1908, yani II.Meşrutiyet, geleneksel temeller üzerine kurulu Osmanlı toplumunun sosyal, siyasal, eğitim, hukuk, gibi alanlarda farklı bir yapılanmaya girdiği bir dönemi anlatan simgesel bir tarihtir.
Ancak, dönemin hakim anlayışında -ki bu anlayış 19.yüzyılın hakim anlayışıdır, Osmanlı da bundan azade değildir- kadınlara verilen en önemli rol, annelik ve annenin toplumsallaştırma işlevidir.
Toplumların bekası için hem yeni kuşakların yetiştirilmesinde, hem de toplumsal kodların iletilmesinde kadınlar, annelik rolleri nedeniyle, toplumsal projelerde merkezi öneme sahip oldular. Geleneksel cinsiyet rollerine yapılan vurgu, "evi geçindiren erkek" ve "ev bakımını üstlenen kadın" olarak biçimlenmişti.
Kadınlara biçilen rol: Geleneksellikle modernlik arasında denge kurmak
Bu görüşler Osmanlı modernleşmesinde ve daha sonra Türk milliyetçiliğinde de kendini buldu. Terimleri ve çerçevesi erkekler tarafından tanımlanan bu modernleşmeci zihniyette, kadına bir birey olarak bakmaktan ziyade, biçimlendirilecek bir nesne olarak bakılmıştır. Üstelik toplumda her açıdan hızlı bir değişim yaşanıyordu. Bu değişimde kadınlara biçilen rol, geleneksellik ile modernlik arasında dengeyi kurmaktı. Aile, ulusun ahlaki bir ünitesiydi, kadın ise bu üniteyi bir aradan tutan en önemli unsur olarak görülüyordu. Kadınlara bir yandan modernleşmenin taşıyıcılığı rolü veriliyor, diğer yandan bu rolün sınırları erkekler tarafından sıkıca çiziliyordu.
Değişen hukuk
Meşrutiyet döneminde eğitimin yaygınlaştırılması, ilk öğretimin zorunlu olması gibi uygulamalar başlatılmış, kadınlar için eğitim kurumları açılmıştı. Kız rüştiyelerinin 6 yıllık kız ilkokullarına dönüştürülmesi, kız öğretmen okullarının açılması, 12 Eylül 1914'te İstanbul'da bir kız üniversitesinin açılması dikkat çeken oluşumlardı.
Kadın erkek eşitliğinin ilk yasaları arazi üzerindeki miras işlemlerinde eskiye göre kadınlara eşitlik getiren 1856 tarihli Arazi Kanunnamesi'ydi. 1911'de Ceza Kanununda yapılan değişiklikle, erkek de kadın gibi hapis ve para cezasına tabi oluyor, 1917'de çıkarılan Hukuk-i Aile Kararnamesi ile -yürürlükte iki yıl kalsa da- evlilik birliğinin kurulmasında ilk modern uygulamalar başlatılıyordu..
Meşrutiyet döneminde kadın hareketi
Kadın hareketi, bir toplumun maddi ve ideolojik koşulları kadar, o toplumdaki kadın hareketi mücadelesinin çapına ve niteliğine de bağlıdır. Türkiye'de kadın hareketi farklı dönemlerde farklı sorunlarla eklemlenerek biçimlenmiştir. 19. yüzyılın başında siyasal, toplumsal ve kültürel yapıya hakim olan geleneksel dinsel içerik, her alanda etkisini gösterdiğinden, kadınların yaşamı geleneksel-İslami ataerkillik içinde, özel alanla sınırlanmıştı. Bu yapı, dünyada yaşanan değişimlerin izlerini siyasetten iktisada, her alanda Osmanlı toplumunda da göstermeye başlamasıyla farklı bir aşamaya geçti.
Meşrutiyet döneminde modernleşme çabaları daha ileri bir aşamada devam etti; ataerkillik bu kez modernleşme çabalarıyla farklı bir sürece girdi. Kadınların başkaldırıları ise, elde edilen kazanımların da etkisiyle bir harekete dönüştü ve süreç içinde bağımsız bir kadın hareketine tanık olundu. Bu dönemde milli bir kimlik oluşturma çabalarının örnekleri ve kadınları bu çerçevede konumlandırma istekleri de bulunmaktadır.
Kadın dergileri ve dernekleri
Meşrutiyet döneminde yaşanan değişim ve gelişim süreçlerine koşut olarak, hak ve özgürlük taleplerini gündeme getiren kadınlar, erkeklere nazaran bulundukları konumu sorgulayarak bir kadınlık bilinci geliştirdiler. Kadın dergilerini ve derneklerini bu yönde kullandılar.
