Sosyal medya platformlarında dolaşan gönderiler, Suriyeliler arasında derin ve rahatsız edici bir kutuplaşmayı ortaya koyuyor. Bu kutuplaşma, bazı açılardan, devrimin ilk yıllarında Suriyelilerin Esad rejimine sadık kalanlarla onun kanlı diktatoryal yönetimini reddedenler arasında bölündükleri dönemdekinden daha tehlikeli olabilir. Günümüzdeki bölünme, yalnızca otoriteye dönük tutumlar etrafında kalmadığı, aynı zamanda sıklıkla dünya çapında iç savaşların kıvılcımını çakmış olan dinsel ve mezhepsel kimlik ve bağlılıkların özüne kadar da indiği için daha radikal ve tehlikeli bir hal aldı.
Devrimin mirası tehdit altında
Bu bölünmenin tehlikesi, yalnızca Suriyelilerin bugününü tehdit etmekle kalmamasında, aynı zamanda devrimin bir zamanlar sahip olduğu kolektif hayali -herkesi kucaklayan bir vatan hayalini- de baltalamasında. Suriyeliler artık geride hiçbir şey bırakmayabilecek, bir mezhep veya bir dinle ötekiler arasında ayrım yapmayabilecek, herkesin kurbanı olacağı bir iç çatışma senaryosuyla karşı karşıya. Bu senaryoyu daha da kasvetli kılan, etkilerinin artık Suriye ile sınırlı kalmayıp göçmenler ve diaspora arasına da yayılmış olması. Birkaç gün önce, Almanya'nın Düsseldorf kentinde Süveyda olayları nedeniyle ve sahil bölgesindeki [Alevi] katliamları ardından Suriyeliler arasında çıkan kavgaların arbede ve saldırıların görüntüleri dolaşmaya başladı. Bugün, Kürt toplumu üyeleri arasında benzer bir senaryonun tekrarlanabileceği kaygısı giderek artıyor.
Bu kutuplaşma, tüm nüfuzlu şahsiyetlerin akılcı söylemi, kolektif farkındalığı ve ahlaki cesaretiyle ele alınmazsa, gelecek kuşaklara bırakılacak birleşik bir yurt hayalini bir mezhep kavgası kabusuna çevirerek Suriye’nin birliğinden geriye kalmış olan ne varsa yerle bir eden sonuncu darbe olabilir.
Seyirlik vahşet
Savunmasız sivilleri katledenlerin sanki katliamı kutlarcasına ya da dehşet yayma peşinde koşarcasına kendi cinayetlerini belgeleyip sosyal medyada dolaştırmaya sürükleyen caniyane ve insanlık dışı halini ve hatta zihinsel ve ruhsal çöküntü düzeyini hayal etmek bile zor. Bir aile vurularak öldürülüyor, gencecik insanlar balkonlardan aşağı atılıyor, bir erkek "Ben Suriyeliyim" diye haykırırken infaz ediliyor. Ulusal ve manevi simgeler ayaklar altında eziliyor, kameralar önünde aleni yağmalar gerçekleştiriliyor, tıpkı Esad dönemindeki gibi Suriyeliler mahallelerinden sürülüyor ve yalnızca mezhep ortaklığı nedeniyle bir araya gelen aşiretler panik içinde birbirlerine koşuyor. Tüm bu aşağılama, cinayet ve soygunlar bizzat faillerce belgeleniyor. Peki bunlar ne demek istiyorlar? Öteki Suriyelilere tehdit mesajları mı veriyorlar? Kolektif hafızamızdan asla silinmeyecek imgeler aracılığıyla tüm bir toplumu "disiplin altına almaya" yönelik sistematik bir girişim mi bu?
Yaşananlar münferit bir olay veya münferit bir sapma gibi görünmüyor. Bu caniler, yeni iktidarın himayesi altında ve belki de onun fiili denetimi dışında hareket ediyorlar. Ne var ki, toplumsal dokudan geriye ne kalmışsa onun için bir tehdit oluşturuyor ve insanlara insan oldukları için saygı gösteren ve daha iyi bir gelecek sunan bir devlete bağlanan son umudu da baltalıyorlar. Suçlarının hesabı sorulamıyor olsa da yeni yönetim yetkilileri bu cinayetlerin doğrudan suç ortaklarından başka bir şey değiller.
Hangi kan daha değerli?
Bu cinayetlerin kendilerinden de sarsıcı ve korkunç olanı, sosyal medyada tanık olduklarımız: Suriyeliler, Süveyda'da Dürzilere karşı işlenen katliamlarla Bedevileri hedef alan katliamları, sanki kana değer biçilebilir ve cinayetler sınıfa ve mezhebe göre kategorize edilip sıralanabilirmişçesine karşılaştırıyor. Kimileri, tüm kurbanları kucaklamak ve öldürülenlerin kimliği ne olursa olsun suça karşı çıkmak yerine, hangi katliamın daha korkunç olduğunu karşılaştırmakla meşgul: Bedevi katliamı mı daha vahşice, yoksa Dürzi katliamı mı daha canice? Sanki dayanışmaya ancak suç belirli bir şiddet düzeyine eriştiğinde izin varmış gibi, bunun altında kalan her şey görmezden gelinebilir veya önemsiz bir meseleymişçesine geçiştirilebilirmiş gibi.
