Nihayet devletin tepesindekilerin -çekinerek ve seyrek de olsa- Kürt'e adıyla seslenebildiği bir dönemdeyiz ama geniş toplumsal kesimler için nesiller boyunca olmadığına inandırıldıkları insanlarla tanışmak o kadar kolay değil. Kürtçe henüz mahkeme salonlarında, hastanelerde, okullarda da "bilinmiyor". Öte yandan pandoranın kutusu açıldı ve Kürtçe'yi bu topraklarda yeniden kutunun içine hapsetmek mümkün görünmüyor.
Akademisyen Özlem Galip ve gazeteci-yazar Abidin Parıltı, böyle bir dönemde devasa bir işin altına girerek "Kürt romanı"nın seceresini çıkarttılar ve meraklılarına bir okuma kılavuzu hazırladılar. İstedikleri "var-yok", "edebiyata uygun-değil" gibi vasat tartışmaların artık geride bırakılması ve Kürtçe edebiyatın okunmaya, çoğalmaya, tartışılmaya başlaması.
Galip ve Parıltı'yla Sel Yayınları'ndan çıkan incelemeyi, Kürtçe edebiyatı konuştuk.
Kitap fikri aklınıza nasıl düştü?
Özlem: Çok eskiye dayanıyor aslında. Yaklaşık iki sene önce başladık düşünmeye. Doktoraya başladığımda Abidin'e ulaştım bazı fikirler almak için. Daha önce de Kürtçe üzerine hiç çalışmamıştım. Arkadaşlığımız böyle başladı, her karşılaştığımızda edebiyat üzerine, Kürtçe üzerine konuşmaya başladık. İlk fikir Abidin'den geldi. Radikal'de bunun üzerine yazıyorum, sen de roman üzerine çalışıyorsun, böyle bir kitap yapalım mı, dedi.
Abidin: Zorlu bir süreçti aslında. Öncülümüz, örnek alacağımız bir metin ya da proje yoktu. Hal böyle olunca, kararı verdik de, nasıl sürdüreceğiz bunu, Kürt edebiyatı mı yapacağız, roman üzerine mi gideceğiz; ayrıntılara nasıl gireceğiz, yola koyulmak zor oldu.
Bir de bizim kaygılarımız var. Temel dertlerimizden biri Kürtçe edebiyatın görünme ihtiyacıydı. Çünkü biz konuşuyoruz tartışıyoruz ama bir türlü görülmek istenmeyen, üzerine çok siyaset yapılmasına rağmen -bu siyasetin hepsi aslında gelip dile dayanıyor, ama dilin hammaddesi edebiyata değinilmiyor. Ömrünü sürgünde tüketmiş ya da yeni yeni başlayan pek çok yazar var ve Türkiye'de tanınmıyorlar. Hala insanlar çıkıyor, Kürt edebiyatı yok, diyor. Biz de bu kitapla diyoruz ki, var işte.
Ö: NTV'de bir programda Muhsin Kızılkaya çevirisini gösteriyor, Eğitim-Sen başkanı da Kürtçe diye edebiyata uygun bir dil yok diyor. Kızılkaya çok sinirlenmişti ve "o zaman ben bir dahiyim, 800 sayfalık kitabı çevirdiğime göre" demişti.
A: Sakallı Celal'in bir lafı var ya, bu kadar cahillik ancak eğitimle olur diye... Tam o. Bir şeyi görmek istemiyorsan yoktur. İşte bilinmeyen dil deniyorsa da, sen bilmediğin için böyle diyorsun.