Kadın dergilerinin sayısı Cumhuriyet'e kadar 40'a ulaştı: Başlıcalarını Hanımlara Mahsus Gazete, Şüküfezar, Demet, Mehasin, Kadın, Kadınlar Dünyası olarak sayabiliriz. Bu dergiler kadınlara kendilerini birey olarak ifade etme, sorunlarını dillendirme ortamını sağladı. Her kesimden kadınların yazma ürkekliğini, çekimserliğini gidermede, taleplerini iletmede ve sesini duyurmada önemli işlev gördü. Erkeklerle kendi durumlarını kıyaslayan, bu duruma isyan eden, kadınlar, Şüküfezar, Kadınlar Dünyası gibi sahibi, yazı kadrosu, hatta mürettipleri bile kadınlardan oluşan dergiler çıkardılar.
Aynı tarihsel süreç içerisinde 30'a yakın kadın ve yardımlaşma derneği kuruldu. Dernekler bireysel talepleri örgütlü birliklere dönüştürmede, sorunların çözümünde, ortaya konulan önerileri uygulamaya geçirmede yardımcı oldu. İlk kurulan dernekler savaşların açtığı yaraları sarmaya yönelik yardım dernekleriydi. Dernekler arasında kız çocuklarının eğitiminin temel amaç olarak alındığı, kadınların iş yaşamına girebilmeleri için mesleki eğitimin verildiği dernekler de vardı. Osmanlı Türk Kadınları Esirgeme Derneği, Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti Hayriyesi, Biçki Yurdu gibi dernekler benzer amaçlarla, atölyeler, terzi evleri açarak, kadınların istihdam olanaklarının geliştirilmesi için onlara beceri kazandırmaya çalıştı. Asri Kadın Cemiyeti, Cemiyet-i Nisvan Heyet-i Edebiyesi, Teali-i Nisvan Cemiyeti Kırmızı-Beyaz Kulübü gibi örgütler kadınları çeşitli açılardan bilgilendirme, bilinçlendirme amacına yönelikti. Ulviye Mevlan tarafından kurulan Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-u Nisvan Cemiyeti (Osmanlı Kadınının Hakkını Savunma Derneği) ise Kadınlar Dünyası (1913-1921) adlı yayın organı ile Osmanlı feminist hareketine bir örnek oluşturdu.
Kadınlar çözümü kendilerinde arıyor
Kadın dergilerindeki yazılara baktığımızda kadınların çözümü kendilerinde aradıklarına şahit oluruz: "Evet Osmanlı erkeklerinden bazıları bizi, biz kadınları müdafaa ediyorlar; görüyoruz; teşekkürler ederiz. Biz Osmanlı kadınları kendimize mahsus inceliğimiz, kendimize mahsus adat ve adabımız vardır, bunu erkek muharrirler bir kadının anlayacağı ruhla anlamazlar. Lütfen bizi kendi halimize bıraksınlar, hayallerine oyuncak buyurmasınlar. Biz kadınlar hukukumuzu bizzat kendi çalışmamızla müdafaa edebiliriz." (Konuyla ilgili olarak bkz: Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, 1994)
Bu dönemde kadınlar konferanslar da düzenlediler. Örneğin, 1911 yılında İstanbul'da bir konakta, "Beyaz Konferanslar" adıyla düzenlenen, sayısı onu geçen bir dizi konferansın 300'ü aşan katılımcısı vardı.
Meşrutiyetten cumhuriyet dönemine
Cumhuriyet dönemiyle, Osmanlı dönemi arasındaki en önemli kopuş, kadınların kamusal alana yoğun biçimde çıkmaları, çeşitli meslekleri icra edebilmeleri, siyasal haklarını kazanmaları, yurttaş olmalarıdır.
Ancak bu yeni durum, ataerkillik temelinde şekillenen zihinsel ve yapısal sürekliliklerle çevrilmiştir. İslami ataerkiliğin yerini, batılı ataerkillik, ulus-devlet ataerkilliği almıştır artık. Başta bahsettiğim geleneksel cinsiyetçi kalıplar yeni toplumla, rejimle eklemlenmiştir. Çünkü, patriyarkann ideolojisi tüm toplumlarda, tüm dönemlerde aynıdır, değişmez.. Kadınların ev içi emek sömürüsü devam eder, cinsel olarak bedenine el konulur, varlığı ve vatandaşlığı çeşitli kültürel normlarda ve yasalarda ikincil olmaya devam ettirilir.
Cumhuriyet döneminde de bu patriyarkal ideoloji pek değişmez. Öyle ki, bir yandan kadınların kamusal alana çıkmaları teşvik edilirken diğer yandan ise, denetimden çıkabilecekleri korkusuyla, bu çıkış devlet politikalarıyla denetlenip sınırlandırılırlar. Bu denetlemenin izlerini aile, nüfus ve istihdam politikalarında ve bu amaçla çıkarılan yasalarda somut olarak görebiliriz.
