Irak topraklarının 20 Mart 2003 günü başlayan işgal sürecinin, temellendirildiği "kitle imha silahları" ile ilgili yalanları kamuoyunun dikkatine sunan Dr. David Christopher Kelly, 2003 Temmuz'unda gizemli bir cinayete kurban gitti. [1].
Daha önce Birleşmiş Milletler'in Irak'taki silahlara ilişkin araştırma ekibinde yer alan Dr. Kelly, o sıralarda, İngiltere Savunma Bakanlığı'nda biyolojik silah uzmanı olarak çalışıyordu. 2002 yılında Savunma Bakanlığına bağlı bir birimde (Defence Intelligent Staff) Irak'taki kitle imha silahlarını araştırmakla görevlendirilen Kelly, tam 37 kez bu ülkeye giderek, kendisine verilen dosyadaki gezici silah laboratuarlarını araştırdı.
Dr. David Kelly'yi anımsayan var mı?
2003 Ağustos'unda, 1997 ile 2003 yılları arasında Tony Blair'in İletişim ve Strateji Direktörü olarak çalışan Alastair Campbell tarafından hazırlandığı anlaşılan dosyada, "Irak'ın son derece yıkıcı kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğu" iddiası yer almaktaydı. Kelly, 5-11 Haziran 2003 tarihleri arasında Irak'a giderek "gezici silah laboratuarı" olduğu iddia edilen iki yeri gezdi ve fotoğrafladı. The Observer'ın 15 Haziran 2003 tarihli sayısında "bir İngiliz bilim adamı ve biyolojik silah uzmanının" şu ifadelerine yer verildi:
"Bunlar biyolojik silah laboratuarı filan değil, buraları biyolojik silah yapmak için kullanamazsınız, görünüşleri bile benzemiyor. Bunlar tam olarak, Irak'lıların beyan ettikleri gibi, balonlara doldurulan hidrojen gazının üretildiği tesisler." [2]
Irak'ta 45 dakika içerisinde harekete geçebilen ölümcül silahlar olmadığını kavraması ve bu bilgiyi basına sızdırması, Dr. Kelly'yi Blair Hükümeti'nin bir numaralı düşmanı haline getirmek için yeterli olmuştu. 15 Temmuz 2003 günü, meclisteki Dış İlişkiler Komisyonu'na ifade veren Kelly, bundan 2 gün sonra ölü bulundu...
Ölümünün ardından Blair Hükümeti tarafından kurulan Hutton Komitesi'nin hazırladığı raporla, ifadenin Kelly'ye ait olduğu teyid edildi. 8 Temmuz'da Hükümet, BBC Muhabiri Andrew Gilligan'ın gizli bir savunma görevlisiyle görüştüğü ve kitle imha silahlarıyla ilgili bilgi sızdırdığı kamuoyuna duyuruldu. BBC, haber kaynağıyla ilgili bilgi isteyen Hükümete olumsuz yanıt vererek hem muhabirini, hem de haber kaynağını korudu[3]. O sırada iletişim metotları konusunda hayli eleştirilen Campbell'ın, BBC ile mücadelesinde Kelly'yi kullandığı iddia edildi, bir süre sonra da Campbell istifa etmek zorunda kaldı ama peşinden BBC Yönetim Kurulu Başkanı Gavyn Davies ve Genel Müdür Greg Dyke'ı da sürükledi.
Hükümetin konuyla ilgili gerçekleri ısrarla gizlemesi ve çarpıtması, bu uğurda bir bilim adamının ölümüne, iki üst düzey yöneticinin istifasına, bir gazetecinin işini kaybetmesine ve daha da önemlisi, belki de binlerce insanın hayatına malolabilecek kirli işlerin üzerine gitmek konusunda diğer gazetecilerin isteksiz davranmasına neden oldu. Bütün bunlar, Kelly'nin açıkladığından daha fazla şey bildiğini ama kamuoyuyla paylaşamadığını, bu cesur bilim adamının ulaştığı sonucun ise iddia sahiplerini çok fazla ürküttüğünü gösteriyor[4].
Ölümünün intihar olup olmadığı hâlâ bir muamma olsa da Dr. Kelly'nin ölümünde, İngiliz Hükümeti ve müttefiki ABD bir numaralı sanıklardır. Ancak bu kirli savaşı deşifre etmek uğruna hayatını kaybeden Dr. Kelly'nin ölümünü kuşatan bilgiler 70 yıl boyunca saklı kalacak. Oysa çok iyi biliyoruz ki, zamanında açıklanmayan bilgi, artık bilgi değil, müzelik bir eser olabilir sadece...