Ö: Kürtlerin sürekli siyasi olaylarla gündeme gelmesi de rahatsızlık verici. Bizi çok dar bir alana kıstırıyorlar. Oysa Kürtler sinemacı, Kürtler edebiyatçı, her millette olduğu gibi bizde de bu çeşitlilik var. Ben sadece Türkiye bazlı söylemiyorum, Avrupa'da da bu yaklaşım var. Akademik kitaplara baktığında da ya Amerika'yla ilişkisi, ya Ortadoğu'daki yeri, Türkiye'yle sorunları ele alınıyor. Sineması, edebiyatı sürekli görmezden geliniyor. Bu da Kürtlere yapılmış büyük bir haksızlık. Ya da hep belirli bir perspektiften bakılıyor. Sanki bizim sadece bir politik kimliğimiz var ve sadece politik kimliğimizle konuşabiliriz. Bu tür çalışmalar sayesinde Kürtler en azından başka yönleriyle de anılacak. Sinema bunu yapmaya başladı. Bizim temennimiz edebiyatın da konuşulmaya başlanması.
Zaten Kitap Türkçe ve esas olarak Türk okuru hedef alıyor diyebilir miyiz?
A: Biz sadece bilinmeyen dil argümanıyla konuşanlara bir şey söylemiyoruz. Bu kitap o yüzden Türkçe yazıldı. Bu dili merak eden, kültürü merak eden çokça insan var ama ellerinde doküman yok. Kürtçe de bilmedikleri için sadece sağdan soldan duyduklarını ya da Türkçe'ye çevrilen az sayıdaki yazarı tanıyorlar. Biz de dedik ki, tüm Kürt romancıları antoloji gibi ele almamıza imkan yok, dolayısıyla bir seçim yapmamız lazım. Orada da öznellik giriyor devreye. Bunun üzerine çok tartıştık. Çünkü alıngan bir toplumuz. Kaş yapayım derken göz çıkarmayalım istedik. O zaman başlangıcından bu yana Kürt romanının hangi merhalelerden geçtiğini, iyi kötü temsiliyet meselesini kimlerin üzerinden kurabiliriz, konuları, dili, yazma biçimi, ele aldığı meseleleri neye göre, nasıl biçimlendiririz.... Bunları demek için de hepsini okumak lazım, ezbere olmuyor çünkü.
Evet, nasıl yaptınız, kitapta bahsettiğiniz tüm romanları okudunuz mu?
A: Okuduk. Kitabın sonunda bir liste var. İlk kez yayınlanıyor ve yok diyenlere işte 240 küsur roman var diyoruz. Az mı az. Egemen kültürlerle, Türkçe'yle karşılaştırıldığında az.
Ö: Ama buradaki tartışmaya bakarsanız hiç Kürt romanı yok. Mehmed Uzun'un birkaç kitabı yayınlandı, Firat Cewerî, Hesenê Metê, Selahattin Bulut'un eserleri Türkçeye çevrildi. Ama başka yok. Bana şu bile soruldu: Eline vicdanına koy ve söyle, gerçekten Kürt romanı var mı? Yani hala benim olmamış bir şeyi varmış gibi gösterdiğimi düşünebiliyorlar.
A: Bu psikolojinin altında da, iyi niyetli bile olsa, aynı şey yatıyor: Ben bilmiyorsam yok. Türk edebiyatında söz sahibi birkaç kişiye zamanında Kürt edebiyatını bilip bilmediklerini sormuştum. İşte Mehmed Uzun var dediler. Uzun'u ben çok severim ama onun dışında da var. İyi ya da kötü, onu sen değerlendireceksin ama önce okuman lazım.
Ö: Ben o taraftan da bakmaya çalışıyorum. Bir tiyatrocu arkadaşım "biz hatta Kürtçe bir oyunu sahnelemeyi düşündük ama arkadaşlar Kürtçe çeviriye uygun bir dil değilmiş" dedi. Eskiden buna çok sert tepki verirdim ama şimdi onları anlamaya çalışıyorum. Kürtçe'ye yönelik çok ciddi bir inkar var. Ben de acaba Türkiye'de çoğunluğun içinde olsaydım böyle algılar mıydım diye, düşünmeye başladım. Çünkü medyasıyla diğer yönleriyle bu toplumsal algıyı kırması için çok büyük bir savaş gerekiyor. İnsanlar zaten bir başka savaşın içinde, hayat mücadelesi içinde. Bir de Kürtleri anlamak, Ermenileri anlamak için mücadeleye mi girecek? Öyle insanlar var, ama onlar özellikle bunu yapıyor. Ama sokaktaki insan için çok zor.
