Artık canlı yayında öldürülüyoruz. 5 Haziran HDP Diyarbakır mitingindeki gibi... Kameralar kayıttayken katlediliyoruz. Suruç'ta, Ankara'da olduğu gibi. Ve son olarak Tahir Elçi'ye yönelik suikasttaki gibi... Onca görüntü de yetmiyor, katli ispatlamakla mükellef ne tuhaftır ki yine katledilenler oluyor.
Neden Tahir Elçi, neden Sur içi, neden şimdi?
Geçtiğimiz hafta Diyarbakır'daydım bir belgesel için. İşsizim bir süredir, birçok meslektaşım gibi. Baktım her cenazede hep aynı yüzler, aynı kederli ifade. Buluşuyoruz, birbirimize baş sağlığı dileyip ayrılıyoruz. Bütün bunların unutulmaması için kayda geçirmek lazım dedim. Sonra bir grup arkadaşla yola çıktık. Herkes gönüllü. Finansörümüz falan yok. Kendi cebimizden bilet alıyoruz, il il, kapı kapı dolaşıyoruz. Öldürülen çocukların aileleriyle, uzuvlarını kaybeden gencecik insanlarla bir araya gelip yaşadıklarını anlatmalarını rica ediyoruz utana sıkıla. Onlar anlatıyor, biz ağlıyoruz utana sıkıla. Kamera kayıtta...
Belgeselimizin adı: Kanlı Seçim... Kahrımızdan ölmezsek yakında bitireceğiz. İki seçim arası yaşanan zulmü, katliamları anlatıyoruz. İşte o belgesel için Diyarbakır'daydık geçen hafta. Bir bombanın uzuvlarını aldığı küçük bir çocuğu ziyaret edecektik. Ablası aradı, "Kardeşim sabaha kadar ağrıdan uyuyamadı, akşam üzeri gelseniz olur mu?" Tabii dedik mahcubiyetle ve başladık Diyarbakır'ın en işlek caddesinde gezmeye. Savaş Mahallesi'nde bulunan -tarihi Dört Ayaklı Minareye'ye çok yakın- Sülüklühan'da menengiç kahvesi molası verdiğimizde hâlâ anlayamamıştık insanların yüzündeki o ifadeyi. Herkes mutsuzdu. Esnafından gencine, yaşlısından Sur içinde yaşayan yerlisine kadar herkes umutsuzdu. Oysa bir, iki yıl önce cıvıl cıvıldı buralar. Hayat coşkuyla akıyordu.
Kahvemizi bitirip kalktık. Dört Ayaklı Minare'nin arka sokaklarına dalmamızla gerçeklerle karşılaştık. Barikatlar, hendekler oradaydı. Kentin merkezinde. Sur İçi olarak adlandırılan bölgede. Hepsi gencecikti. Oturduk, konuştuk. "Devlet bize operasyon düzenlemek için G-20 zirvesinin bitmesini bekliyor heval!" dedi biri, "Ama direneceğiz! Buraya girmeleri kolay olmayacak".
Batılı nafiliğimizle "Kentin göbeğinde hendek olur mu?" diye sorduğumuzda kızmadılar, tane tane anlattılar, "Biz barışın geleceğine inanıyorduk. Kürt halkı olarak umutla bekledik ama sonra Kürt sorunu yoktur dediler, Dolmabahçe mutabakatını tanımıyoruz dediler. Operasyonlar sürüyordu zaten. Kalekol inşaatları, güvenlik amaçlı barajlar. Madem müzakere süreci var bunları durdurun dedik, durdurmadılar. Hendekler bu sürecin sonunda açılmıştır"...
Maskeli bir grup genç, bir kısmı çocuk. Hendeklerin, barikatların arkasında bize öz yönetimi, öz savunmayı anlattılar. O mahallenin çocuklarıydı. Oradan çıktık ve bir süre konuşmadık belgeselin gönüllü kameramanlığını üstlenen dostumla. Aklımda tek bir düşünce vardı, acaba biz bu belgeseli insanlara izlettiğimiz zaman bu çocukların kaçı hayatta olacaktı?
Diyarbakır Barosu Başkanı, insan hakları aktivisti Tahir Elçi ensesine sıkılan tek bir kurşunla katledildi. Bu bile tek başına bu suikastın profesyonel kişiler tarafından gerçekleştirildiğinin kanıtıdır. O kadar insan arasında Elçi hedef alınarak öldürülmüştür. Madem Elçi hedefti, bunca oyuna, kentin orta yerinde bir çatışmaya, iki polisin öldürülmesine neden ihtiyaç duydular?
Sahnelenen oyun ne kadar karmaşık, kirli olursa hedef o kadar büyük ve kanlı olacak demektir. Bu lanetli coğrafyanın karanlık tecrübelerinden biliyoruz bunu. Geçen hafta Diyarbakır'da, "ne olacak bu sürecin sonu?" diye sorduğum tüm Kürtler, "Ne yazık ki bizi daha karanlık, kanlı günler bekliyor, öyle görünüyor" demişti. Haklıydılar ne yazık ki.
Elçi'yi vuran silah bulunursa ve onun, PKK'nin bir eyleminde kullandığı silah olduğu ortaya çıkarsa hiç şaşırmam! Ya da yakalanacak faillerden biri PKK itirafçısı çıkarsa... Bitmez bu Ali Cengiz oyunları, bitmez!!! Birileri olayı duyar duymaz "PKK yaptı" dedi ya, ona da şaşırmadım. CNN Türk ekranından, linç edileceğini bile bile, "PKK terör örgütü değildir" diyen bir adamı PKK niye öldürsün diye düşünmeyecek nasıl olsa bu ülkenin -en az- yüzde 50'si.
Katliamın hemen ardından Valilik, Sur'da sokağa çıkma yasağı ilan etti ve çatışmalar başladı.
Orada şu an neler yaşandığı düşündükçe kalbim sıkışıyor. Bakarsınız, o hendeklerin dibinde vurulacak çocuklardan birinin Elçi'nin katili olduğuna inanmamızı da isterler. Ona da şaşırmam!
Bu satırları yazarken hani Diyarbakır'da röportaj yaptığımız, elini ve ayağını kaybetmiş o çocuk geldi aklıma. "Avukat olmak istiyorum" demişti. 8'inci sınıf öğrencisiydi ama Türkçe konuşamıyordu. "Parêzer" dediğinde fark ettim, Kürtçe'de avukat sözcüğünün kökünün "savunma"dan geldiğini. Biliyor musunuz, zulüm görmüş tüm çocuklar avukat olacağım diyordu görüşmelerimizde, "Avukat olup haksızlığa uğrayanları savunacağım". O yüzden öldürdüler Tahir Elçi'yi... (ÖAÇ/HK)