* Fotoğraf: Kocaeli Gazetesi
Müsilaj diye yeni bir terimle karşılaştık. Konuyla ilgili bilim çevreleri bu terimi biliyorlardı. Ancak Marmara’da olanlara dair haber ve yazıları okuyunca, bu olanlara müsilaj denildiğini öğrendik.
Müsilajın daha anlaşılır olan bir diğer adı, deniz salyası.
Kısa bir zaman öncesinde daha az miktarda görülen bu deniz salyası, öylesine çoğalmış ki, Marmara Denizi’nin yüzeyinde gördüğümüz bu salyaların kat kat fazlası denizin dibini de sarmış.
Marmara’da olan bu olayın bilimsel ve teknik kısmı, ilgili uzmanların konusu. Marmara Denizi’ndeki bu olay için müsilaj veya deniz salyası demekle birlikte, uzman görüşlerinden de yararlanarak aslında bu olana denizin kusması demek, olayın neden ve sonucunu pratik olarak anlamamızı sağlar.
Deniz Küstü
Yaşar Kemal’in “Deniz Küstü” romanı, İstanbul şehrinin dokusundaki bozulmayı anlatır. Marmara 40 yıl önce küsmüştü, şimdi kustu!
Marmara bir iç deniz. Çevresinde başta 17 milyonluk İstanbul olmak üzere başka yerleşim yerlerinin evsel atıklarını, Trakya tarafından Ergene Nehri yoluyla akan bölgenin tarım ve sanayi kirliliğini, İzmit Körfezi’nden eskiden beri yığılmış yoğun sanayinin atıklarını Marmara’nın boğazından aşağıya boca ediyoruz.
Adı mavi kendi siyah akan Tuna Nehri yoluyla bilumum sanayi atıkları Karadeniz’e boşalıyor. Karadeniz’in ölü ve kirli tabanından alt akıntı yoluyla Marmara’ya bir başka kirlilik boca oluyor.
Küresel ısınma nedeniyle denizlerdeki sıcaklığın 1 ila 2 derece artması, deniz salyası için daha uygun bir ortam oluşturduğu uzmanlarca söyleniyor.
Altını çizerek belirtelim ki, denizin kusmasının asıl nedeni, kirlilik! Sıcaklık artışı bir neden olmaktan çok, kusma ortamının oluşmasına katkı yapan bir faktör. Marmara’daki deniz salyası olayını denizlerdeki sıcaklık artışını öne çıkararak açıklamaya çalışmak, gerekli arıtmalara tabi tutulmadan bilumum evsel ve sanayi atıklarının olayın asıl nedeni olduğunu hafifletmeye veya gizlemeye yarar.
Artık Marmara’nın midesi, insan kaynaklı bunca pisliği kaldıramadığı için kusuyor.
Görgüsüzlük
İstanbul’u İstanbul yapan boğazdır, altın boynuz denilen Haliç’tir, Marmara Denizi’dir. İstanbul’un karada yok edilmesi yetmezmiş gibi, denizde de yok ettik! Dolayısıyla havası da bozuldu.
İstanbul’un fethinin görgü tanığı olan Bizanslı tarihçi Yeorgios Francis’in “Şehir Düştü” adlı kitabında Konstantinopolis’in Fatih Mehmet tarafından fethini anlatır. Bizanslılar için şehir düşmüştür!
Bugün ise İstanbul, bu şehri fethedenler tarafından düşürülmüştür!
Dünyanın en güzel şehrini alanlar, bu güzelim şehre sahip çıkamamışlar, onun koruyamamışlar ve kendi elleriyle şehri boğmuşlardır.
Son 70 yıldır arkaik bir zihniyetin ürünü olarak yapılan İstanbul’un fethi kutlamaları tam da İstanbullu olamamakla örtüşüyor. Fetih kültürü şehirleri abat etmez, berbat eder! Çünkü fetih kültürünün dinamiğini göçebelik oluşturur. Göçebelik, derme çatma mekanlar ve yaşamlar demektir. Anadolu’ya artık hangi tarihte geldiysek, o tarihten bu yana (ki, 1000 yıl diyebiliriz) hala fetih kültürünün taşıyıcısı olmaktan çıkamadık! Şehir imarında ve hayatında kamusala yer vermedik. Üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu’da denizle kaynaşmadık.
Osmanlı İstanbul’unda çeşidi çok, miktarı bol balık varken bile, Saray ve Müslüman ahali balık ve deniz ürünleri yemezdi. Saray bolca kuzu eti yerdi. Deniz ürünlerini gayrimüslimler yerlerdi. Basit gibi görünen bu mutfak kültürü, çok farklı iki yaşam biçimine ve iki farklı dünya algısına tekabül eder.
Bu şehri betona boğdular!
Geri dönüşü mümkün olmayan bu yapılaşmanın bütün hedefi rantiyecilik olunca, şehrin alt yapısı tamamen ranta katkı oluşturması ölçeğinde ele alındı. Onlar için insanın, ağacın, kuşun, balığın, havanın, çevrenin, tarihin bir önemi olmadı.
Bu sorun yalnızca para kazanma hırsıyla da açıklanmaz. Bu aynı zamanda bir kültür sorunudur. Dünyanın sayılı tarihsel şehrine kasaba zihniyeti taşınır ve egemen olursa ne olur? Bugünkü İstanbul olur!
Bütün bunlar görgüsüzlüğün sonucudur!