A: Şunu da inkar etmemek lazım, mesela bu kitabın çokça konuşulması, Mehmed Uzun'un çok satması, aslında bir anlamda da merak eden insanların olduğunu gösteriyor. Çünkü ne Kürtleri ne Türkleri bir kefeye koyabiliriz. Umarız bu kitap sözün değerini bilen insanların eline ulaşır ve çok zor koşullarda kendi edebiyatını üreten, hiçbir pazar değeri olmayan bir dilin, eğitim dili olmayan, sürekli yasaklanmış, mahalle baskısı görmüş, çoğu yazarının yakın yıllara kadar sürgünde kaldığı bir kültürün hayatta kalma mücadelesinin farkına varılır. Bakıyoruz, Kürt yazarların çoğu sürgünde ve kanserden ölmüştür. Hep bir sürgün hastalığına dönüşmüş, yurtsuzluk, topraksızlık meselesi üzerine dönmüşler.
Kitabın içeriğine girersek, Kürt romanına dair öne çıkan tespitleriniz neler oldu?
Ö: Benim en çok ilgimi çeken şey şu oldu. Adam aslında kendi köyünde doğmuş ve orada yazıyor romanını. Diyelim Diyarbakır'da ve Diyarbakır'da yazıyor. Ama tema yine sürgün ve göç üzerine. Sürekli yerinden yurdundan edilme Kürtlerin zihnine, ruhuna yerleşmiş. Sanki bu bizim doğamızın bir parçası haline geliyor. Yani bu sürgün duygusu sadece Avrupa'daki sürgün Kürtlerde yok. İstanbul'daki kendini sürgün Kürt olarak değerlendiriyor. Kürtler sürekli yerlerinden edilmiş ve bununla mücadele etmek zorunda kalmış.
Sürgün ve göç ağırlıkta ama başka temalar var mı?
Ö: Var ama azınlıkta. Olağandışı diye niteleyebileceğimiz konulara da değiniliyor. Üzerine düşünülmesi gereken aşk hikayeleri de var, eşcinsellik üzerine kurulu romanlar da var. Ama sayıları az.
A: Genel olarak bakıldığında Kürt romanı Kürt'ü anlatıyor. Bu durum bir yerde doğal da karşılanmalıdır. Çünkü edebiyat bir tür tarihi yeniden diriltme ve toplumsal hafıza işlevi de görüyor burada. Dolayısıyla yazar yaşadıklarını, yakın çevresinde gördüklerini meselesi yapıyor. Bahsettiğimiz gibi sürgüne gidenler sürgünü anlatıyor, ya da geride bıraktığı toprağını, çatışma sürecini, askeri darbeyi, hapishaneyi anlatıyor. Ya da dönüyor tarihsel meseleleri anlatıyor. Ama temelde bakıldığında Kürt romanı Kürt'ü anlatıyor ama çoğunlukla entelektüel Kürt'ü anlatıyor. Bakıldığında karakterlere bile entelektüel meseleler yansıyor, çünkü söylemek istediği bir şey var, hatta zaman zaman didaktik bir şekilde yapıyor bunu. Ben bunu zaman zaman eleştiriyorum, karakterin olmamasını -Türk edebiyatında bile karakterden ne kadar bahsedebiliriz- bunun toplumla ilgisi var. Cemaat toplumuyuz, modernitenin içinde yaşasak da hala feodal bir toplumuz. Böyle olunca karakteri bir birey olarak öne çıkarmak zorlaşıyor. O zaman konuya daha fazla odaklanıyor. Dengbêjlerden, tarihsel meselelerden, kahramanlıklardan... Bugüne baktığımızda biraz daha kabuğunu kırmaya çalışan, modern hayata girmeye çalışan temalara rastlıyoruz. Ama her Kürt yazarı kendi mecrasını oluşturuyor. Hepsi kendi izleklerini oluşturuyor ve birbirlerinin alanına da fazla girmiyorlar. Bu anlamda Kürt romanının renkli olduğunu söyleyebiliriz.