Bradley Manning'i anımsayacak mıyız?
Dr. Kelly'nin dramatik öyküsünü anımsatan ve şu sıralarda bütün dünyayı etkisi altına almış bulunan bir başka kişi, Irak'ta görev yaparken ABD Savunma Bakanlığı'nın gizli bilgileri paylaşmak için kullandığı SIPRNet'teki -Secret Internet Protocol Router Network- gizli belgeleri Wikileaks'e sızdırdığı iddia edilen Bradley Manning adlı genç asker. 2010 Mayıs'ından bu yana cezaevinde ve çok kötü şartlar altında tutulan Manning, 50 küsur yıla mahkum olabilir...
Düşman kuvvetleri hakkındaki bilgileri analiz etmekle görevli olan 22 yaşındaki er Bradley Manning, yayımlandığında insanları dehşete düşüren 12 Temmuz 2007 tarihli Amerikan saldırısının video görüntülerini ve daha sonra, Amerikan diplomatlarının yazışmalarını içeren 260 bin civarında belgeyi Wikileaks'e sızdırdığı için Mayıs 2010'da tutuklandı.
12 Temmuz 2007 tarihinde Apaçi helikopterleri tarafından gerçekleştirilen Bağdat'taki saldırıların ilkinde Reuters çalışanlarından, 22 yaşındaki Namir Noor-Eldeen'in de içinde olduğu 9 kişi katledilmiştir. Ardından gelen ikinci ateşte ise, önceki saldırıda yaralanan Reuters muhabiri Saeed Chmagh'la birlikte iki kişi daha öldürülmüş, içine girmeye çalıştıkları minibüste bulunan çocuklar ise yaralanmıştır. Üçüncü saldırı ise, silahlı ve silahsız insanların kaçıp sığındıkları bir binayı hedef almış, binadaki çoğu kadın ve çocuk onlarca sivil hayatını kaybetmiştir.
Olayda 2 elemanını kaybeden Reuters, 2007 yılında Bilgi Edinme Yasası'na dayanarak, askerler tarafından kaydedilen görüntüleri talep ettiyse de, bu talep geri çevrilmiştir. Manning tarafından sızdırıldığı ileri sürülen bu kayıtlar, 5 Nisan 2010 tarihinde Wikileaks tarafından yayımlanmıştır[5]. TADS (Target Acquisition and Designation Sights, Pilot Night Vision System) adlı askeri bir sistemle kaydedilen video, izleyenleri dehşete düşüren, sivillere yönelik çıplak bir şiddeti göstermektedir.
Manning, arkadaşıyla yaptığı ve bir ihanetin belgesi olacak görüşmelerde, elindeki belgelerin "neredeyse kriminal bir perde arkası ilişkiyi" yansıttığını, "birinci dünyanın, üçüncü dünyayı nasıl sömürdüğünü detaylı olarak gösterdiğini" yazmış. Wikileaks ise kaynak güvenliği politikası nedeniyle, kendisine gönderilen 251 bin 287 diplomatik telgrafın Manning'e ait olduğunu reddediyor ama şunu belirtmekten de geri durmuyor: "Eğer belgeleri sızdıran Brad Manning ise, o şüphesiz bir milli kahramandır!"
Julian Assange
Telgrafların kamuoyuna sızmasıyla birlikte, dünyanın egemen güçlerinde gözlenen büyük telaş, Avustralya'lı gazeteci, aktivist, "muhbir" ("whistleblower") web sitesi Wikileaks'in kurucusu Julian Assange'ın cezaevine tıkılmasını, çok kapsamlı karalama kampanyalarını, Wikileaks'in mali kanallarının tıkanmasını, hatta ölüm tehditlerini de beraberinde getirdi. Ancak Assange, hem Wikileaks aracılığıyla yaptıkları, hem de bunların egemen blokta yarattığı kızgınlıkla gelen gözden düşürme girişimlerine karşı zekice planlanmış püskürtme taktikleri sayesinde küresel bir kahramana dönüştü. İnsanları en fazla karşısına alabileceği tecavüz davalarıyla ilgili tavrı da bunlara eklenmeli. Hem İsveç Mahkemelerine, hem de bu konuda ağzı sulanan gazetecilere "kimseye tecavüz etmedim, bu benim kişisel alanımdır, seks hayatımın detaylarına inmeye hiç heveslenmeyin" dedi özetle.
