Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nun (UNICEF) düzenlediği Okul ve Şiddet Sempozyumu'ndan öğrencilerin şiddetten korunması için bir dizi öneri çıktı. Bunlardan biri de "çocuk dostu" okulların oluşturulması, öğrencilerin karar mekanizmalarına katılımının sağlanmasıydı.
Aradan bir yıldan biraz fazla bir zaman, bir genel seçim geçti; Hüseyin Çelik bakanlıkta kaldı ve okullardaki şiddetten ne anladığı ortaya çıktı: Bu olayların ana nedenlerinden biri "başarısız öğrenciler"; çözümse, polisiye tedbirler... Oysa sempozyumda tam da bunun yapılmaması gerektiği söylenmişti.
MEB ve İçişleri Bakanlığı'nın dün imzaladığı protokolün, -basına yansıdığı kadarıyla- içeriği bu. Kısacası Çelik, korunması gereken çocukları fail ilan edip onları polisle karşı karşıya bırakmaya karar vermiş görünüyor.
2006-2007
Bugüne gelmeden önce kısa bir hatırlatma yapmak gerekirse, 2006'da okullarda artan şiddet olaylarının ardından konu gündeme geldi.
Mart'ta sadece iki gün içinde İstanbul ve Samsun'da üç çocuk, okul arkadaşlarını bıçakladı. Eskişehir'de iki öğrenci öğretmenlerini yaraladı. Zonguldak'ta ilköğretim öğrencileri okul arkadaşlarını yaraladı. Adana, Yozgat ve Samsun'da kavga eden üç öğrenci yaralandı.
Şubat'ın son haftasında Diyarbakır'da öğrenciler arasındaki kavga yüzünden okul tatil edildi. Aynı gün Manisa'da bir öğrenci arkadaşını 10 yerinden bıçakladı... Sendikalar "kriz masası" oluşturulmasını istiyor; imza kampanyaları düzenliyordu. Bunlar sadece basına yansıyan olaylardı.
Nedenlerle değil sonuçlarla uğraşmak
Çözüm olarak, yetkililer bugünken farklı bir şey önermiyordu. Örneğin İstanbul Valisi Muammer Güler'in tavsiyesi "okullardaki kamera sayısını" artırmaktı.
Uzmanlarınsa farklı tespitleri vardı: Bahçeşehir Üniversitesi'nden Sosyolog Nilüfer Narlı, "toplumsal şiddet"in yaygınlaşmasıyla çocukların yoğun olarak şiddetle tanıştığını söylüyordu. "Türkiye'de aile içi şiddetin oranı yüzde 58".
Narlı ve Bakırköy Psikiyatri Tedavi ve Araştırma Merkezi'nden Psikiyatri Uzmanı Ayhan Akçan, göçün getirdiği yoksulluğa, yoksunluğa, çocukların kendilerini ifade edebilecekleri kanalların olmadığına dikkat çekiyordu.
Sorun, sebepleri ortadan kaldıracak ya da en azından şiddetini azaltacak bütüncül önlemler alınmadan çözülemeyecekti.
Hükümet en iyisini bilir...
MEB'le İçişleri Bakanlığı'nın imzaladığı protokol, polisin zaten yapmakla görevli olduğu –uyuşturucu ya da şiddet olaylarıyla mücadele gibi- görevlerin dışında, tanıdık gelen bir başka ifade de içeriyor: "Çocukları yasa dışı örgütsel ve ideolojik faaliyetlerin etkilerinden korumak..."
İlk ve orta öğretimden çok önce girdiği üniversitelerde aynı amaçla yaptığı uygulamaları hatırlayınca, bu pekala çocukların katılım hakkı, şiddetten korunma hakkı derken bir de polis şiddetiyle karşılaşmaları anlamına gelebilir.
Bakan Çelik de, şiddetin sebebi saydığı "başarısız öğrencileri açıköğretime sürmeyi" hedefliyor. Bu eşitsiz sitemde "kimin, neden, neye göre başarısız olduğunun Çelik için önemi yok. Mesela, bu sene Ortaöğretim Kurumları Sınavı'nda (OKS) sonuncu olan Hakkari'deki tüm okulları kapatıp bütün öğrencileri açıköğretime koymak şiddetin önünü alabilir belki.
Sözün özü, hükümet, altına imza attığı BM Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi düzenlemelere rağmen çocukları şiddetten değil "kendilerinden" korumayı hedefliyor.(EÜ)