Ö: Ortada yine bir Kürt var ama kimi sürgün Kürt'e, kimi asker olmak zorunda bırakılan, kimi gerilla olan Kürt'e yöneliyor. Ortak temaysa Kürt olmak. Edebiyat sadece bir kurmaca değil, çoğu zaman bir araç ve resmi tarihi, devleti olmayan bir toplum olarak Kürtlerde bu araçsallık daha fazla öne çıkıyor. Tarih kurma, toplumsal hafızayı diri tutma. Mesela tarihsel romanlara baktığında yazar okura seslenir gibi destanlara referans verir, tarihi anlatır. Kendi dilimle yazayım Kürtçe gelişsin, kendi tarihimden bahsedeyim tarihim yazılı olsun; bu tarz kaygılar işte salt edebiyatın biraz kenarda kalmasına yol açıyor.
A: Şu açık, bu kadar asimilasyona rağmen Kürt dili kaybolmuyor. O zaman artık sadece Kürtçe yazdığı için bir metin roman kategorisinde değerlendirilmemeli. Sadece yazdığı için biri yazar sıfatını almamalı. Kürt edebiyatı, romanı artık kabuğunu kırıyor, dünya dillerine çevriliyor. Her ne kadar biyografikse de, her ne kadar Kürt'ü anlatıyorsa da, bu metinlerin edebiyat estetiği içerisinde ele alınması lazım. Değerini ise zaman belirleyecek biz belirlemeyeceğiz. Çünkü bir edebiyat yaratıyorsun, bir dünya yaratıyorsun, bir milli mesele de var burada ama artık estetik değerini gözeten bir romandan bahsetmemiz gerekiyor -ki örnekleri de var.
Kürt romanının çerçevesini nasıl çiziyorsunuz?
A: 1932'de Erebe Şemo'nun yazdığı Şivane Kurmanca'yla başlıyor. O ilk Kürtçe romandır. İkinci kuşak Mehmed Uzun, Mahmut Baksi, Firat Cewerî, Hesenê Metê gibi yazarlar... Üç jenerasyondan bahsediyoruz. Arada bir kayıp kuşak var. Sürgünlerin yaşandığı ve Kürt diline yasakların getirildiği, savaşın şiddetlendiği bir dönem. Ali Canip Yıldırım, Mehmet Emin Bozarslan, Musa Anter gibilerin önü açılsa o dönem de çıkabilirdi. Ama son dönemde Kürt romanında bir ataktan bahsediyoruz. Kürtlerin yaşadığı parçalarda edebiyat var. O dönem SSCB'de Şemo çok namlı birisi. Kürtçe'ye bir alaka var, ilk defa Kürt alfabesini yapmaya çalışıyor ve yapıyor. Irak'ta hiçbir zaman dil tamamen yasaklanmadı. Saddam Hüseyin Kürtleri kırdı ama dil yasaklanmadı. Suriyeli Kürt romancılar da daha çok Avrupa'da yaşıyorlar. Aslında baktığında Türkiyeli yazarların Kürt edebiyatı açısından daha etkin olduğunu görüyorsun.
Ö: Çok trajik bir durum var. 80'de darbe oluyor ve yeni yeni bir şeyler yapmaya başlayan gençler İsveç'e gidiyorlar, tesadüfle. Türkiye'den oraya büyük bir grup gidiyor. İsveç devleti destekliyor -en azından yasaklamıyor. Bu şekilde de yazmaya geliştirmeye başlıyorlar.
