Mali analistlerin "1930'lardan beri böylesi görülmedi" dediği, kısa vadede sonlanmayacağını düşündüğü finans krizi, İTÜ İşletme Mühendisliği İktisat Bölümü öğretim görevlisi Derya Karakaş'a göre, emekçilere yeni baskılar anlamına geliyor.
"Her kriz döneminde ilk faturayı ödeyen emek oluyor. Bir yanda krizin kökeninde var olan kredileri çekip daha sonra ödeyemeyen ve hacizlerle karşılaşanlar, bir yanda finans sektöründe işsiz kalanlar. ABD ekonomisi ve diğer ekonomiler daraldıkça, bunun faturasını geniş halk kitleleri ödeyecek."
"Neler olacağını 2001 krizinden biliyoruz"
Yavaşlayan, büyümesi düşen ekonomilerin emek maliyetlerinin düşürülmesi amacıyla getireceği baskılar önceki krizlerden biliniyor.
Karakaş "2001 krizinde bunları yaşadık" diyor. "O zaman 'kesintisiz büyüme' denen şey, 'emek üretkenliği'ndeki artışa dayanıyordu. Bu fazla mesai bile almadan daha çok çalışan, düşük ücretlerle, olumsuz çalışma koşullarıyla çalışan insanlar demek. Rahmi Koç bile bunu uyguladıklarını açıkladı. Bunun yanında artan işsizlik de var. Emeğin maliyetini düşüren yeni sosyal güvenlik yasası da geçti."
Kapitalizmin kriz zamanında bunları yaptığını anlatan Karakaş, işsizlik oranlarına da dikkat çekiyor. "Resmi rakamlara göre işsizlik yüzde 10'larda, ama gerçek oranın yüzde 22'lerde olduğu hesaplanıyor. İyi ihtimalle, bir düzelmenin olmayacağı, kitlelerin sıkıntılarının süreceği tahmin edilebilir."
"Hükümetlerle uzlaşmamak gerek"
Karakaş emek hareketine dairse "Uzlaşmacı bir tavırla hükümetle işbirliği içinde yapılacaklar, bu durumun aşılmasını sağlamaz. Hükümet, sermayenin kendini sürdürme koşullarını destekleyecektir. Var oluş nedeni bu" diyor.
Finansal krizin Türkiye'yi nasıl etkileyebileceğine dairse Karakaş şunları söylüyor:
"Hâlâ reform sürecinden geçen finans sektörü eskisi gibi çok fazla sarsılmıyor. Devlet, ayakta kalanlara destek sağlayarak, sermaye enjekte ederek, birleşmelere destek vererek bunların risklerini toplumsallaştırdı. Belli başlı bankaların büyük yabancı ortaklarının olması da bir faktör.
Ama sıcak para politikasına dayalı dönemdeyiz. Şirketler kesimi ve bankacılık sürekli dövizle borçlanıyor. Cari açığın döndürülmesindeki en önemli kaynak sermayenin portföy yatırımları ve şirketlerle bankaların kısa vadeli borç alması. Ancak krizle birlikte bu para kaynağının kısıldığını gözlüyoruz. Bu kriz anlamına gelebilir. Borsada bankaların hisse senetleri değerlerinin düştüğünü de gözlüyoruz."
Böyle bir durumda, devlet sermayenin riskini toplumsallaştırıyor, yani halka yüklüyor Karakaş'a göre. Bunun örneklerinden biri, ABD'de Hazine'nin en büyük kredi güvenceleme şirketi AIG'ye 85 milyar dolar aktarması oldu. Bir başka yol da büyük şirketlerin diğerlerini satın alması. Bu da finans sektöründe yeni işsizler anlamına geliyor. (TK/EÜ)