Koca bir yılı daha geride bıraktık. Her yeni yılda bin umutla bağlandığımız hayatlarımız ne yazık ki avuçlarımızdan akıp gidiyor.
Her şey "üç çocuk" hikayesiyle başladı. Oysa biz zaten üç çocukla doğmuştuk. Birincisi yani büyük olan "devlet çocuk". En çok onu sevmiştik. İlk olduğu ve bizi koruma kollama görevi ona verildiği için. Kuşkusuz o velinimetti. Büyüyecek ve bize bakacaktı. Dolayısıyla iyi beslenmesi, iyi bakılması gerekti. Besledik, büyüttük, kayıtsız şartsız sevdik. İleride devlet baba olacaktı...biz anne oldukça o baba oldu. Anneleri en çok o vurdu. Küçük anneleri sokakta dövdü, büyük anneleri evde yaraladı, iş annelerini işyerlerinde emeklerini bitap bıraktı...ona sığındık hani koruyacaktın dedik, hani kollayacaktın dedik, hani haklarımız dedik. Üç çocuk daha doğurun, dedi. Evinizi, birincil görevlerinizi, anneliğinizi, kadınlığınızı bilin, dedi. "Oturun !"
Ortanca çocuk uysal mı uysal "baba çocuk"tu. Onu sevmesek bile saygıda kusur etmemek gerekti. Bakımı zordu. Kendinden büyük devlet çocuğu hep kıskandı. Her şey onundu, o eskilerle idare etmek onun bıraktıklarıyla yaşamak zorundaydı. Malum devir ekonomi devri. Şımarıkça bir hasetle büyüyen baba çocuğun saygısında kusur edilmemeliydi. Kibri büyük, nazarı öteki dünyada yakıcı mı yakıcı bir alevdi. Aile denen erkandan o sorumlu tutuldu. Zira yükü ağır bırakılmıştı. Oyuncakları namus çanlarından bezeliydi. Biz anne oldukça o baba oldu. O büyüdükçe elleri de büyüdü. Sonra o vurdu anneleri. Küçük annelerin namus bekçisi, büyük annelerin bedenlerinin elçisi, iş annelerinin bilmem kaçıncı mesai tellağı...hani bizi saklayacaktın, bütün kötülüklerden sen koruyacaktın...büyüyen ellerinle bizi gömdün, sonra aileni korumak için ilk kötülükleri sen anlattın. Hani cennet ayaklarımızın altındaydı, sen cennetimizi susturdun... " Susun!"
En son çocuğumuz, aşkla beklediğimiz bütün kırgınlıklarımızı, kızgınlıklarımızı yok etme gücü olduğuna inandığımız, kazara değil bizzat istediğimiz "koca çocuk"tu. Doğar doğmaz ayaklarımızı yerden kesen, bize yepyeni yaşamları vaat eden, bundan sonra üzülmek yok artık ben varım diyen bir heyecanla girdi yaşamlarımıza. Emanet bir bedeni nam'la taşıyıp us'la ehlileştirmenin gururuyla büyüdü koca çocuk. En güzel yemekleri onun için pişirdik, sonra gürbüz çocuklar doğurduk onlara, çamaşırlarını yıkayıp, kolayla ütüledik en beyaz gömleklerini. Günlük nefesimizin en tazesini bitirene dek çalıştık. Çünkü görev demişti ortanca baba çocuk. Yapılması gerek dedi koca çocuk. Biz anne oldukça o "koca" oldu. Müşterek bir hayatı birlikte büyütecekken bütün Müş'ler bizim oldu. Ona ise terekte izlemek ve üstüne aferinler vermek düştü. Biz aferinlerimizle küçülürken onun gövdesi büyüdü. Büyüyen gövdeler canlarımıza kast etti. Sonra bütün anneleri teker teker öldürmeye başladı. Anneler ( kadınlar ) ölüyor ey cihanın muhteremleri.
Hikayemiz böyle bitmiyor elbet. Beklide başlangıcındayız yazısız bir güncenin. Evet yeni bir 8 Mart yaklaşırken hüzünlü koskocaman bir tablo duruyor önümüzde. Devlet ve hane halkı iktidarının kıskacında giderek umutları yok eden bir politikayla yaşamaya çalışıyoruz.
Kadınlar adına meramımızı anlatırken bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden ve ajanslardan derlediği Ocak ayı şiddet raporu yayınlandı. Buna göre Ocak ayında 12 kadın, dört çocuk ve üç erkek öldürdü. 2012'nin ilk ayında erkekler 26 kadın ve iki çocuğu yaraladı; 10 kadına tecavüz etti, beş kadını seks işçiliği yapmaya zorladı; 35 kadını taciz etti.
Geçtiğimiz yıl ortalama her ay buna benzer haberleri okuduk. Kadına yönelik şiddetin ve hak gasplarının yüzde bin dört yüz arttığı düşünüldüğünde durumun vahameti hakkında hala gözle görülür elle tutulur pek bir şey yapılmadığını söyleyebiliriz. Hal böyle devam ederken iktidar "aile" ile ilgili muhafazakâr söylemlerini sürdürmeye devam ediyor.
Gündemin önemli bir tartışma konusu olan "dindar nesil yetiştirme" meselesini bir de toplumsal cinsiyet perspektifinden okumak gerek. Çünkü sorun sadece çocukların ne olup ne olmayacağı değildir. Zira iktidarın kadının asli görevinin sorumlu anne ve eş olduğuna ilişkin hatırlatmaları, kamusal ve özel alanda kadını hizaya getirmeye yönelik geliştirdiği politikaların bir sonucu olarak düşünülmelidir.
Çocuk yetiştirme yükümlülüğünü tamamen kadınlara görev olarak addeden sorunlu anlayış politik olarak da desteklenmektedir. Kadınlardan beklenen sistemin bekasını ideolojik ve kültürel olarak sürdürecek çocuklar yetiştirmektir. Dolayısıyla kadın yine nesneleştirilmiş ve araçsallaştırılmıştır.
Bu söylemlere karşıt olarak verilecek yanıt "çocuklarımızı istediğimiz gibi yetiştiririz" olmamalıdır. Elbette istediğimiz gibi yetiştiririz. Fakat daha geçtiğimiz ayın cinayet verileri yanı başımızda dururken sorunun çok daha derinlikli olduğunu gözden kaçırmamak gerektiği düşüncesindeyim.
Kadınları (anneleri) içine alan bu söylemleri dindarlık kaygısı üzerinden yorumlamaya kalkarsak önemli ideolojik imgeleri görmezden geliriz. Ki bu her şeyden evvel toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirilmesine yönelik bir vurgudur.
Başımızda hâlihazırda üç çocuk varken, yenilerini doğuracak mıyız? (BA/ÇT)