2004 yılıydı sanırım. Devlet Güvenlik Mahkemeleri henüz kapatılmamıştı. Diyarbakır Adliyesi’nde, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin bulunduğu koridorda, duruşmamın başlamasını bekliyordum.
Çok gençtim. 2001 yılıydı, Diyarbakır’da, bazı korsan gösterileri organize edip katıldığım, pankart astığım gibi onlarca iddiayla gözaltına alınmış, on gün işkence altında sorgulanmış ve savcılıktaki sorgumun ardından serbest bırakılmıştım ama mahalle karakolundan yaşlı bir bekçi amca eve mahkemeye çağrı emri getirince öğrendim, hakkımda “kamu davası” açılmıştı.
Ne avukatım vardı, ne avukat tutacak param… Liseyi bitireli daha iki yıl olmuştu ve henüz üniversiteye girip geri ödemeli burstan ibaret bir gelire bile sahip değildim. Ailemin de avukat tutacak parası yoktu, küçük bir maaşla tüm aile ancak geçinebiliyorduk.
O yıl üniversiteye girmek için sınava hazırlanıyordum; kararlıyım, Matematik kazanacağım! Mahkemeye çağrı emri gelince kara kara düşünmeye başladım; “4 yıl üniversite mi okuyacağım? 4 yıl hapis mi yatacağım?”
Bekçi amca zorla götürülme kararı çıkar, falan deyince gittim duruşmaya. Yoksa gitmeyeceğim, “gözaltına aldılar, işkence yaptılar, sonra da savcı bıraktı bizi,” diye düşünüyorum, olay öylece kapandı sanıyorum.
Duruşmanın başlamasına az kalmıştı. Mübaşir “Bir yere ayrılma, sıra senin,” dedikten birkaç dakika sonra Tahir Elçi’yle karşılaştık, avukat odasına doğru gidiyordu. “Hayırdır?” dedi. Beni gazete “dağıtımcısı çocuk” olarak tanıyordu Tahir Elçi.
“Duruşmam var,” dedim.
“Avukatın kim?”
“Yok.”
Başımı öne eğmiştim. Hızla uzaklaştı ve çok geçmeden geri geldi, cüppesini giyiyordu yürürken. Yanıma vardığında “Gel, avukatın benim,” dedi.
***
Bugün 28 Kasım 2015.
Bugün benim “üniversiteye gitmeyi borçlu olduğum avukatımı” katlettiler.
Bugün Diyarbakır’ın, Diyarbakır halkının cesur bir yüreğinden daha korkup katlettiler…
***
Açıp, attığı twitleri tek tek okudum. Gurur duydum, kahroldum, öfkelendim, ağladım, küfrettim:
Avukatımızı öldürdüler!
Kim, niye öldürdü biliyoruz; biliyoruz! (BA/HK)