Görgüsüzlük daha baştan içinde nobranlığı, ölçüsüzlüğü ve şeylere karşı saygısızlığı içinde taşır. Görgüsüzlüğün üstü örtülemez; her yönüyle sırıtır, son derece kabadır, kötü kokar, gözü bozar, çirkindir, çirkeftir.
Kimi şehirleri simgeler (Karpuz, Nasrettin Hoca, tavuk, köfte vs.) yoluyla tanıtmak için yapılan o itici ve utanç verici heykellere bakın! Görgüsüzlük bundan daha iyi anlatılamazdı.
İstanbul şehrini karada berbat etmek ve Marmara Denizi’ni fosseptik çukuruna çevirmek, rantiyecilik hırsının görgüsüzlükle birleşmesinin sonucudur.
TBMM’de önerge reddedildi
Deniz salyası, Marmara’yı alttan üstten sarmış. Balıklar, deniz canlıları, deniz bitkileri ölüyor. Atıklarımız yoluyla boğduğumuz, oksijensiz bıraktığımız Marmara feryat ediyor.
Mecliste CHP’nin, Marmara Denizi’nde oluşan deniz salyası sorununu araştırma önergesi, AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Bir çevre felaketinin habercisi olan deniz salyası olayını araştırma talebi, iktidar kesimini oluşturan partiler tarafından neden kabul edilmez?
Muhalefet ne kadar araştırma ve soru önergesi verdiyse, hepsi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. İktidar kesimi vekilleri tarafından muhalefetin taleplerinin içeriği ne olursa olsun, tümünün reddi, tam bir refleks halini almış.
İktidar öyle bir anlayışa sahip ve ona kilitlenmiş ki, muhalefetin bir önergesinin kabul edilmesini bile, kendi kalelerinde bir gedik açılması olarak görüyorlar. Böyle bir siyaset anlayışı Marmara’nın felaketi gibi, toplumu da felakete sürüklüyor. Muhalefete kırmızı görmüş boğa gibi bakan iktidar, bari Marmara salyası önergesini muhalefetle ortak hazırlasaydınız da bari Marmara için vicdanınızın üzerini örten külü üfleseydiniz!
CHP’li belediyelerin yapabilecekleri
CHP’li belediyeler diyoruz çünkü, AKP ve MHP’li belediyelerin Marmara Denizi’ndeki felaketle ilgilenme inisiyatiflerinin olmadığı kanısındayım. TBMM’de deniz salyası araştırma önergesinin reddedilmesi sonucunda, konu belediyelerin bu olaya müdahil olması düşünülemez.
Kaldı ki, 2007’lerden bu yana Marmara’da görülen ve gittikçe artan deniz salyası olayı hakkında raporlar yazılmasına rağmen ne hükümet ne de yerel yönetimler ilgilendi. Tam tersine onlar, deniz salyasının nedenlerinden biri olan denizi doldurmakla meşguldüler. Rant projelerinin hafriyatların kolayca Marmara’ya boca ettiler! Yenikapı’da, Maltepe’de yapılan devasa dolgular ve diğer kıyı dolgu alanlarıyla Marmara’ya mezar kazdılar.
Marmara’ya sahip çıkmak, felaketi bilmekten, topluma yaymaktan, kurumları çözüm arayışlarına zorlamaktan ve olanlara itiraz etmekten geçiyor.
İstanbul’un kanalizasyon atıklarının ne kadarı arıtmaya tabi tutuluyor?
Arıtma tesislerinin kapasitesi nedir ve fiziki mi, biyolojik mi arıtma yapılıyor?
Arıtma tesisleri yapmakla övünen AKP’li eski İBB yönetimi, İstanbulluların gözünü mü boyamış?
Tekstil ve kimya fabrikalarının atıkları ne ölçüde kontrol ediliyor ve ne tür önlemler uygulanıyor?
Muhalefetin adayı bir CHP’li İBB Başkanı olarak bu vb. sorulara cevap vermenin tam sırası.
CHP’li belediyeler Marmara Denizi felaketine dikkat çekmek için belli noktalarda İstanbullularla toplantılar düzenleyebilirler. İnsanlar hem olayın canlı tanığı olurlar hem de sorunun çözümü için başta merkezi hükümet olmak üzeri kimi kurumları uyarır ve müdahil olmaları yönünde baskı oluştururlar.
Erdoğan iktidarının öteden beri dillendirdiği, tamamen bir rant projesi olan İstanbul Kanalı projesi var. Marmara Denizi can çekişirken bu kanalın Marmara Denizi’nin ölüm fermanı olacağı bilimsel veriler ışığında tekrar tekrar anlatılmalı. Kanalın yol açacağı felaketlerden biri de kanal savunucuları tarafından kanalın hafriyatından Marmara’ya ada yapacağız, bir adamız olacak demeleri! Akıl alacak gibi değil.
İstanbul’a İstanbul’da yaşayanlar sahip çıkmazsa kim sahip çıkacak?
Marmara bir fosseptik çukuru gibi kokarsa, gidecek yerimiz var mı?
Rant uğruna acımasızca İstanbul’u betona gömenler, başımıza bu çevre felaketini açanlar ve o milyonluk daireleri satın alanlar, o dairelerde oturamayacaksınız.
Bugün İstanbul, yarın Ege!
Marmara’nın ölümü, Marmara’nın ölümüyle kalmaz! Toplum da ölür!
(HŞ/NÖ)