A: Burada cuntanın Kürtlere hayırlı bir vesile sunmasından bahsedebiliriz. Negatif bir şeyi Kürt yazarlar pozitif bir duruma çevirdiler. Çünkü bir dertleri vardı. Orada yazdılar, çizdiler, dergiler çıkardılar, dünya edebiyatından çeviriler yaptılar. Yeni nesilde ise, dil serbest kaldıktan sonra daha önce okur olanlar, yazar oldular. Dolayısıyla darbe çok kötü ama buradan çıkan yazarlar dünya edebiyatını tanıdılar, yeni dillerle tanıştılar. Şimdi Türkçe'de çeviri çok iyi ama 20 yıl önce öyle değildi. Dolayısıyla sürgündeki yazarlar bizden çok daha önce haberdar oldular, dünya edebiyatını takip ettiler ve yazdılar. 90'larda inanılmaz bir edebi hareketlenme var Avrupa'da. İsveç ekolü deniyor. Çeviriler yapıyorlar. Benim ilk okuduğum metin Godot'yu Beklerken'in Kürtçesidir. Hemingway'i, Çehov'u, Steinbeck'i çeviriyorlar. Hasan Ali Yücel döneminde Türkçe'de yaşanana benzer bir atak var. Ve okuru olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Çevirinin dile katkısının farkındaydılar. Uzun dönem de Türkiye'ye giremedi onların kitapları.
Ö: 2002'den sonra bir rahatlama oldu. Öncesinde kitaplar yüzünden cezaevine atılıyordu insanlar.
Kürt siyasi mücadelesinin edebiyata etkisi ne oldu ?
Ö: Eğer bir mücadele olmasaydı Kürtler yok olmazdı, evde konuşulmaya devam edecekti dil ama şu an bu kitaptan bahsediyor olamayacaktık. 50'lilerden sonra 40 yıllık müthiş bir boşluk söz konusu ve bu devam edebilirdi. Belki Kürt olduğumuzu inkar etmezdik ama bunun için üretmek ihtiyacını hissetmeyebilirdik, anadili eğitimi mücadelesine girmeyebilirdik. Kürtlerin neyi eksik ki, diye düşünen kalabalık bir kesim var. Öyle yaşamaya devam edebilirdik ve kimliğimizi kaybetme yoluna girebilirdik.
A: Kürt sorunun Kürtçe sorunuyla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. İnsanın kültürünü, dilini reddedip ona yaşam alanı bırakmayınca o da türlü yollar arayacaktır ve o yollardan biri de 30 yıldır deneniyor. Ama Kürt sorununda ilk defa bu sene Kürtçe üzerinden siyaset üretiliyor. Tamamen arkasındayım. Bugüne kadar bu talepler yoktu. Dolayısıyla sorunu Kürtçe sorunu olarak algıladığımızda sorunu inkar eden insanlarla neden aynı haklara sahip olmadığımızı konuşacağız. Bir insanın yarası neredeyse orası acıyor. Bizin yaramız var ve bu yaramız dil üzerinden. Kürtçe sorununu çözdüğümüz zaman diğer dertlerimiz, sınıfsal dertlerimiz aynı. Hareket baştan itibaren argümanlarını Kürtçe üzerinden kursaydı durum çok farklı olabilirdi. Kürtçe değerli olsaydı... Mesela neden Kürtçe kitaplar, dergiler bin tane bile satmıyor?
Ö: Sekiz yıllık bir şeyden bahsediyoruz. Hayat biraz da alışkanlıklardır, daha önce yasaktı herşey, el altından dolaşıyor. İnsanların özgür hayata da alışması gerekiyor. Bugün bu konuşmayı yapabilmemiz bile mücadelenin ürünü. Yoksa 80'lerdeki durum devam etseydi, kendimi Kürt olarak tanımlamayı hatırlamazdım bile.
Akademide, medyada bugün Kürt edebiyatına artan bir ilgiden bahsedebilir miyiz?
Ö: Dürüst olmak gerekirse Kürt romanı üzerine doktora seviyesinde çalışan bir benim hocam olmuş, bir de Krakow'da bir akademisyen var. Roman üzerinden değerlendirdiğimizde yok. Ama sözlü edebiyat, dengbêjlik üzerinde durulmaya başlandı. Ezidilerin kültürü üzerine ilgi var. Burada olduğu gibi Avrupa'da da Kürtlerin siyasi durumu üzerine daha fazla ilgi var. Ama akademik çalışma da çok masraflı ve ozrlu bir süreç, başka koşulların oluşması da gerekir. Sinema üzerine başladı, edebiyat üzerine de yaygınlaşacaktır.
