Ankara'daki Ulucanlar Kapalı Cezaevi'nde 12 yıl önce katliama dönüşen operasyonun yıldönümünde, Danıştay, "mahkumların müdahaleye zemin hazırladığını, kendi kusurları nedeniyle öldüğünü" ifade eden bir karara imza attı.
Operasyonu anlatan "Ölücanlar" belgeselinin yönetmeni Murat Özçelik, bianet'e yaptığı açıklamada, "Danıştay'ın kararı ikiyüzlü bir tutumu yansıtıyor" dedi.
Askerlere beraat
Tutuklu ve hükümlülerin yaşam koşulları, 30 kişilik koğuşlarda 120 kişinin kalması nedeniyle hızla kötüleşiyordu. Yemek masalarının üzerinde nöbetleşe uyuyor, banyo sırası ancak ayda bir kez geliyordu. Durumu birçok kez idareye ilettiler ancak yanıt alamadılar. Bunun karşılığında sayım vermeme kararı aldılar.
Tutuklu ve hükümlülerin sayım vermeme kararı, operasyonun startını verdi. Jandarma 26 Eylül 1999'da sabaha karşı cezaevine girdi. Aynı günün akşamı, 10 mahkum ölmüş, 78'i yaralanmıştı. Mahkumların darp edilmiş görüntüleri basında yer aldı.
Otopsi raporunda, "Ölümlerin çoğunun kafa ve kalbe sıkılan kurşunlarla meydana geldiği, cesetlerde ağır darp izleri bulunduğu, kemiklerinin kırık olduğu, yedi kişinin yivli silah, üç kişinin de av tüfeğinden çıkan saçmalarla hayatını kaybettiği" belirtildi.
Meclis Araştırma Komisyonu'nda hazırlanan raporda, "asker ve polisin ölüm ve yaralanmaya sebebiyet veren aşırı güç kullandığı" ifade edilerek, suçluların yargılanması istendi.
Olayla ilgili Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan askerler beraat etti, başta Yarbay Ali Öz olmak üzere, operasyonu yöneten komutanlara dava açılmadı. Mahkumlara açılan davalar ise halen sürüyor.
Yaşamını yitiren mahkumların isimleri şöyle: Ahmet Savran, Aziz Dönmez, İsmet Kavlaklıoğlu, Ümit Altıntaş, Habip Gül, Halil Türker, Mahir Emsalsiz, Önder Gençaslan, Zafer Kırbıyık, Abuzer Çat.
Operasyonda ölen hükümlülerden Kavlaklıoğlu'nun ailesi, İçişleri ve Adalet Bakanlığı aleyhine tazminat talebiyle Ankara 5. İdare Mahkemesi'ne başvurdu. İdare Mahkemesi, "mahkumların yaşam hakkının devlet yükümlülüğü altında olduğunu" vurgularken idarenin "ağır hizmet kusuru" nedeniyle aileye 5 bin TL tazminat ödemesine karar verdi.
Karar iki bakanlık tarafından temyiz edilince dosya Danıştay 10. Dairesi'nin gündemine geldi. Danıştay, idare mahkemesinin kararını onadı. Ancak Daire olayı hizmet kusuru değil "cezaevinde yıllarca birikmiş yapısal sorunların bir sonucu" olarak değerlendirdi.
Danıştay'ın bu kararına iki bakanlık da itiraz etti, bu kez Daire, tam tersine devletin bir kusuru olmadığına hükmetti. Mahkeme ilk kararında direnince dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na taşındı. Kurul da "mahkumların müdahaleye zemin hazırladığını" savunarak idareyi akladı.
"Cezaevinde asayişin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmet işleyişinde kusurlu davrandığının bir göstergesi olarak kabul etmeye olanak yoktur."
"Ölçüyü kaçırmışlar"
57 kişilik kurulda, 45 hakim "Aileye tazminat verilmesin" derken 12 hakim ise verilen karara muhalif kalarak karşı oy yazısı yazdı: "Müdahale esnasında kullanılan gücün ölçülülük ilkesine uygun olmadığı görülmektedir."
Ölen mahkumlardan Habib Gül ile Önder Gençaslan'ın ailesinin tazminat davası da geri çevrilmişti. Danıştay daha önce ölen mahkum Ahmet Savran için ailesine ise tazminat ödenmesine karar vermişti.
"Neden işkence yaptınız?"
Kendisi de operasyon esnasında Ulucanlar'da olan Özçelik, olayın gerçekte nasıl olduğunu, silahlı direniş olup olmadığını, Kavlaklıoğlu'nun nasıl öldüğünü şöyle anlattı:
* Orada bir direniş vardı tabii ama fiili anlamda bir karşı koyuş değildi bu. Silahlı ya da taşlı-sopalı bir direniş olmadı. Zaten karşılıklı bir çatışma da olmadı. Bu, gayet planlı-programlı, önceden hazırlanılmış, genel hedefe yönelik yapılanlardan biri.
* Madem ortada bir direniş, isyan vardı. Eğer amaçları isyanı bastırmaksa, neden isyanı bastırdıktan sonra neden işkence yaptılar? Operasyon, devletin işlettiği bir sürecin parçasıydı.
"Diyaloğa yanaşmadılar"
* Bizim açımızdan çözüm yolu kapalı değildi. İdare isteseydi diyalogla sorunu çözebilirdi. Tersine diyalog yollarını kapattı, çabalarımızı karşılıksız bıraktı, ailelerimizle avukatımızla görüşemedik. Ayrıca, direniş dedikleri sayım vermeme durumunu yaratan da idare olmuştu. Sorunu çözmeye yanaşmadılar.
* Ulucanlar katliamı, Hayata Dönüş Operasyonu'nun provasıydı, "pilot uygulamaydı." Sürecin kendisi de bunu kanıtladı zaten. Zaten dönemin yetkilileri, İçişleri Bakanı "Biz bu operasyona bir yıldır hazırlanıyoruz" diyerek bunu doğruladı. Şiddet görüntülerinin, yaralıların durumunun basına yansımasının da önüne geçmedikleri gibi teşvik ederek gözdağı vermek, korku yaratmak istediler.
"İsmet yanımda işkenceyle öldü"
* Olayı yaşayan bizler açısından Danıştay'ın kararı ikiyüzlü bir tutumdur. Güvenlik güçleri "orantısız güç kullanmış" gibi masum bir açıklamayla geçiştiriyorlar ama sınırsız ve bilinçli bir şiddet uygulandı, katliam yapıldı.
* Mahkumlarda Danıştay'ın ya da mahkemenin söylediği gibi silah yoktu. İsmet Kavlaklıoğlu da çatışmada öldürülmedi. İsmet yakalandığında üzerinde kurşun izi yoktu, operasyon sonrasında götürüldüğümüz hamamdaki işkence esnasında hayatını kaybetti, ben de o sırada yanındaydım.
"Onlar serbest biz yargılanıyoruz"
* Olayda yer alan askerle ceza almadı ama biz hala yargılanıyoruz. Askerler "Emri yerine getirdik" diyerek beraat ettiler, komutanlarına da dava açılmadı. Mahkumların her biri, ben de dahil, 200 yıla varan cezalarla yargılanıyoruz. Ölenlerden bazılarını mahkumların öldürdüğünü iddia ediyorlar ayrıca kamu malına zarar vermek gibi suçlamalar da var. (AS)