“Tarzan geliyor!”
Çocuk aklımla, Burgaz’daki Adalar Su Sporları Kulübünü şereflendireceği açıklanan Johnny Weissmuller’in filmlerindeki genç haliyle karşımıza çıkacağını sanıyordum. Hatta kafamda oluşan senaryoda, kulüpteki gurur vesilemiz üç katlı tramplenden denize ilkel mayosuyla atlarken müthiş çığlığını atacağı da vardı.
Fakat ziyaret sırasında beklentilerimin ancak bir kısmı gerçekleşebildi. Tamam, Weissmuller A.B.D.’de yüzme ve su topunda başarı kaydetmiş atletik bir maziye sahipti; Tarzan filmlerinde de esnek kaslı bedenini cömertçe teşhir ederken, ağaçtan ağaca akrobatik hareketlerle malum şekillerde uçmayı gayet iyi beceriyordu.
Fakat 70’li yılların ortalarına gelmiştik. Meşhur aktör artık epeyce yaşlanmış ve formdan düşmüş gibiydi; yine de tramplene çıkabilmiş ve ona eşlik eden kulübün yöneticilerinin ısrarıyla attığı klasik Tarzan çığlığıyla aşağıda biriken kalabalığı nispeten tatmin edebilmişti. Soyunarak tramplenden suya atlaması ise kesinlikle söz konusu olmadı.
Aradan takriben on sene geçtiğinde 1904 Avusturya-Macaristan İmparatorluğu doğumlu Weissmuller, Acapulco'da vefat etmiş, Burgaz adasındaki A.S.S.K.’nin trampleninin yerinde de yeller esiyordu.
Tamam, kulübün tramplen sorumlusu, Makedon kökenli Golia Çalmof da belirli bir yaşa gelmiş ve bu arada fazla öğrenci yetiştirememişti.
Çoğu soydaşı gibi, Osmanlı döneminden kalma Bulgar azınlığın ferdi sayılan başarılı antrenör Golia’nın elinden marangozluk da geldiği için inşasında mühim rol oynadığı eski tramplen lodos yüzünden çoktan yıkılmış, yerine yapılan estetikten nasibini pek almamış son tramplen ise usul usul çürüyüp ortadan kaldırılmıştı. Geçen zamanla adada hem zanaatkârlık mumla aranır hale gelmiş, hem de coğrafyanın onuru sayılması gereken mülti-etnik yapısı fazlasıyla zayıflayarak günümüze cılız bir şekilde ulaşabilmişti.
Tıpkı Atlayışçılar (I Tuffatori/The Divers) başlıklı belgeselde Boşnak Goran Fink’in ifade ettiği şekilde, kimsenin dine ve milliyete ehemmiyet vermediği dönemler adeta geride kalmıştı.
Yönetmenliğini Daniele Babbo’nun üstlendiği İtalya yapımı 74 dakikalık fllm, yalnız bulunduğu Mostar’ın değil, tüm Bosna’nın sembolü olan, Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin’in yapısı tarihî Osmanlı köprüsünden Neretva nehrine atlayanları tanıtıyor.
Balkan medeniliği
“Savaş öncesi Ortodokslar ve Katolikler de atlardı!” diye devam ediyor, bedeninin bir yanında Mareşal Tito’nun çehresi, diğer yanında cami dövmesi bulunan yaşlı Goran. Yugoslavya’nın çökme sürecinde yaşanan savaşta patlayıcılarla havaya uçurulan değerli anıtı odağına alan belgesel, savaş travmalarını atlatamamış, tercihi çoğulcu ve barışçıl toplumdan yana olan Mostar’lı Müslümanlar’a söz hakkı tanıyor.
46 yıldır köprüden atlayan Miro lakaplı Semir Kazaliç savaş vandalizminin kurbanı olmuş eski köprüden atladığını hatırlıyor: “Askerlikte memleketimi korudum. Harp sırasında Hırvatlar’la değil Ustaşalar’la, Sırplar’la değil, Çetnikler’le savaştım!”