Wikileaks, 28 Kasım 2010 tarihinde başlayan son büyük dalgadan önce, Türkiye'de hemen hiçbir yankısı olmayan çok önemli ifşaatlarda bulundu. Assange ve arkadaşları WikiLeaks'i 2006 yılında kurdu ve dünya kamuoyu onları; Kenya'daki yargısız infazları, Afrika topraklarına bırakılan zehirli atıkları, ABD'de 1952 yılından bu yana faaliyet gösteren Scientology tarikatının içyüzünü, Guantanamo Kampı'ndaki insanlık dışı uygulamaları, İzlanda Bankası Kaupthing ile İsviçre merkezli Julius Baer Bankası'nın gizledikleri, kriz yaratan çok önemli bilgileri kamuoyuna sızdırdığında tanıdı[6]. 2010'da ise Assange, ABD'nin Afganistan ve Irak'ta yaptığı ve kamuoyundan gizlenen hukuk dışı uygulamalarla ilgili binlerce dokümanı faş ederek küresel kapitalizmi feci şekilde rahatsız etti...
Kasım Ayının sonunda şöhreti nihayet Türkiye'ye de ulaşacak olan Assange, Amerikan diplomatlarına ait telgrafları yayımlamaya başlamadan önce, kendisinin etkisiz hale getirilmesi durumunda yayımlanmak üzere şifrelenmiş bir dosyayı (insurance.aes256) internet ortamına saldı ve bu çağrı büyük ölçüde karşılığını buldu. Hem etik olarak doğru hem de heyecanlı bir serüvene hazır olduğu anlaşılan yeryüzünün değişik yer ve kesimlerinden binlerce insan bu "sigorta" dosyasını indirip, kendi kaynaklarıyla yeniden paylaşıma açtı. . Gündelik hayatının büyük kısmını bilgisayar ekranı karşısında geçiren, görece genç bir aktivist grubu, çağrının yayılmasında ve birbirini takip eden "hacktivist" eylemlerde ve düzenli bilgi akışını başkalarının kontrolüne bırakmaksızın birebir sağlamada etkili oldu ve olmaya da devam ediyor. Zira, yine sanırım, özellikle eski kuşak gibi "geçmişin yükünü" ve "geçmişin terbiyesini" taşımayan bu kesimlerin, hem kendileri, hem de bütün dünya için amasız fakatsız bir özgürlüğün ne menem bir şey olduğu konusunda derin bir içgörüsü var.
Halihazırda bu kuruluşa, kapitalizmin türlü çeşit tahakkümcü uygulamasını deşifre eden belgeler yağmakta. Wikileaks bunları alıyor, ayıklıyor, belli bir politik strateji çerçevesinde özenle seçtiği basın-yayın organlarında yayımlanmalarını sağlıyor. Wikileaks; ABD'denNew York Times, İngiltere'den Guardian, Fransa'dan Le Monde, Almanya'dan Der Spiegel ve İspanya'dan El Pais'e belirli kurallara uymaları şartıyla belgeleri servis etti. 28 Kasım 2010 Pazar gününden itibaren bu kuruluşlar tarafından yayımlanmaya başlayan belgeler, yeryüzündeki bütün barbar yönetimleri ve sermaye gruplarını ciddi biçimde telaşlandırdı.
Assange, Kenya'daki yargısız infazları ifşa etmesi nedeniyle 2009'da Af Örgütü Medya Ödülü'nü kazandı. 2010'da ise Time Dergisi'nin "Yılın Adamı" yarışmasında "okuyucunun tercihi" ödülüne layık görüldü ama halihazırda, ayak bileğine bağlanan elektronik kelepçeyle takip ediliyor ve henüz tam tarihi belli olmayan duruşmasına kadar ev hapsinde tutuluyor. Daha ziyade internet medyasında yer alan yığınla haber ve röportajlarda rastladığımız açıklama ve ifadeler, Assange'ın bir nevi "aforizma jeneratörü" gibi çalıştığını, yani, yaptığı işlerin gerisinde bir felsefi arayışın olduğunu anlıyoruz. Bu felsefeyi beğenmeyebiliriz, kendi sol vizyonumuzla alakasız bulabiliriz ama bu kadar ölçülüp biçilmiş bir girişimin baş oyuncusu hakkında, eğer şüpheciliğiniz paranoyayla yer değiştirmeyecekse, eğer insanların size söylediği "iyi" şeylerin arkasında hep bir bit yeniği, bir sinsi kurnazlık, bir komplo arayan kötürümleşmiş bir ruhunuz yoksa, ona hayranlık da duyabilirsiniz..
