini öğretmeninin de tepkisine yol açar.
Eşcinselliğiyle tanınan, şiirlerinde hedonizme ağırlık veren ve hamriyyâtı ile öne çıkan klasik Arap edebiyatı temsilcisi Ebu Nuvas’ın sınıfta okutulması bardağı taşıran damla olur ve gericiler çoğu zaman olduğu gibi çareyi tehdit ve şiddete başvurmakta bulur.
Mesele aslında yabancı bir memlekette kendini azınlıkta hissetmekten kaynaklanmaktadır; din kolaylıkla tutunulabilecek, aidiyet hissini besleyebilecek ve kendini zayıf hissedenler için zırh, hatta silah vazifesi görebilecek bir araçtır.
Lubna Azabal’ın ustalıkla canlandırdığı aydın Amal karakteri sempatik oyuncuya Tallinn BNFF’de en iyi aktris ödülünü hakkıyla kazandırdı.
Yönetmen ve senaryo hanelerinde adını gördüğümüz Jawad Rhalib genç beyinlerin tesir altına alınışını kıvraklıkla işlerken su gibi akan film boyunca nefesimizi tutmamıza sebep oluyor. Kör gözüm parmağına deyimi film için uygun gibi görünse de cesur sinemacı Avrupa’daki vaziyetin filmdekine birebir uyduğunu ifade etmekten de geri durmuyor.
2023 Belçika - Fransa ortak yapımı 112 dakikalık kurmacada oyuncu kadrosunu oluşturanların tümü büyük bir muvaffakiyetle rollerinin hakkını verirken dinamik bir belgesel izliyor hissine kapılabiliyoruz. Azimli, idealist ve misyonuyla bütünleşmiş Amal’ın laik eğitim hususundaki sağlam duruşunu takdir etmemek mümkün değil!
Yönetmen Rhalib’in geçenlerde Marakeş Uluslararası Film Festivaline dahil olan Doğduğumdan beri (Puisque je suis née/Since I was born) adlı belgeseli de kayda değer bir film. 13 yaşındaki kız çocuğu Zahra Fas’ın Atlas dağlarındaki köyünde istikbalinin geleneksel hayat yüzünden çok da parlak olmayacağının farkındadır. Müşkül şartlarda da olsa eğitimini evden uzakta sürdürmek üzere ailesini zar zor ikna etmişken bölgeyi sarsan deprem kendisini olduğu kadar seyirciyi de tesir altında bırakıyor.
“Kutsal Bakire”
Meryem Ana figürünün hem Hıristiyanlık hem de Müslümanlık’ta kabul gören imajı Mısır’da farklı dinlere mensup iki cemaati birbirine yakınlaştırıyor gibi görünse de hakikat bundan epeyce uzakta.
Azınlıkta olan Hıristiyanlar Müslüman çoğunluğun baskısını mütemadiyen üzerlerinde hissederken Müslümanlar da adeta bir özveride bulunurcasına Hıristiyan azınlığa “hoşgörü” ile yaklaşmakta ve cemaatler arasındaki bazen gizli, bazen aleni gerginlik şiddete de dönüşerek devam etmekte.
Kendilerini coğrafyanın kadim halkı sayıp firavunların soyundan geldiklerine inanan Kıptiler için Meryem Ana’nın temsil ettikleri Kutsal Bakire, Kıptiler ve Ben (La Vierge, les Coptes et Moi/The Virgin, the copts and Me) adlı evlere şenlik belgeselde hicivle işlenirken bazı kanayan yaralara parmak basmakta da muvaffak olunuyor.
Siyasal çıkmaza düştüğü zaman Meryem Ana’nın zuhurunu halkın dikkatini dağıtmak için pişkinlikle sömüren Mısır iktidarına belirli bir mesafeden bakabilen zıpır yönetmen ve senaryo yazarı Namir Abdel Messeeh seyirciye gayet eğlenceli anlar geçirtiyor.
Katıldığı muhtelif festivallerde ödüllere layık görülmüş ve bilhassa seyircinin takdirini toplamış 2011 Katar, Fransa ortak yapımı 85 dakikalık belgesel insanın ailesini, cemaatini ve inancını layıkıyla sorgulayabileceğini, hatta gerektiğinde tabularla dalga geçilebileceğini de ispatlıyor.
