Gazeteci Yazr Ahmet Altan’ın Everest Yayınları'ndan yeni çıkan “O Yıl” romanı, daha baştan lanetli bir yılı konu edindiğinin işaretini veriyor.
Daha ilk sayfalarında O Yıl’ın kötülüğün, karanlığın, alçaklığın hükmünün sürdüğü, Ermenilerin devlet organizasyonuyla sürgün ve katliamlara tabi tutulduğu, mallarına el konulduğu 1915 yılı olduğunu anlıyorsunuz.
Edebiyatçı feneri
Aynı zamanda O Yıl’ın Balkan Savaşlarının travmasını yaşandığı dönemde Birinci dünya Savaşı’na girildiği, Çanakkale’de İngiliz-Fransız ordusuna karşı savunma savaşının verilerek boğazlardan geçit verilmediği ve Osmanlı İmparatorluğu’nun (Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Çarlık Rusya’sının da) tarih tarafından mezarının kazıldığı yıllar olduğunu anlıyorsunuz.
Altan o dönemin karanlık yönlerine bir edebiyatçı feneri tutuyor. Kitabın ilk sayfasında “Elindeki muhteşem güce rağmen insanları böylesine hain, böylesine kötü, böylesine bencil, böylesine insafsız yaratmak kâinatın en büyük günahıydı” diyerek, kötülüğün ve alçaklığın hüküm sürdüğü bu dünyaya bir itiraz yükselmekte.
Romanın Efronya, Şeyh Yusuf Efendi, Rukiye, Dilara adlı kişilerinin kimi diyaloglarında veya iç seslerinde insan ve Tanrı üstüne sorgulayıcı hususlar yer alıyor.
“İnsanlar Tanrı’ya karşı dürüst davranmazlar. Onun her şeyi bildiğine inanır ama gene de duygularını ondan saklarlar, kızdıklarını, kütüklerini, öfkelendiklerin ona söylemezler. Efronya, Tanrı’ya karşı bile dürüsttü.” (Sayfa 21)
“Tanrı’ya karşı dürüst olan herkese karşı dürüsttür…” "Sayfa 21"
Altan bir edebiyatçı olarak okura bir ahlak veya teolojik anlayış dayatmıyor ki, bu zaten edebiyatı öldürür. Ancak okuru insanın ve hatta kendi dünyasının içine sokuyor, oralara bakarken şuralara da bak diyor. Kararı okura bırakıyor.
“Alçaklığa giden yol, utanmayı unutmakla açılır”
Utanan insanın yüzü kızarır. Yüzü kızaran insandan zarar gelmez çünkü o kişinin, utanma duygusuna sahip olduğunu gösterir.
Utanca dair örneğin Tarkovski’nin “Solaris” filminde “Dünyayı utancın kurtaracağı” şeklide bir replik vardır.
İsveçli film yönetmeni İngmar Bergman'a sormuşlar: “Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?” Bergman “Utanç” demiş, “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.”
Utanç kavramı salt ahlak felsefesinin değil, edebiyatın, sanatın da temel konusudur.
Altan da “İnsanlar başkalarının karşısında utanmamak için ne kadar çok cinayet işlediler ne kadar çok savaşa girdiler biliyor musun? Utanmaktan çok korkar insanlar. O kadar çok korkarlar ki alçakça bir iş yaptıklarında ilk istekleri utanma duygusundan kurtulmaktır. Alçaklığa giden yol utanmayı unutmakla açılır.” (Sayfa 311) paragrafında aynı görüşü ifade eder.
Ahmet Altan’ın konuşmalarında ve diğer yazılarında bu utanç kavramı önemli bir yer tutar. Bazen Altan’ın bu kavrama gereğinde fazla anlam yüklediğini düşünürüm. Ama bir yanıyla da kötülüğün sınır tanımazlığında utanç kavramının gelip insan ilişkilerinin merkezine oturduğunu görürüm.
Öte yandan kötülük, alçaklık insana ait bir kavram olarak insan varlığına içkinse, bunlar yalnızca ahlaki veya vicdani değerlerle önlenebilir mi sorusu önümüze çıkmakta. İddialı bir cümle olacak belki de ama, eğer böyle olsaydı dinler ilk çıktığı zamanlarda toplumu kötülükten ari bir yapıyla kurarlardı. Ya da ahlaktan hareketle toplumun sorunlarını çözmek mümkündü!