A: Allahın İngiltere'sinde, yani hiç Kürtlükle alakası olmayan bir yerde Kürt romanı üzerine doktora yapıyorsun, kendi ülkende yapamıyorsun. Bu az önce söylediklerimizin bir özeti.
Ö: Kürt edebiyatı ya da romancı deyince aklına İsveç geliyor. Bence çok trajik bir durum bu.
A: Türkiye'de medyada, ben ilk defa ulusal bir gazetede, Radikal Kitap ekinde "Kürdili" sayfasında Türkçe'ye çevrilmemiş Kürt edebiyatı hakkında yazmaya başladım. Çok ısrar ettim. Hatta ilk defa Kürt edebiyatını Radikal Kitap'ın kapağı yaptık. Bu sayede Türk entelijansiyası Kürt edebiyatının ne olduğunu öğrendi. Bu önemliydi çünkü hiç ismi anılmayan pek çok yazardan bahsediyordum. Kürt edebiyatı merak ediliyor. Çıkıp bakarsanız kitapçılara Kürtçe kitap bulamazsınız ama Türkçe'ye çevrilmiş Kürtçe metinleri bulabilirsiniz.
Türkçe'ye çeviri ne durumda?
A: Çeviri az ve hakkını teslim etmek lazım ki bu da Muhsin Kızılkaya'nın çabasıyla oldu. İyi bir eser yazınca kitapevlerinin kapısının kapalı olduğunu düşünmüyorum. Baktığınızda Kürt romanıyla ilgili edebiyat medyasında bir ilginin -yeteri kadar olmasa da- doğduğunu görüyorsunuz. Hala bir ketumluktan bahsedebiliriz ama bir kırılmadan da bahsedebiliriz. Bu da tanımayla alakalı. Örneğin bu kitabı biri gördüğünde ve beğendiğinde, yarın öbür gün bu kitapta yer alan bir yazar Türkçe'ye çevrildiğinde ona ilgi gösterecektir. Onu okumak isteyecektir.
Kürtçe'si gelecek mi bu kitabın?
A: Kürtçe'sini ve İngilizcesini çıkmasını arzuluyoruz. Böyle bir talep de var. Belki de bunu başkalarının yapması lazım. Keşke bir yayınevi çıksa ve bunu çevirip yayınlamak istiyoruz dese.
Ö: Çevremdeki insanlar keşke İngilizce olsa da biz de okuyabilsek dediler. Bunun için çaba göstereceğiz.
___________________________________________________________________________________
"Konuştukça okunacak"
Ö:Yazarın kendini geliştirmesi gibi okurun da çoğalması gerekiyor. Okurun sayısı ve ilgisi artsın ki yazarlar da çoğalsın ve kendilerini eleştirebilsinler
A: Ben o konuda okura güveniyorum. Kürtçe okuru az ama kaliteli bir metin çıktığında okuyorlar. Ama şöyle bir kompleks var: Bir eser ancak Türkçe'ye çevrilince Kürt okur da sahip çıkıyor -hala öyle mi emin değilim. Mesela Mehmed Uzun ne zaman Türkçe'ye çevrildi, Kürtlerde de o zaman ilgi oluştu. Firat Cewerî 30 yıldır Kürtçe yazıyor, kitapları Türkçe'ye çevrilince Kürtçe'si de izlenmeye başladı. Orhan Pamuk da ancak İngilizce'ye çevrilince okurunda bir patlama oldu.
Ö: Birşeyden bahsedince otomatikman o popüler oluyor ve ilgi çekmeye başlıyor. Başkasının seni kabul etmesi senin içinden olan birinin de aynı şekilde davranmasına neden oluyor. Bu kitap da sadece Türklerin değil Kürtlerin de Kürtçe edebiyata ilgisini uyandıracaktır. (EÜ)
___________________________________________________________________________________
* Kürt Romanı Okuma Kılavuzu, Özlem Galip ve Abidin Parıltı, Sel Yayıncılık, Aralık 2010, İstanbul, 216 sayfa, 14 TL.