"Bilakis bugün büyük ve umumi bir tiyatro salonundan kadınlığa bu kadar mahrem bir mevzudan bahsetmek ve bu mevzuu dinlemek için bu tiyatroda Osmanlı kadınlarından mürekkep muhterem ve büyük bir kitle bulmak. Bunlar iftihar edilecek şeylerdir.
"Bugün bu saat ben size böyle hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yapıyoruz, demektir.
"Bu tarihçeyi torunlarımız bir konferans dolduracak kadar uzun ve iftiharla yaptıkları zaman bizim aciz fakat hüsn-i niyet ve samimiyetle dolu bin müşkülatla elde edilen mücadelemizden de bahsedeceklerdir."
Yukarıdaki ifade, Halide Edip'in 1913'te yayınlanan Mektep Müzesi Dergisi'nde çıkan "Yirminci Asırda Kadınlar" başlıklı yazısından alınmıştır.
Halide Edip, yazısında, 100 yıl önceki kadın mücadelesinin bilgisini verirken, bu mücadelenin tarihini araştırmayı biz kadınlara bir şekilde vasiyet etmektedir.
Türkiye'deki kadın tarihi hangi alanlarda, hangi sorularla, incelenmiştir. Aşağıdaki yazıda bu alanlardan örnekler verilmeye çalışılacaktır.
Feminist hareket, feminist teori
Türkiye'deki feminist belleğin oluşturulması, toplumsal ve akademik ortamın farklılaştığı çeşitlendiği 1980 sonrası döneme tekabül eder.
Bu dönemde genişleyen sivil toplum alanının da katkısıyla kadına ilişkin çeşitli konular ve sorunlar kamuoyuna taşındı, yaklaşımlar çeşitlendi, kadın örgütlerinin sayısı artmaya başladı, yeni bir feminist bilinç oluştu.
Kadın hareketi eylem ve söylem düzeyinde özel ve kamusal alanı tartışır, sorunları gündeme getirirken, feminist araştırmacılar da bilimi çok boyutlu olarak ele almaya başladılar.
Feminist sosyal bilimcilerin açtığı yoldan ilerleyerek, Türkiye'deki feministler de bilimlerdeki cinsiyetçiliği, cinsiyet körlüğünü ortaya çıkardılar.
Bilimi yalnızca erkeklerin deneyimlerini tanımladıkları bir alan olmaktan çıkarmak, kadınların kendilerine ait deneyimleri görünür kılmak ve kendileri için kendileri adlarına bilgi üretmek için harekete geçtiler.
Bilimlere kadın bakış açısından baktılar. Özellikle kadın tarihi üzerinde çalışanlar bu alanda önemli katkılar yaptılar.
Kadın tarihi, feminist tarih, toplumsal cinsiyet tarihi
Tarih, kadınların bilimler içinde en önem verdikleri bilim dalı oldu. Kadın deneyimlerinin tarihe kaydedilmediği anlaşıldı. Bunun nedenleri tartışıldı.
Kadınlar tarihte etken rol oynamamışlar hükmüne varmaktan ziyade "niçin kadınlara ait tarihte bilgi bulunamıyor", "Kadınlar tarihte gerçekten yoklar mı", ya da "kadın deneyimlerini tarihte yakalamak mümkün mü" sorularını formüle ettiler.
Kadınları tarih içinde görünür kılmak, onlara kendi tarihlerini kazandırmak, kadın gücünün ve etkinliğinin nasıl engellendiğini ortaya çıkarmak başlıca amaç oldu.
Toplumsal cinsiyet, toplumsal ilişkilerin kurucu öğesiydi, iktidar ilişkilerini anlamanın en temel yoluydu. Kadınların kaynaklardaki yerini saptanacak, onların deneyimleri temelinde bir tarihsel anlatı yazılacaktı.
1980'lerden sonra toplumsal cinsiyet (gender) kavramı, tarihsel çözümlemede bir tarihsel analiz kategorisi olarak kullanılmaya başlandı. Irk, sınıf, etnik grup gibi diğer tarihsel kategorilerden biri olarak düşünülmeliydi.
Çünkü, cinsiyet farklılığının toplumsal ve kültürel açıdan yorumlanması, toplumsal sistemin dinamiklerini anlamayı kolaylaştıracaktı.
Kökleri tarihin derinliklerinde yatan, çok yavaş değişen verili cinsiyet kimliklerinin "kadınlık" ve "erkeklik" olarak nasıl belirlendiği ortaya konulabilecekti. Bu durum, toplumsal cinsiyet tarihi araştırmalarının yolunu açan bir gelişmeydi.
Kadın deneyimleri tarihte nasıl yakalanabilir?
Kadın deneyimleri tarihte nasıl yakalanabilir? Bu soruya yanıt vermek için önce, kadınların tarihi hakkında niçin elimizde az bilgi var sorusu yanıtlanmaya çalışılmalıdır.
Bu yoldaki uğraş, aşağıda sıralanan kaynak, yöntem ve bakış sorunuyla sarmallaşan bir dizi problemin varlığını açığa çıkaracaktır.