İroni gücü yüksek yönetmenin Meryem Ana’ya bir puta taparcasına inanan köylü akrabalarını hipotetik bir zuhur sahnesini canlandırmak için sinema oyuncularına dönüştürmesi bir yana, memleketteki kadın erken eşitsizliğini, epeyce eskimiş ahlak ve namus kalıplarını layıkıyla teşhir ettiği muhakkak.
Filmde “kadınlar arasında en mükemmel olanı” ve “ideal anne” sıfatlarıyla tasvir edilen Meryem Ana’nın muhtelif vesilelerle zuhur etmesini odağına alan oyuncaklı belgeselde genç sinemacıya en büyük desteği annesinin vermesi ise manidar.
Son filminin çalışmalarına devam eden yönetmenin zengin dünyasının yeni dışavurumlarını görmek için sabırsızlıkla bekliyoruz…
Duse deyince akan sular duruyor
Bazıları için tiyatro aktrisi Sarah Bernhardt’dan üstün bulunan, oyunculuğu Actors Studio’nun önde gelen eğitimcilerinden Lee Strasberg’e ilham verdiği bilinen Eleonora Duse günümüzde etkisini hissetirmeyi sürdürüyor.
Vefatının 100’üncü yıldönümünde çekilmiş Duse: En büyük (Duse: the Greatest) adlı belgesel 1858 doğumlu öncü sanatçıya saygı duruşunda bulunuyor. Kendisi de oyuncu olan Sonia Bergamasco’nun hem yönettiği, hem de senaryosunu yazdığı 93 dakikalık belgesel bizi mazinin karanlık dehlizlerinde dolaştırıyor. Roma Film Festivalinde seyirciyle buluşmuş 2024 İtalya yapımı eser, gezegenin muhtelif köşelerine dağılmış malzemelerle Duse hakkındaki sır perdesini aralamaya çalışıyor.
Fotoğraflar, hakkında araştırma yapmış olanlar, kendisinden ilham almış oyuncular dışında Duse’den geriye kalan tek filmin görüntüleriyle sanatçının analizi yapılıyor, oyunculuğunun özellikleri masaya yatırılıyor.
Dünyanın muhtelif kentlerindeki performansları onu çok meşhur bir sima haline getirmiş, ABD’deki vefatı sonrasında New York’ta naaşı dört gün boyunca hayranlarının ona veda edebilmesi için sergilenmişti.
Oyunculuğunu herhangi bir metoda dayandırmadığını söylese de Duse’nin sanatını, felsefe dahil sağlam temellere oturttuğu ve daima geliştirmek üzere mütemadiyen çalıştığı malumdu.
Makyaja pek yüz vermeyen Duse’nin sade görüntüsü oyunculuğuna da yansıyor, performanslarını teatral duygusallıkla özdeşleşen Fransız ekolünden uzak bir doğallıkla gerçekleştiriyordu. Benliğini adeta yok ederek sahnelerde boy göstermesi sağlığı açısından da riskli neticelere yol açıyordu.
Martha Graham, Amy Lowell ve Eva Le Galliene dahil, ondan esinlenenlerin listesi uzadıkça uzuyor.
Belgeselde de zaten bazı hususi eşyalarını muhafaza eden çağımız oyuncularından Ellen Burstyn ve Helen Mirren da Duse’ye olan minnet duygularını cömertçe ifade ediyorlar.
Belgeselin akışında sık sık karşımıza çıkan Duse’den elimizde kalmış tek filmden sekanslarda da, bir sessiz sinema örneğiyle karşı karşıya olmamıza rağmen oyuncunun büyük jestlerle değil, asgari ifadelerle kendini ortaya koyması çağdaşlığını ispatlıyor zaten.
Filmin sonunda, yönetmen Pietro Marcello’dan çok ümitli olmasam da Duse hakkında yeni bir film çekildiğinin müjdesini alıyoruz. Efsanevi oyuncuyu Valeria Bruni Tedeschi’nin canlandırıyor olması yüreğime su serperken heyecanla beklemeye koyuluyorum…
(MT/EMK)