Semir savaşın aklını, sinirlerini, psikolojisini mahvettiğini, savaşta birçok çocukluk arkadaşını yitirdiğini, hayatta kalan birçok kişide travmaların oluştuğunu, uyuyabilmek için uyku hapı kullanmak zorunda kaldığını belirtiyor.
Mümkün olduğunca eskisine sadık olarak yeniden inşa edilen köprünün alışılmış tarihî görüntüsüne kavuşması için zamanın üzerinde bırakacağı izler sabırla beklenirken, tarihle iç içe olunan değerli yerleşim merkezi Mostar’ın atlayışçı performanslarının izlenebildiği dünyadaki tek tarihî yer olmasından gurur duyuluyor. (Eski Galata köprüsünün yerine İstanbul’a empoze edilen ucubelerden bizim gurur duymamız ne mümkün!)
Torino Film Festivaline iştirak etmiş belgeselde atlayışçılar tarafından Türk kahvesi sevildiği kadar, bira da memnuniyetle tüketiliyor; ovadaki cami silüetlerinin yanında heyula gibi bir haç yerleşim merkezine tepeden hâkim.
Erkek bedeninin çekiciliği
Zevkle seyredilen belgeselde yönetmen ölçülü bir tavır sergilemiş olsa da erkek bedeninin çekiciliğini bir nebze değerlendirmeyi bilmiş denilebilir. Ne de olsa 80’li yılların başlamasıyla tekrar muhafazakârlaşmış dünyadan erkekler de nasibini aldığı için slip mayoyu özler olmuştuk.
Çocukluğumuzda, hatta ergenliğimizde de, yalnız A.S.S.K.’de değil, Burgaz ve bütün adalarda, hatta bütün Türkiye’de sadece sporcular değil, tüm erkekler slip mayoyla deniz sefası sürmüyor muydu?
Yüzyıllar boyunca süren özgürleşme mücadelesinin kazanımlarını bir anda çarçur etmek yazık değil mi?
Amerika Birleşik Devletleri’nde slip mayoyu tekellerine almış gibi görünen geylerle özdeşleştirilmemek üzere çoğu erkeğin şort mayoya sığınması garip!
Ya A.B.D.’nin Florida sahillerine yapılan bir ziyaret sırasında İstanbul’lu saygın bir ailenin muhtelif nesillerden fertlerinin plajda slip mayoyla gezinmesiyle etraftakilerin gizlice gülüşmesine ne demeli?
Her ne kadar geçtiğimiz aylarda The Guardian tarafından yayımlanmış bu makalede slip mayonun tekrar moda olabildiği belirtilse bile kaç kişinin buna cesaret edebildiği de merak konusu.
Yugoslav kültürünün yerel halkları epeyce etkilemiş olmasından dolayı mıdır bilemiyorum, ama Mostar’lı Müslüman atlayışçı erkekler, kadınlı erkekli turist gruplarının giyinik şekilde dolaştığı şehir merkezindeki köprüde slip mayolarıyla rahatça gezinirken kimse de buna garipseyerek, tiksinerek veya eleştirerek bakmıyor; hatta atraksiyonun bir kısmı bu homoerotik görüntüden kaynaklanıyor denilebilir. Kahramanlarımızın, vücutlarını cömertçe teşhir ederken ölçülü bir narsizimden beslendikleri de belli.
Atlayışçıları yalnız kendilerini suya bırakışları sırasında değil, bilhassa atlayış öncesi hazırlık yaptıkları veya dinlendikleri mekânda da yakından takip ediyoruz; cinsel bölgenin muhtelif formlarının slip mayoya has ince kumaş dokusu yüzünden belirgin şekilde sezilmesinden kamera asla gocunmuyor.
Nehirdeki suyun seviyesi mevsimine göre değiştiğinden atlayışçılar 20 ile 24 metre arasındaki yükseklilerden kendilerini bırakıyorlar. Balıklama değil de çivileme atladıklarından bilhassa bacaklardaki kılcal damarlar zedeleniyor, suya sertçe çarpmanın sonucunda zamanla kronik izler oluşabiliyor.