.Türkiye'de Wikileaks...
Wikileaks olayının dünyada yarattığı sarsıntılar, Türkiye'de pek karşılığını bulamadı. Genel olarak "biz zaten bunları biliyorduk"la başlayıp, "bunlar CIA'nın yeni oyunu" ile devam eden bir dizi "klasik" yorumun değişik versiyonları çeşitli mecralarda kendisine yer buldu. Türkiye medyası her zaman olduğu gibi, keseri yine kendisine yonttu ve ne ABD'nin dünya yüzeyindeki yoksul halklar için tasarladığı kapsamlı savaş planlarına, ne de dünya enerji devlerinin ve ilaç tekellerinin yeryüzünü cehenneme çeviren gizli kapaklı işlerine itibar etmedi. Bu medya daha ziyade, Ankara'dan geçilen telgraflardaki sansasyonel ifadelere odaklandı. Bu telgraflarda en çok dikkat çeken bilgiler; Başbakan'ın İsviçre'de 8 gizli hesabı bulunduğu, Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün, Fethullah Gülen Hareketine yakın olduğu söylenen Ahmet Davutoğlu hakkında "olağanüstü tehlikeli" demesi, AKP Milletvekillerinin paragözlüğü ve benzerleri oldu. AKP'ye yakın yayın organları, özellikle bu partiyi yıpratacağını düşündükleri bilgileri ya görmezden geldiler ya da güzelce çarpıttılar. AKP'ye yakın görünmeyen (sadece şimdilik!) medya kuruluşları ise, Wikileaks'i nasıl yerli yerine oturtacakları konusunda bir kafa karışıklığı yaşadılar. Ama her halukarda, bir kez daha Türk medyasının cehaleti ve kibri ortaya çıkmış oldu. Hiçbir ulusal gazete, deşifre edilen belgeleri ve Wikileaks'i enine boyuna tartışan, akan bilgileri düzenli olarak aktaran ve bilgilerini güncelleyen, kısacası hakikaten "araştırmacı" denebilecek gazetecilik örnekleri vermedi.
Türkiye'de, Wikileaks'in gerçek bağlamını kavrayamamanın önemli bir göstergesi, onun Taraf Gazetesi ile karşılaştırılması oldu[7]. Oysa Taraf'la Wikileaks arasındaki en bariz fark, bunlardan birinin, insanlığın özgürleşimi adına konuşan bir vicdan olmadığı çok belli birtakım güç odaklarından servis edilen belgeleri, sıkı gazetecilik süzgeçlerinden geçirmeksizin, çoğu kez manipüle edici bir tarzda, kimi zaman gazeteci kimliğini imha edecek ölçüde acul, Türkiye'ye özgü bir liberal mecra olmasıdır. Taraf'ın, Türkiye'deki hakim gazetecilik pratiğinin bütün kusurlarını bünyesine barındıran ve aynı zamanda bu kusurları kimi yerlerde "ileriye" taşıyan bir aktör olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Türkiye'de yapılan gazeteciliğin en mühim kusuru ise klasik anlamda gazetecilik yapmamalarıdır. Bu ülkede güç ilişkilerinin, başka deyişle, içinde yer aldığı holding çıkarlarının içine gömülmüş, eğer bir zamanlar var idiyse bile artık özerkliğini tümden yitirmiş, 5 n 1k kuralı adına en fazla 2 n çıkarabilen bir gazeteci tipinin, böylesi bir haberciliğin peşinde koşması neredeyse imkansızlaşmıştır. Wikileaks ise, kurucusunun deyişiyle "bilimsel gazetecilik" yapıyor ve bu türü, "sıradan bir insanın okuduğu haberin doğruluğunu test etmek üzere, haberin kaynağına ilişkin orijinal materyallere serbest erişimini sağlayan bir gazetecilik"[8] şeklinde tanımlıyor. Tanımı itibarıyla klasik gazetecilik süreçlerinden ve normlarından oldukça farklı bir tür bu ve önümüzdeki süreçte dünyanın en önemli gazetecilik kurumları ve etik gazetecilik yapmak isteyenler bu türe "yabancı" kalmamak için gayret göstermeye devam edecek gibi görünüyor. Türkiye'deki hakim medyanın, hatta onun içinde yer alan ve gazeteciliği salt para ve şöhret için yapmadığını düşünebileceğimiz gazetecilerin Wikileaks'e ve benzer girişimlere bakışını değiştirmesi ise, kısa vadede çok mümkün görünmüyor, uzun vadede ise bunu yapmak zorunda kalacaklarından şüphe duymamamız gerekir.
