* Fotoğraflar: levantineheritage.com
"At kişnemeleriyle uyandık sabahleyin. Gözlerimizi ovalayarak ayağa fırladık: Türk atlıları kol geziyordu rıhtımda... Susup kaldık hepimiz. Cırlak bir çocuk sesi yükseldi o kadar:
— Ne yapacak şimdi Türkler?"*
Yazar ve çevirmen Ari Çokona'nın aktardıklarına göre:
- İzmir'de 1914 Osmanlı nüfus sayımına göre 212 bin 810; Yunanistan'ın yaptığı sayıma göre 449 bin 44 nüfus vardı.
- Osmanlı verilerine göre nüfusun 73 bin 600'ü Rum, 19 bin 60'ı Ermeni, 24 bin 700'ü Musevi'ydi.
- 198 Ortodoks kilisesi vardı. 14 bin öğrencili 82 kız okulu ve 25 bin öğrencili 155 erkek okulu vardı.
- 1850'de 20 ülkenin tüccarları İzmir'de büyük ticaret evleri kurmuş ve bu ülkelerin 17'si konsolosluk açmıştı.
- İzmir'in en eski kilisesi Yukarı Mahalle'de bulunan Aylos İoannis o Theoloğos'tu.
- 1888 yılı verilerine göre İzmir'in en büyük 268 tüccarından, 208'i, 78 ticari mümessilinden 71'i, 65 avukatından 37'si, 44 bankerinden 30'u, 40 kuyumcusundan 27'si, 31 alkol üreticisinden 27'si Rum'du.
- 1922'de 125 doktordan 103'ü, 50 eczacıdan 35'i Rum'du.
Fuarın keşfi
İzmir Enternasyonal Fuarı'nın, İzmir'deki lisans eğitimimde ve İzmir'e dair oluşan belleğimde önemli bir yeri var.
Fuar, o zaman bana göre uçsuz-bucaksız bir arazi. Ne önü var ne sonu.
Ve tıpkı bir labirent gibi, hangi girişin nerede olduğunu kestirmek imkânsız. Özellikle benim gibi yön bulma konusunda yeteneksiz bir insansanız, arkadaşlarınızla buluşmak için fuar muazzam bir alan olsa da Lozan Kapısı girişini bulabilir misiniz örneğin? Ben hâlâ emin değilim.
Emin olduğum şeylerden biri fuarın, Ankara'daki Gençlik Parkı arazisini andırdığı ve aynı amaçla kurulduğu. Yani insanları eğlendirmek için. Konserlerin, kitap fuarlarının düzenlendiği alanlar, çay bahçeleri, vatkalı gömlekli insanların o çay bahçelerinde süren sohbetleri ve en önemlisi kocaman lunaparkları. İki mekânda da aynı hikâyeleri izlemek mümkün.
İzmir'deki en keyifli zamanlarım okuldan sonra ya da okul kadar fuarda geçti sanırım. Ta ki bazı fotoğrafları resmi tarihin dışında görmeye başlayana dek. Evet, o an! Hani hiçbir resmi tarih anlatısından emin olmadığınız, burnunuza kötü kokuların gelmeye başladığı o huzursuz, o yakanızı bırakmayan ama bir o kadar da zihninizdeki pencerelerin açıldığı an.
Aynı pencerenin Ankara Ulus'taki Ermeni Mezarlığı üzerine kurulan 1. Meclis binasının hikâyesini öğrendiğimde açıldığını hatırlıyorum.
İzmir Fuarı'na dair aydınlanmam ise daha geç, kitap fuarındaki etkinliklerden biriyle oldu. Konuşmacısını anımsayamadığım bir etkinlikte "Büyük İzmir Yangını"ndan bahsediliyordu. Yangın dört gün boyunca sürmüştü ve aslında şu an gülüp eğlendiğimiz tüm etkinliklerin gerçekleştiği fuar alanı, İzmir'de yaşayan Rum ve Ermenilere ait mahallelerden oluşuyordu.
Yangının başlaması
Mustafa Kemal komutasındaki ordu, 9 Eylül 1922'de İzmir'e girmiş, bundan dört gün sonra (13 Eylül) ise Büyük İzmir Yangını başlamıştı. Basmane'de başlayan ve dört gün süren yangın kent merkezini, özellikle de Rum ve Ermeni mahallelerini büyük ölçüde tahrip etmişti. Binlerce İzmir ve Ege Hıristiyanı (65-180 bin) hayatını kaybetmişti. Yangında kimin daha büyük rolü ve sorumluluğu olduğu hâlâ tartışılıyor.
