Çocukluğuma ilişkin anılarımı tazelemeye kalkıştığımda nedense aklıma gelen sözlerden biri de bu; “top gibi” lafı oluyor.
Kuzenler arası yaş farkının konuşulduğu zamanlarda, herkesin doğum gününü bilen en büyük teyzem, Kamile Teyzem, ısrarcı bir şekilde o kişinin yaşını söyler,sonra da “top gibi … yaşında” derdi.
O “top gibi” demişse, artık o konuda daha fazla konuşup tartışmaya gerek kalmadığı anlaşılırdı.
Teyzemi, o koca çınarı kaybedeli on gün oldu. Hasta olduğunu, artık sayılı günleri kaldığını bilsek de ölüm haberini almak çok üzücüydü.
Ama teselli bulduğum şey, iyi olmadığını, son 5 gündür hiçbir şey yemediğini öğrendiğimde, bayramın birinci günü, onu son kez görmek üzere Söke’ye gitmiş olmak oldu.
Kamile Teyzem… Kendi şahsına münhasır, bir benzeriyle tanışmanın çok da mümkün olmadığı farklı bir kadın…
1918 Selanik, Drama doğumlu, 6 yaşlarındayken iki kardeşi ve anne babasıyla Türkiye’ye gelmiş bir mübadil…
Mübadeleyle gelmiş akrabalarıyla farklı illerde olsalar da ilişkilerini hiç koparmamış bir kadın.
Aydın, Söke’de, “Altı kızlar” diye bilinen, altı kız, bir erkek, 7 kardeşin en büyüğü…
Annemle arasında bir yaş olduğunu iddia eden ama nüfus kayıtlarına göre annemden iki yaş büyük teyzem yedi çocuklu bir aileden sonra yine yedi çocuklu bir aile sahibi oldu. Dört kız, üç erkek çocuk doğurdu.
Teyzemi hemcinslerinden farklı kılan neydi? Yedi çocuk doğurması mı? Tabii ki hayır.
90 yıllık yaşamında, çok hayati bir şeyler olmadıkça asla sokağa çıkmayan, önceleri kocası izin vermediği için, eşini kaybettikten sonra da öyle bir alışkanlığı olmadığı için ihtiyaç duymadığından, ama bunu kendini cezalandırılmış gibi hissetmeden, doğalı buymuş gibi kabul eden, şikayet etmeyen, sızlanmayan, küçük bir odada ömrünü geçiren teyzem…
Ama onun farkı tam da burada. Çünkü o küçücük odaya koskoca bir dünyayı sığdırabilen biri.
Çocukluğumdan hatırladığım, çamaşır leğenine bastırılmış çamaşırlar, ikişer üçer yaş arayla doğmuş yedi çocuğun bitmeyen çamaşırları…
Şimdiki gibi hazır bez ve çamaşır makinesinin yokluğu düşünüldüğünde işinin zorluğu ortada.
Ama o bunu hiç dert etmezdi.
Çünkü o, onca işin arasında, bir çocuk kucağında, diğeri ayağında uyurken, Halide Edip, Muazzez Tahsin Berkand, Kerime Nadir romanlarını büyük keyifle okur, akşam eve gelen enişteme “Yeni Türkçe” okuma yazma bilmeyen enişteme, romanı anlatırdı.
Eline geçen her şeyi okumayı alışkanlık edinen ve asla okuduğunu unutmayan teyzem, yıllar önceki bir gazete haberi konuşulurken, “hayır öyle değil böyle, ben onu okudum, hatta haberin devamı sekizinci sayfada yazıyordu” diye inatlaşabilmişti.
O sokağa çıkmazdı ama sokak ona gelirdi.
Ziyaretçisi hiç bitmez, dış dünyada olan her şey onun evinde konuşulurdu.
Büyükle büyük, küçükle küçük olup her konuda konuşurdu.
Torunu üniversite sınavını kazanıp Bursa’ya gitmesi kesinleşince onu karşısına alıp sanki kendisi defalarca gitmiş gibi, Bursa’da gidip görmesi gereken yerleri ayrıntılarıyla anlatınca hepimizi şaşkına çevirmişti.
Hayatı boyunca hiç doktora gitmeyen, sadece dört yıl önce felç geçirdiğinde doktorla tanışan teyzeme, ikinci kez de ölüm raporu vermek için doktor geldi.
Çocuklarına evinde ölmek istediğini defalarca dile getirip vasiyet eden teyzem evinde öldü.
Çok genç yaştaki iki evladını kaybeden ama her şeye rağmen yaşama sevincini hiç yitirmeyen, hayata tutunmayı başaran bir kadındı.
Şimdilerde gazetelerde, televizyonlarda çok moda olan “sağlıklı yaşam için yapılması şart” diye bizlere dayatılan, “sakın ha, onu yeme bunu yeme, spor yap, yürüyüş yap” gibi tüm önerileri çürüten, hayatı boyunca istediği her şeyi, hamur işi dediğimiz her türlü börek çöreği, tereyağını yiyen, değil dışarıda spor ya da yürüyüş yapmak evin içinde ancak odadan salona yürüyen, yıllardır kızları yaptırmadığı için hiçbir iş, hatta yemek bile yapmayan teyzem tüm ezberleri bozdu.
Spor yapmadan dilediğini yiyerek de sağlıklı olunabileceğini, hiç hastalanmadan, 90 yıllık bir ömür sürerek ispatladı.
Eline yüzüne krem sürdüğünü hiç görmediğim ama doksan yaşında bile kaymak gibi bir cilde sahip olan , “kozmetik sanayisine pek de gerek yok galiba” dedirten pamuk teyze…
Temmuz ayında röportaj için gelen gazetecileri , heyecanlanmasın diye arkadaş olarak tanıttığımız, onlar gidince gazeteci olduklarını söylediğimizde, “tühh.. tühh..bilseydim daha çok konuşurdum” diye üzülen kadın…
Son saatlerinde bile hafızasında hiç sapma olmayan, herkesi her şeyi bilen teyzem, tıpkı annem gibi, bizim nesil için de umut vaat ediyor.
Alzeihmer illetine yakalanmayacağımıza dair bir garanti gibi hissediyoruz.
Sevgili teyzem…
Hayata hep gülerek bakan kadın, nur içinde yat... (LŞ/EZÖ)
* Latife Şencan, Sosyolog