Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yalnız önemli yetkilere ve büyük bir servete değil, etkileyici fikirlere de sahip. Geçen hafta bir nikahta yine etkileyici fikirlerini dile getirmiş. Evlenen çiftten en az 3 çocuk beklediğini söylemiş ve eklemiş, ''Gerisi Allah kerim.'' Gayet basit, "1, 2, 3" ve "Allah kerim." Etkileyici bir bağlantı, değil mi?
Başbakan etkileyici bağlantıları şöyle kuruyor: "ülkenin ve milletin nitelikli nesillere ihtiyacı" var ama "Türk milletinin kökünü kurutmak için çalışanlar, milletin yaşlanması için gayret sarfedenler" de var. Bu "kök kurutucular" karşılarında kararlı ve çok duyarlı bir başbakan buluyorlar. Başbakan diyor ki, "Bugünkü nüfus artışına göre 2037'de Türkiye nüfusunun yüzde 60'ı 65 yaşın üzerinde olacak... Bunun için, duyarlılığı olan bütün kardeşlerimi hassas olmaya, bu konuda dikkatli olmaya özellikle davet ediyorum. Sorumluluk mevkisindeki bir insan olarak, Başbakan olarak, vatanımı, milletimi çok sevdiğim için böyle bir hassasiyeti her gittiğim nikahta, toplantıda hatırlatıyorum.''
Başbakan Temmuz ayında Bursa'daki bir nikahta, ("bir nikahta bu lafların işi ne?" demeden) kurduğu bağlantıları, "ille de 3 değil, en az 3" diye daha da açmıştı: ''Ama benim bir vasiyetim, tavsiyem var. O da şu; bu şekilde kurulmuş bir aile, böyle güçlü bir aile, özellikle ruh kökleri açısından böyle güçlü bir ailenin bu ülkeye, vatana, millete faydalı nesil yetiştirmesi lazım. Onun için de benim hep tavsiyem şu; en az 3 tane çocuk diyorum.
Tabii burada birinci derecede görev, Merve kızımızın. İkinci derecede Cüneyt'in. Ama en az diyorum, 3 demiyorum. Bunu inanarak, bilerek söylüyorum. Şu anda Türkiye'nin nüfus artış hızı 1,4'e düşmüştür. Bu, şu demektir; 2037-2038, bu yıllarda Türkiye'nin nüfusu yüzde 60 oranında 60 yaşın üzerinde olacak. Yani yaşlı bir Türkiye. Şimdi genç Türkiye ile övünüyoruz ve bu genç Türkiye'nin biz kalıcı olmasını istiyoruz. Zira insan her şeydir. Yaradılmışların en şereflisi olan insan, genç, dinamik bir millet. Bunu kalıcı kılmamız, geleceğe taşımamız lazım.''
Mayıs ayındaki açıklamaları da benzerdi: "Biz de şimdiden diyoruz ki bir yanlışlık başladı. Eğer böyle giderse 2038'de durumumuz kötü. Bu durumu düzeltmemiz lazım.'' Başbakan Erdoğan ''Yavrularımız aynı yastıkta kocasınlar. Biliyorsunuz, benim talebim, en az üç tane olmasıdır. Bazıları adresi şaşırıyor. Ben 'üç' demedim, 'en az üç' dedim. Nüfus artışı 2,5'un üzerinde olmalı. Belki ödül de koyarız bu işe, belli olmaz'' dedi.
Başbakanın kurduğu bağlantıları biraz daha açmakta yarar var. Başbakan eğer siyasetçilerin, zenginlerin, bakanların çocuklarının nikahlarına değil de, emekçilerin toplantılarına katılsa ve daha açık konuşsa, belki "yahu neden 3 çocuk?" sorularına şöyle yanıtlar verebilirdi.
Neden 3 çocuk?
3 çocuk çünkü birini tersaneye vereceksin. Tersanede boğaz tokluğuna çalışacak. Er ya da geç bir iş cinayetine kurban gidecek. İkinci çocuğu madene vereceksin, maden işçisi olsun. Madeni yeryüzüne çıkarmak için ter dökerken er ya da geç bir patronun keyfiliğine maruz kalacak. Burası Türkiye, Şili'deki gibi canlı yayında onu yer altından canlı çıkaranlar olmayacak. "İş kazası" ve "kader" denip geçilecek. Üçüncüyü tarikata vereceksin ki, ilk ikisinin yolunda gitmesin. Paşa paşa büyüklerinin sözünü dinleyen efendi biri olsun. Kardeşleri gibi ölmediğine şükretsin, kardeşlerine dua etsin. Duasını başbakandan ve diğer efendilerden de eksik etmesin...