Suya çarpma anının etkisini azaltmak için kimisi neopren kıyafet giyiyor, kimisi çift slip mayoyla idare ediyor, kimisi ise mayosunun içine, poposunun altına sünger koymayı düşünüyor; ama herkesin sektirmeden uyguladığı tek hareket suya girme anında iki eli kavuşturarak cinsel bölgeyi korumaya alma hareketi: “Çocuk sahibi olmak istiyorsan kendini koru!”
Ayrıca, bilhassa ıslandığında iyice ağırlaşan bermuda şort boyutundaki çift katlı mayoların bedeni dibe doğru çektiğini, slip mayoyla çok daha hızlı ve atik yüzülebildiğini kim inkâr edebilir?
Su şifadır
Suyun sihrini iliklerimizde hissetme imkânı tanıyor Atlayıcılar adlı belgesel. Son yıllarda, Burgaz’daki kulüp dahil, adalarda, sonbaharın ilerleyen aylarında, hatta kışın Marmara denizine yüzmek için girenlerin artması boşuna değil (Hepsine acil şifalar!)
Neretva’nın suyu buz gibi olduğundan kahramanlarımız atlamadan önce vücutlarında oluşabilecek termal şokun etkisini azaltmak için şişelerle soğuk su dökünüyorlar.
Atlayışı gerçekleştirmeden önce gayet sakin olmaları, amaca yönelik konsantrasyonlarını had safhada tutmaları şart. Bazen kuvvetle esebilen rüzgârın itici gücünün de hesaplanması önemli çünkü havada dengeyi kaybetmenin olasılığı yüksek. Bu iddialı hareketi yaparken kararlı olmak da mühim; kendinden çok emin olunmayan bir anda atlamanın faturası yüksek olabiliyor.
Mostar’lı erkeklere özenip köprüden kendini bırakmaya meraklı turistler de tanıyoruz şirin belgeselde. Tecrübeli atlayışçılar hevesli ziyaretçileri eğitmekten geri durmasalar bile yaralanma ve sakatlanma ihtimali yüksek olanlara kesinlikle atlamamaları yönünde telkinde bulunuyorlar.
Uçmanın ayrıcalığını hissetmek herkese kolay kolay nasip olmuyor!
Tabii ki gezegenimizde çok daha fiyakalı, iddialı ve tehlikeli atlama noktalarını da bu arada unutmamak lazım.
Memlekette işsizlik var
Fakat işin eğlenceli gibi görünen yanı dışında, madalyonun diğer yüzüne de şahit oluyoruz: Bosna-Hersek’teki benzer örnekler gibi Mostar da savaş sonrası ekonomik olarak belini kesinlikle doğrultamamış bir yerleşim merkezi. Gençler kendilerine bir istikbal öngöremedikleri için gurbete gitmek zorunda kalıyorlar; Mostar’ın gelecekte bir yaşlılar yurduna dönüşme ihtimali şimdilik yüksek.
Üstelik milliyetçi ayrımcılığın ve kutuplaşmanın güdümündeki coğrafyada inanılması güç bir tıkanma yaşandı ve daha da yaşanacak gibi duruyor. Mostar’da 12 senedir yapılamayan Belediye seçimi ilk defa daha geçenlerde, 20 Aralık 2020’de gerçekleşti fakat sandıktan çıkan sonuç çözümsüzlüğün süreceğine işaret ediyor.
Atlayışçı cesur kahramanlarımızın çoğu idealist bir güdüyle Mostar’ın acılı sembolü Stari Most’u, vücutlarını, dolayısıyla sağlıklarını ortaya koyarak gündemde tutmaya çalışıyorlar. Oysa onlar da turistlerin vereceği bahşişe, katılacakları şampiyonadan elde edecekleri mükâfata talim edebiliyorlar.
Halkları birleştirme fonksiyonu yüklenmiş köprü onlar için barış ve uyum içinde yaşanan bir dönemin hatırası, ayrıca babadan oğula aktarılan bir geleneğin riskli sahnesi.
Keşke A.S.S.K. de sportif faaliyetlerine kuruluşundaki idealist ivmeyle devam edebilse ve tramplen yok edilmeseydi!
Böylece biz de adrenalin aşkına Büyükada’nın arkasındaki Neandros’ta sarp kayalara tırmanarak denize atlamak zorunda kalmazdık! (MT/EMK)