18 Eylül'de nihayet kontrol altına alınsa da kentin yangınlarla boğuşması 30 Eylül'e dek sürmüş. Ermeni, Rum mahalleleri tamamen; Avrupalıların yaşadığı Frenk mahallesi ise kısmen yanmış. Yangınla birlikte İzmir'in nüfus yapısı değişmiş ve geride kalanların çoğu "Gâvur İzmir"i terk etmek zorunda kalmış.
Basmane yakınlarında yanan bu mahallelerin yeniden ayağa kalkması, o mahallelerde yaşayanların İzmir'i terk etmemesi için ise herhangi bir girişimde bulunulmamış. Aksine mekân yeni bir kurulumla bir eğlence alanına dönüştürülmüş. 9 Eylül 1922 ile başlayan İzmir'i "geri alma" serüveni, belli ki bu yangınla sonlanmış.
Mustafa Kemal'in tutumu
Ari Çokona'nın verdiği bilgiler ışığında, 1922'den sonrasına dair tarihçi ve yazar Ayşe Hür'ün not düştüğü bilgilere de bakalım.
"Yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok oldu. Türk ordularının önünden İzmir'e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir'de yaşayanlarla birlikte 500 bine yakın olduğu, bunların ancak 320 bininin gemilerle tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin kişinin yangın sırasında çeşitli biçimlerde yaşamını yitirdiğini ileri süren kaynaklara göre, şehir gayrimüslim ahalisinden bir anlamda kendiliğinden 'kurtulmuştu.'
"Mustafa Kemal'in yaveri Salih Bozok'un anlattığına göre alevler 'Gavur İzmir'i bir kül yığınına dönüştürürken, ileride Mustafa Kemal'in kayınpederi olacak Uşakizade Muammer Bey'in Göztepe'deki köşkünde bir ziyafet verilmekteydi. Bozok şöyle devam eder:
'Gazi, terasta kurulmuş olan sofraya Fevzi ve İsmet paşalardan başka beni, Muzaffer'i ve ev sahibimiz Latife Hanım'ı aldı. Fevzi Paşa Hazretleri'nden başka herkes önündeki kadehleri zevkle doldurdu. Mezeler çeşitli ve nefisti. Fevzi Paşa içki içmediği halde kalamar tavadan tabağına öbek öbek alıyor, 'Bu İzmir'in kalamarı da pek başka oluyor, aman pek özlemişim' diye afiyetle yiyordu. Velhasıl herkes son kertesine kadar sofradan ve başlayan geceden memnundu.' (Aktaran İsmet Bozdağ, Atatürk'ün Başyaveri Salih Bozok Anlatıyor, Truva Yayınları, 2005, s. 8-9.)
Yangını kim söndürmedi?
Yangını kimin çıkardığına dair fikrimiz sabit ise, en azından yangın öncesi ve sonrası İzmir'in demografik yapısına ve kaybettiği tüm her şeye verilerle bakabiliriz diye düşünüyorum.
Ya da belki de yangını kimin çıkardığına değil de kimin neden günlerce söndürmediğine odaklanabiliriz ve döneme tanıklık eden Ermeni ve Rumların anlatılarına bakabiliriz.
Günümüzde (9 Eylül 2022'de) Gündoğdu Meydanı'nda –muhtemelen hepimizin çok sevdiği– Tarkan'ın verdiği ve bazılarımızın coşkuyla karşıladığı konserin başka bazılarımız için neden yaralayıcı olabileceğini de düşünebiliriz belki böylece.
Onu da düşünemiyorsak Tarkan konseri üzerinden ilerleyen "denize dökme" esprilerine bakabiliriz.
Hem belki son dönemlerde yaşadığımız sıkışmışlığın getirdiği rehavetten kurtularak, baskılarla değişen ya da değişmek zorunda kalan önceliklerimizi yeniden sıralayabiliriz.
Çünkü 100. yılında hâlâ İzmir Yangını ve "denize dökme" esprileri politik ve resmi tarih anlatıları, "özel gün" kutlamaları hâlâ birilerinin travması.
* Türkiye'de doğan ancak savaşın ardından göç etmek zorunda kalan yazar Dido Sotiriyu'nun 1962'de yazdığı, 1982'de Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü'nü alan kitabı "Benden Selam Söyle Anadolu'ya"dan.
(TY)