Erkek kardeşin rejimine isyan eden kadınlar
Kadınlar Cumhuriyet rejiminin kendilerine yeni kamusal roller oynama cesaretini ve fırsatını veren çeşitli reformlardan olabildiğince yararlandılar. Reformlar özel alanın katı sınırlarını gevşetmiş, kadınlara kamusal alanı açmış, statülerini yükseltmişti. Bu süreç içinde kadınlar yeni rollerini benimsediler, modernleşen ülkeye hizmet ettiler. Ancak erkek kardeşin rejimine isyan eden kendi bildiğini okumaya çalışan Halide Edip, Nezihe Muhittin gibi kadınlar da yok değildi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren kadınlar Cumhuriyetin birer destekçisi olarak çeşitli derneklerde yer aldılar. Halk Evlerinde çalıştılar. Yayıncılık faaliyeti bu dönemde de devam etti.
Kemalist modernleşme projesinde üstlerine düşeni yapan kadınlar kamu alanında erkeklerle eşit olmaya çalışıyorlardı. Ama bu alanda kadın bağımsızlığının kesin sınırları vardı. Modernleşmeci devlet kendi çıkarına aykırı gördüğü anda kadınların eylemlerini dizginleyebiliyordu.
Kadınlar bir yandan kamusal alana çıkmaları için teşvik ediliyorlar, eğitimlerine önem veriliyor, çeşitli meslekleri icra etmeleri için önlerindeki engeller kaldırılıyor, diğer yandan, denetimden çıkabilecekleri korkusuyla eylemleri devlet politikalarıyla denetlenip sınırlanabiliyordu.
Kadınlar Halk Fırkası'nın kapatılması
Bu duruma en önemli örnek olarak Kadınlar Halk Fırkasının kapatılması olayı verilebilir. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra, Haziran 1923'te, kadınlar siyasal hakların elde edilmesi için bir mücadele başlatmışlardı. Çıkardığı Kadın Yolu isimli dergiyle, bu doğrultuda çalışan Nezihe Muhittin ve arkadaşları bu amaçla Kadınlar Halk Fırkası, isimli bir de siyasal parti kurmuşlardı.
Ancak Anayasada her erkek Türk seçme seçilme hakkına sahiptir gerekçesi gösterilerek kadınların parti kurmasına izin verilmemiştir. Hemen sonra partinin ilkelerini ılımlaştırarak kurdukları Türk Kadınlar Birliği de aynı akıbetten kurtulamamış, Uluslararası Kadınlar Birliği'nin 12.Kongresinin ev sahipliğini yaptıktan hemen sonra tek parti döneminin uygulamaları yüzünden kapatılmaya zorlanmıştır.
1930-1950 yılları arasında süren "tek parti dönemi"nin otoriter niteliği, yeni kadını kendi amaçları için biçimlendirmek ve dizginlemek istemesi yüzünden bağımsız bir kadın hareketinin oluşması ve gelişmesi önlenmiştir.
Otuz yıl bir kadın yayını Kadın Gazetesi'ni (1947-1979) çıkaran İffet Halim Oruz, bu gerçeğe 1954 yılında, kadınların parlamentoya en düşük temsilci oranının gerçekleştiği seçim sonrasında, şöyle parmak basıyordu:
"Bizlere artık Kadınlar Birliğine ne lüzum var. İşte Halk Evleri kurulmuştur, orada kadın, erkek milletin yetişmesi bahis mevzuudur diyenlerin başında Kemal Atatürk vardı. İnkılapçı görünenlere katıldık. Fakat bu formül muhakkak ki, kadınlığımızı hem teşkilatsız hem de mücadelesini başka yönlerden yürütmeye sevk etmiştir.... Ancak kadın inkılabı korunmamıştır. Bu aksaklığı gidermek için iki yol vardır. Ya Atatürk'ün kadınlık için açtığı yoldan yürünülecek ya da kadınlık tam teşkilatlanacaktır."
Benzer bir örnek, aynı bölgeden bir başka ülke olan Mısır'da, Nasır iktidara geldikten sonra yaşanmış, bağımsız feminist hareketler yasadışı sayılmıştı. Kadın hareketinin tam anlamıyla bağımsız olarak değil de, iktidarın ulusal bir yan kolu olması tercih edilmişti.
Türkiye'de kadınların partiyarkal yurttaşlık anlayışını sorgulama konusunda çekingenlikleri, 1980'ler sonrasında ortaya çıkan bağımsız kadın hareketinin ortaya çıkışıyla mümkün olabilmiştir. Önceki yıllardan söylem, eylem ve kurum açısından farklılaştığı için tanım da farklılaşacak, kadın hareketi yerine, feminist hareket veya kadın kurtuluş hareketi olarak adlandırılacaktır. (SÇ/TK)
* Serpil Çakır, İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi. Osmanlı Kadın Hareketi kitabını yazarı.
* Arabaşlıklar bianet tarafından eklendi.