Süryaniler, Mezopotamya uygarlık tarihinin en eski halklarından. 5000 bin yıllık bir tarihe sahip olan Süryanilerin yeterince tanınmadığı bir gerçek!
İşte bu yeterince "tanınmama" gerçekliği nedeniyle yazar Muzaffer İris kendine bir rol-model yükler. İlkokuldan başlayarak yaklaşık 40 yıllık bir süre zarfında birçok insanla karşılaşır. Okuduğu okullarda, yaşadığı bölgelerde oturup kalktığı insanların çoğunun Süryanilerin kim olduğunu sahiden bilmediklerini fark eder. İşte bu "bilgisizlik" yazarı yeni arayışlara yönlendirir.
2000 yılında Süryanileri anlatan "Bütün Yönleriyle Süryaniler" başlıklı bir kitap hazırlayıp yayınlar.
Sonrasında ise Süryani Mutfağının araştırılıp kayda geçmesi gerektiğini düşünerek, sözlü tarih çalışmalarına başlar. Süryanilerin yaşadığı her il ve ilçeden yaşlı insanları bulup onlarla görüşmeler yapar ve böylece Süryani Mutfak Kültürü kitabını yayınlar.
Bütün bunları yazdıktan sonra Süryanilerin yaşadıkları acıları ve Ermeniler gibi uğradıkları katliamında yazılması gerektiğini düşünür.
Mardin, Diyarbakır ve Urfa’daki Süryanilerle ilgili onlarca kitap yazılmışken Adıyaman Süryanilerinin "öteki" tarihinin hiç ya da yeterince yazılmamış olduğunu fark eder. Diğer illere göre Adıyaman konumu itibariyle farklıdır. Sınır memleketlerinden de uzaktır. Belki de bu sebeple... Ayrıca Adıyaman'da Mardin kadar kalabalık bir Süryani nüfusu yoktur!
İşte tümüyle bu nedenlerle katliamdan uğrayan ve katliamdan iyi insanlar sayesinde kurtulan bir ailenin torunu olarak yazarın "Süryani üçlemesi"nin son aşaması olan Adıyaman Süryanilerinin yaşadığı acıları yazma gereğini duyar yazar.
Yazarın kendi ifadesine göre 1980'li yıllarda başlayan bu hazırlığı ancak yakın günlerde tamamlanabilmiş!
Çalışmayı yaparken Türkiye’nin değişik yerlerine yerleşen yaşlı Süryanileri ve o gün Süryanilere yardım edip onları kurtaran Müslüman Kürtleri bulmuş. Onlarla görüşmeler yapıp kitap dosyasını hazırlamış.
Çalışmayı yürütürken İsveç'te yaşayan Jan Bet Şewoce ile yazışır ve böyle bir çalışma yaptığını anlatınca o da kendisinde konuyla örtüşecek bir kitap çalışması olduğunu söyler. Kitap Adıyamanlı bir Süryani olan Dayroyo Afrem Fawlus tarafından Gerşunice yazılmış.
Gerşunice; içinde Arapça, Kürtçe, Farsça, Ermenice ve Türkçe kelimelerden oluşan yerel bir dil. Şu anda kaç kişinin yazdığı ve okuduğu pek bilinmiyor. Kitabı Benjamin Trigona - Harany Transkribe eder.
Yazara gönderir ve iki dosya birleştirilerek yayına hazırlanır.
Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Adıyaman Süryanilerinden Magdasi Barsom ve Evlatlarının Yedi Kuşağa kadar olan tarihini anlatıyor. Bu bölümde Adıyaman’da yaşananlar, oradaki aileler, göçleri, kıyımdan kurtuluş hikayeleri yer alırken, ikinci bölümde 1915'den sonra katliamdan kurtulanlar ve onların çocuklarının anlatılarından oluşan röportajları içeriyor.
Tabi yazar bununla da yetinmeyip 1915'de Ermeni ve Süryanileri kurtaran Adıyamanlı merhametli Müslümanların çocuklarıyla yapılan görüşmeleri de kitaba bir başka bölüm olarak ekliyor.
Kitabın adı konusunda da ironik bir tespit var. 1915'de asker Adıyaman-Gerger Venk köyüne gider. Köydeki ağaya köylüleri götürmeye geldiğini ve herkesin köy meydanına toplanmalarını ister. Köyün ağası, köylerinin Ermeni değil Süryani köyü olduğunu ifade eder. Komutan ise, kendileri için hiç fark etmediğini belirterek; "Bizim için soğanın kabuğunun rengi önemli değil, kokusu önemlidir" der. Yani Ermeni Süryani fark etmez Hristiyan olmalarının yeterli olduğunu belirterek insanların toplanması emrini verir. Bu nedenle kitaba "Soğan Kabukları"* ismini uygun görür yazar.
Doğrusu bu kitabın yayınlanmasının haberini özellikle 1 Nisan tarihine bıraktığımı vurgulamalıyım. Zaten yazının başlığından da niyetim ifşa olmuş oluyor.
Bundan tam 6767 yıl önce (MÖ 4750) Asur ve Babil kaynaklarına göre, tarihte Mezopotamya olarak bilinen bölgenin “organik kültüründe” 1 Nisan günü yeni yıl bayramı olarak kutlanırmış. Hem de 12 gün sürermiş. Tanrı ve tanrıçaları “Tammuz” ile “İştar”ın aşkı bu bayrama eşlik ya da rehberlik edermiş. 12 gün boyunca, büyük coşkularla, barış, kardeşlik, dayanışma esas alınırken, kırgınlıklar ve dargınlıklar gündeme dahi getirilmezmiş.
İnsanlık tarihiyle en eskiden bu yana yaşıt olarak genel kabul gören 1 Nisan Bahar Bayramı, hayatı, doğanın dirilişini, bolluk ve bereketi, aynı zamanda da özgürlüğü simgeliyormuş Süryani, Asuri felsefesinde. Bayram, bir yönüyle de büyük tufana, Nuh Tufanı’na kadar, hatta tanrı Marduk'a kadar dayanıyormuş.
Tufandan kurtuluşun olanca heyecanıyla baharla birlikte gençler kendilerini doğanın koynuna, cümle çiçeğe, börtü böceğe kesmiş tabiat ananın böğrüne salıyormuş.
Zamanla unutulmuş Asurî/Süryani halkının bu “kadim” bayramı. Ta ki 19. yüzyılda yapılan bölgedeki kazılarda geleneğin izleri bulununcaya kadar. Yazılı belgelerin gün ışığına çıkmasıyla bayram yeniden anımsanır olmuş.
Asuri-Süryani halkının yaşadığı çevre ülkelerde o tarihten bu yana kutlanagelen 1 Nisan Akitu Bayramı, 2005 yılında Midyat'ta, Turabdin’de bütün Midyat şehir dokusuna tepeden bakan Mor Hobel ve Mor Abrohom Manastırının hemen bitişiğindeki tepede binlerce konuğun katılımıyla ilk kez kutlanmıştı. 12 yıldır da Akitu bayramı kutlanıyor.
Bu vesileyle Muzaffer İris'in Adıyaman Süryanilerini anlattığı "Soğan Kabukları" kitabı aynı zamanda Akitu Bayramı armağanı olarak da kabul görmeli. (ŞD/EA)
* Muzaffer İris, Soğan Kabukları, Su yy. İstanbul, 2017