Geleneksel tarih yazıcılığı, kadın tarihi araştırılırken aşılmak zorunda kalınan en önemli engeldir. Geleneksel tarih yazıcılığı erkeklerin yaşam pratiklerinden kaynaklanan olayları kendisine konu edinir, onun öznesi erkektir.
Bu tarih, kadınların dövüşmediği savaşların, fetheden konumunda olmadığı kahramanlıkların, kadınların yer işgal etmediği parlamento gibi kurumların tarihidir.
Ülkelerin, hükümetlerin, savaşların anlatıldığı tarihte kadınların olmaması, baş oyuncuların arasında kadınların olmamasına bağlıdır. Olayların üzerinde geliştiği zemin, bunların ortaya çıkmasını hazırlayan gerçek nedenler ve kişilerle ilgilenilmez. Sonuçla ilgilenir.
Sonuç ise genelde kamusal alanın sınırları içinde somutlaşır ve burada tarihin öznelerinden biri olan kadın yoktur. Onun öznesi erkektir.
Tabii ki bu hiyerarşinin oluşmasındaki en başat rol tarih yazıcılarına düşer. Tarih yapmak ile, tarih yazmak farklı şeylerdir.
Ancak kayda geçirilen, tarihi yazanın tercihlerine göre biçimlenmektedir. Genel ve özel arasındaki ilişki ve önemlilik hiyerarşisi genelden yana kurulduğunda aktarılan bilgi erkeklerin yaptıkları olacaktı.
Kim üretiyor, kim kayda geçiriyor, kim yorumluyor?
Tarihsel bilgiyi kim üretiyor? Kim kayda geçiriyor? Kim, nasıl yorumluyor? Bu sorular yanıtlandığında bilgi üretimiyle iktidar arasındaki ilişki daha iyi anlaşılabilir.
Erkek egemen bir dünyanın ürettiği bilgi, hiç kuşkusuz egemenliğe sahip olmayan diğer kitlenin (kadınların) deneyimlerinin önemsenmemesi, kayda geçirilmemesini beraberinde getirecekti.
Var olan belgeleri kullanan, yorumlayan tarihçilerin çoğunluğunun hakim olduğu bu ataerkil zihniyetin etkisindeki çalışmalar da kadın deneyimlerini ve deneyimin bulunduğu alanları örneğin gündelik yaşamı, yakın zamana dek dışarıda tutmaya devam edecekti.
Kadın tarihi çalışmaları önemli-önemsiz hiyerarşisi ile yapılandırılan, merkeze erkeğin yaptıklarını yerleştiren anlayışı, anlayışın kaynaklandığı bu hiyerarşiyi yıkmaya, yazma işlemini yeni baştan kadın bakış açısıyla gözden geçirmeyi amaçlar.
Kadınların geçmişteki bilinmezliklerinde, belgelere yeterince kaydedilmemeleri olumsuz yönde etki yapmıştır.
Kadınlar bilgi kaynağı olarak görülen metinlerin dışında tutulmuşlardır. Tüm dünyada olduğu gibi bizde de sadece tarih kitaplarında değil, resmi kayıtlarda da kadınlara ilişkin bilgiler son derece kısıtlıdır.
Kadınlar sadece unutturulmakla kalmamışlar, insanlar olarak bahsedilen kavramın tek bir cinsi, erkekleri kapsadığı belirtilmeden, erkek cinsindeki insanlığın özel bir tipi olarak algılanmışlar ve erkeklerin tarihi de genel tarih olarak tanımlanmıştır.
Örneğin kadınların seçme-seçilme hakkı olmamasına rağmen, Osmanlı'daki 1908'de yapılan seçimler için 1908 Genel Seçimleri ibaresi kullanılabilmiştir.
İnsanlığın sadece bir yarısını algılayan, o yarıyı da erkekler olarak değil de cinsiyetsiz yaratıklar olarak algılayan bu tür histografik yöntemler sadece eksik değil, aynı zamanda geniş bir evrenselliğe yol açmıştır.
İstatistiklerde kadın ihmal edilmiş, sadece erkeğe ilişkin bilgiler yer almıştır. Örneğin Osmanlı'da kadınlar genel nüfus sayımına girmeleri için 1882 tarihini beklemek zorunda kalmışlardı.
Kadınları konu alan özgün kaynakların yeterince kullanılmaması önemli bir sorundur. Nedeni ne olursa olsun, kadınların erkeklere oranla daha az belge bıraktıkları bilinmektedir.
Ancak kadınların bıraktıkları kaynaklar da yeterince kullanılmamışlardır. Kadınlar için yenilik getirmeyen çoğu ikincil olan kaynaklar yeterli görülmüştür.
Bu kaynakların sürekli tekrarı yeni bir şey getirmediği gibi, verilen bilgilerin tartışılmadan doğru kabul edilmesini doğurmuş, geçmişin bilinmezliğinin ve kadının görünmezliğinin sürdürülmesine neden olunmuştur. (SÇ/FK) (SÜRECEK)