Elbette yine insana ait güzellik, vicdan, utanç, adalet vb. kavramları çok büyük değerler taşımakta. İnsanların bu değerlerin normlarıyla, bilinciyle, davranışlarıyla yetiştirilmesi elzemdir. Ancak toplumsal hayatta kötülüğü ve alçaklığı baskılayacak, cezalandıracak bir hukuki ve yasalar sistemi de gerekli değil midir?
Tarih ve edebiyat
Ahmet Altan’ın “O Yıl” romanında, romanın kişilerinden Dilevser’in 1915'i anlatmayı “bir tek edebiyat başarabilir” cümlesi, tarih ile edebiyat arasındaki farkı tek satırda özetliyor.
Tarih geçmişteki olayların, olguların kronoloji çerçevesinde bir anlamda kurgu çalışmasıdır. Objeler ve belgeler üzerinden yeniden bir anlatı kuran tarihçi, geçmişi anlamamıza yardımcı olur. Toplumların ve devletlerin geçmişteki sosyo-ekonomik yapılarını, savaşlarını, barışlarını, yöneten ve yönetilen ilişkilerini kapsayan alan üzerindeki tarihin anlatısı, olaylar ve rakamlar üzerinde yoğunlaşır. Her ne kadar insan unsuru tarih anlatısının bir ögesi olmasına rağmen, oradaki insan/insanlar daha çok birer istatistiki veri halindedirler.
Burada asıl konu tarihçinin neyi nasıl anlattığıdır. Neden ve nasıl sorularının arayışına girmeyen, bir olayı neden ve sonuç bağlamında ele almayan bir tarih anlatısı tam da egemenlerin istedikleri tarihçiliktir. Bizlere dayatılan da budur.
Altan, “Tarih el feneri gibidir” derken, bir aydınlatma aracı olarak fener metaforunu kullanıyor. İyi tarihçilerin bu feneri nereye nasıl tuttukları, onların tarihçi sorumluluklarının aynasıdır.
Tarihçi insanın dünyasına doğrudan yönelmez, onu içine fener tutmaz, onu ancak olayların ve olguların birer figürü olarak ele alır. Kaldı ki bunlar tarihçinin konusu da değildir.
Edebiyatçıların da elinde el feneri vardır. Edebiyatçılar el fenerini insanın varlığına, onun her türlü haline tutarlar.
İnsanın karanlık ve tehlikeli yanlarına, merhamet ve kötücül yanlarına, bencil ve diğerkam yanlarına, vicdan ve vicdansızlığına, bilinçaltına, ahlakına, adalet duygusuna, kısacası insana ait bütün kavramlara fener tutarlar.
İşte tarihçi ile edebiyatçıyı farklı kılan nokta, her iki alanda insanın ele alınış tarzıdır.
Altan’ın “O Yıl” romanı, 1915 döneminin tarihi olaylarına da bir hayli yer vermekte. Özellikle Çanakkale savaşı vurgulanıyor çünkü İngilizlerin Çanakkale’yi geçemeyerek geri çekilmesi, İttihatçılara ve onun liderlerinden Talat Paşa’ya Ermeni kırımı için büyük bir cesaret veriyor. Romandaki çoğu kişi gerçek isimleriyle anlatılıyor.
Altan kimi Ermeni yazarların 1915’e dair anlatılarından, anılarından bir hayli yararlanmış. "O Yıl" romanını okurken örneğin Yervant Odyan’ın “Lanetli Yıllar” kitabı, Flavia Amabile ve Marco Tosatti’nin “Halep’in Baronları” kitabını tekrar hatırladım. Böylece gerek Çanakkale Savaşları gerekse Ermenilerin trajedisinin edebiyat yoluyla işlenmesinde, “O Yıl” romanının omurgasını gerçeğin kurgusu oluşturmakta.
“O Yıl”, 1915 Ermeni Soykırımı'nda insan unsurunun hallerini edebiyatın gücüyle kurgulayan, bizi geçmişi anlamaya ve onunla yüzleşmeye davet eden bir roman.
(HŞ/EMK)