Kimi gözlemciler ve hatta azmettiriciler, artık kanlı sahnelere bağımlılar ve cinayeti bir gösteriymişçesine tüketiyorlar. Onlar, kanlı gerçekler ve yürek burkan insan öyküleri olarak değil, sayılar veya dramatik sahneler olarak kategorize ediyor, sıralanıyor ve tartışılıyorlar. Bu ahlaki düşüklük, suçun kendisinden daha az korkunç değil.
Kızıştırıcılara gelince, onlar bu savaşın yakıtı. Suriye sahil bölgesinde veya başka yerlerde daha önce işlenen katliamlardan ders çıkarmadılar; henüz... Sosyal medyada sarf ettikleri her kelimenin, sadece yanlış yerde bulunmaları veya belirli bir mezhepten doğmaları dışında bu çatışmayla hiçbir ilgileri olmayan çocuklar, kadınlar veya yaşlılara isabet eden bir kurşuna dönüşebileceğinin farkında değiller.
Azınlıklar ve kışkıtrma
Acı verici olan, bu kışkırtıcıların çoğunun Suriye dışında, güvenli ülkelerde, ölüm ve yıkım kokusundan binlerce kilometre uzakta yaşıyor olmaları. Orada, ekranlarının ardında, çatışma adrenalin pompalayan bir sansasyona, bir TV dizisi gibi bölüm bölüm devam eden bir hikâyeye dönüşüyor. Yazıyorlar, çatışmayı kışkırtıyorlar ve cinayeti teşvik ediyorlar, ancak tutuşturdukları ateş kendilerine değmiyor; kayıp yok, korku yok, sonuç yok.
Bazıları, azınlıkların otoriteyi sadece Sünni çoğunluktan olduğu için reddettikleri yanılgısı içindeler. Oysa hakikat çok daha karmaşık. Şamlılar Süveyda ile dayanışma bildirileri
dağıttılar ama yüzlerini ve adlarını gizleyerek, kendi mezheplerindeki aşırılıkçıların misillemesinden korktukları için.
Bu yanıltılmış kişiler, yeni yönetime bağlı milislerin onları daha büyük siyasal mücadeleler için kendilerine siper ederek adlarına cinayetler işlediklerinin, böylece Suriye’deki diğer topluluklarla çatışmaya sürüklendiklerinin farkında bile değiller. Bozmak yerine, bu oyuna balıklama dahil oluyor ve olup bitenlerde bir rol sahibi oldukları sanısıyla bu daha fazla kan dökülmesinden başka bir şeye yaramasa da daha çok kışkırtmaya yol açıyorlar.
Suriye uçurumu
Süveyda ve çevresinde sivillere yönelik korkunç katliamların ve öte yandan Bedevilerin öldürülüp yerlerinden edilmesinin yanı sıra, olan bitenlerin en derin ve en yıkıcı sonucu, Suriye toplumunun çeşitli mezhepsel ve etnik bileşenleri arasında açılan uçurum. Bu uçurum, öngörülebilir gelecekte kapanamayabilir; çünkü Suriyelilerin kolektif bilinç yapısını başkalaştırıp, onları bir şüphe, korku ve karşılıklı suçlama döngüsü içine attı. Bu uçurum, siyasi söylemlerle veya yüzeysel bir uzlaşmayla da kapatılamaz. Aksine, derin bir ahlaki ve entelektüel çaba ve geçmişi aşmak ve intikam ve ayrımcılığa dayanmayan bir gelecek inşa etmeye yönelik gerçek bir irade gerektirir.
Beşar Esad bir cani ve diktatördü, ancak tek "iyi yanı", geçici de olsa Suriyelileri kendisini reddetmekte birleştirmesi ve korku, aşağılanma veya ayrımcılığa uğramaksızın tüm yurttaşların olan bir vatan hayalinde birleştirmesiydi. Esad, Suriyelileri, haysiyet ve özgürlüğün lüks değil, güvenlik güçleri ve tankların pençesinde bile olsa elde edilmesi gereken bir hak olduğu fikrinde birleştirmişti.
Oysa bugünün acı istihzası şu ki, o diktatörden kurtulduktan sonra, şimdi devlet ve adalet projesi üzerinden değil de mezhep kimliği, tarikat ve inanç kavgaları üzerinden daha dar hatlarda parçalanıyoruz. Bize devrimin nedenini hatırlatması, yönümüzü yeniden berraklaştırması, herhangi bir mezhep, bölge ya da sınıf için değil, tüm Suriyeliler için özgürlük haykırışlarıyla sokaklara döküldüğümüz o duru anı aklımıza getirmesi için hakikaten yeni bir Beşar Esad'a ihtiyacımız mı var?
Suriyeliler istibdada karşı ve haysiyet uğruna baş kaldırdılarsa bugün onu yeni adlar altında yeniden üretmeyi kabul edebilirler mi? Ve eğer, herkesin olacak bir yurt hayal etmişsek onu korku, kaygı ve intikamcılık adalarına çevirmeye razı olacak mıyız?
(MED/AEK)