Çok değil mi?
Çok değil. En az 3 çocuk çünkü çocukların da çalışacak, evin kalkınacak. Erkenden iş sahibi olacaklar, işsiz güçsüz kalmayacaklar, sana duacı olacaklar. Biri büyüyünce saygıdeğer bir işadamının şantiyesinde özel güvenlik görevlisi olacak, üniformasıyla gözleri dolduracak, komşuları kıskandıracak. Maaşı az olacak ama nasılsa herkesin maaşı az olacak çok yakın gelecekte. Özel güvenlikte ya, gerekirse ölmeyi de bilecek. Kamuya hizmet etmek kolay değildir.
İkincisi büyüyünce belediyede çalışacak. Kadrolu olmayacak, ama belediyede çalışmak önemli bir iş. Belediyenin taşeron firmalara hep gereksinimi olacağına göre, bu çocuğun işi hiç eksik olmayacak. Asgari ücretle bir güzel geçinip gidecek. Yağmur bastırıp ortalığı seller alınca Kurbağalıdere'ye düşen işçi gibi gümbürtüye giderse, yapacak bir şey yok. Kamu hizmeti kolay değil.
Üçüncüyü erken yaştan evlere temizliğe göndereceksin. Evleri tertemiz yapacak, insanları mutlu edecek. Temiz bir işi olacak, temiz para kazanacak. "Ben niye okuyamadım?" gibi sorularla uğraşmayacak, mutlu olacak. Çalışsın, kazansın, şükretsin...
Ama 3 çok!
Elbette ki değil! 3 çocuk gerek çünkü birini taş attı diye Nazi Almanyası icadı panzerle telef edecekler. İkinci çocuğu duvara yazı yazdı diye alacaklar. Manisalı gençlerin yaşadıkları neymiş, yaşayacak anlayacak. Üçüncüyü doğal olarak az biraz sakınacaksın ki, ilk ikisinin yolundan gitmesin. Çalışıp çabalayıp üniversiteye göndereceksin. Üniversitede toplumda gördüğü haksızlıklara sessiz kalamayıp protesto eylemlerine katılacak.
Eyleme katılınca, YÖK düzeninin üniversite için gerekli gördüğü polislerin saldırısına uğrayacak. Belki satırlı bir ülkücüye veya şansına elinde silah alnında dövme olan birine denk gelecek. Kader böyle ise, yapacak bir şey yok elbette. Belki de 3 çocuk daha yapman gerekecek.
En az 3 mü?
Elbette "en az 3 çocuk" ama koca başbakanı dinleyen yok ki. Bakın, geçmişten örnekler vereyim. Biliyorsunuz, ara ara geçmişten örnek veriyorum, referandum öncesinde de verdim, hem de gözlerimde yaşlarla... Bakın, çocuğun biri üniversite öğrencisi, ODTÜ'ye gidiyor. Ama ODTÜ'de boyundan büyük işlere karışıyor. Sırtından vuruyorlar. Elde var bir. Bu cinayeti protesto etmeye gelenlere polisi jandarmayı saldırtıyorlar. Genç bir er vuruluyor, ölüyor. Etti mi iki? Sonra ne oluyor? "Daha bıyığı terlememiş", "yaşı küçük", "kanıt yok" demeden bir oğlanı idama götürüyorlar. İşte mantık ortada, uygulama ortada.
Bu ülkede tek çocuk ile olmaz. PVSK sağlam, polisimiz sağlam; "dur emri", "terörist", her neyse, kılıfına uydurur, vurur. Ünlü olmak, gözde olmak da işe yaramaz. Bak, Nobel aldı, ülkesinde yaşayamaz oldu. Bilge olsan, eşi bulunmaz olsan da fark etmez. Bak, Pelitli'den bir tüysüzü İstanbul'a getirip neler yaptırdılar. Belediye başkanı olsan, ne fark eder; kelepçeler sıraya sokarlar, içeri atarlar, gazeteler boy boy fotoğrafını basar. Milletvekili olmak bile işe yaramaz; onun da yolu var.
Boşa demiyorum, en az 3 gerek, en az 3! (SD/EÖ)