Öte yandan, genel kamuoyu tepkilerine bakıldığında, Türkiye toplumunun bu tip olaylara ilişkin umursamaz ya da güvensiz tutumu sanırım, Türkiye'nin klasik hukuk devleti normlarının çok uzağında kalmasından kaynaklanıyor. Hakkını arayanın başına gelebilecek binbir türlü baskı, insanların değiştirmeye, yani politika yapmaya olan istekliliğini de neredeyse ortadan kaldırıyor. En uç örneği şu sıralarda internet paylaşım sitelerinde dolaşan komik videoda görülen ve "halk tepkisi" olarak sunulan şeyin, sosyolojik olarak Türkiye halklarının yapısını yansıttığını söyleyemiyoruz. Kameraman arkadaşıyla çıktığı İstanbul sokaklarında, tam da aradığı şeyi bulmuş görünen Hürriyet muhabirinin yönelttiği "Wikileaks nedir" sorusuna "kestanedir" diyen vatandaş[9], aslında bu ülkenin tam da ona doğru/gerçek bilgi sunmasını beklediğimiz ama bundan cüzamlı gibi kaçan medyanın eğlence figürüne dönüşüyor bir kez daha....
Wikileaks'in kurucusu Jullian Assange, Guardian okurlarının sorularına verdiği bir yanıtta, doğrudan sansür mekanizmalarıyla tanınan Çin gibi ülkelerin, ABD gibi sözde ifade özgürlüğünü savunan ülkelerden daha fazla özgürlük ve değişim olasılığı barındırdığını iddia ediyor. Zira ona göre bu tür denetim takıntılı ülkelerde "söz", hâlâ tehlikeli bir şey olarak algılanıyor[10]. Eğer bu önerme doğruysa, Türkiye'de de sözün değerinin çok yüksek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Serbest bırakıldığında kendi varoluşu için büyük tehdit haline gelen bir sözü egemenlerin kontrolünden çıkarmak, o yüzden daha stratejik bir önem kazanıyor. Yeniden, sözün dolaşıma gireceği en yaygın ortamlara, yani hakim medyaya dönüp baktığımızda, bunların tekelsi yapılar aracılığıyla ne denli yozlaştığını, sıradan insanlara mikrofon uzatmanın, onları salt bir komedi unsuru olarak, zaman zamansa politik meşruiyet adına kullanmaya indirgendiği bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz. Ve bu bize, Türkiye'de solun bağımsız söz üretme ve dağıtma kanallarını yaratmasının ve entelektüel hegemonya mücadelesinin ne denli acil bir görev olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Ama ne yazık ki Türkiye'de Wikileaks'i yeterince ve yöntemli bir biçimde irdelemek zahmetine katlanmayıp, olayı şaibeli bir girişimden başlayıp komplo teorilerine kadar uzanan bir dizi yaklaşımla görmeyi tercih eden sol eğilimli yayınlar oldu. Bunlardan bazıları, açık ya da örtük biçimde, Wikileaks'in ABD ve CIA tarafından tertiplenen bir psikolojik savaş aracı[11] ya da genel olarak "emperyalist bir komplo" olabileceği üzerinde durdu.
Bu cenahtan yükselen ve Taraf'la Wikileaks'i karşılaştırma modasına uyan yorumlar ise kanımca solun dünyayı anlama kapasitesinde önemli bir erozyonu işaret etti. Örneğin, Yeni Harman Dergisi'nin son sayısında Başar Başaran, "muktedirlere rağmen böyle bir çabanın asla pazarlanamayacağı"nı savunurken, Wikileaks ile Taraf'ı karşılaştırdı. Daha çok bilineni daha az bilinenle karşılaştırmak yaygın ve yararlı bir yöntemdir ama Başaran bu ikiliden "yararlı bir karşılaştırma" çıkaramadı. Üstüne üstlük, Bradley Manning'i, Ergenekon davasının başlamasında önemli rolü olan Tuncay Güney'le yan yana koyarak eşcinselliklerini vurguladı. Oysa ne sızdırılan belgeleri sofistike bir gazetecilik kurgusuyla ve evrensel insanlık değerleriyle sunan Wikileaks, gazeteciliği son derece şaibeli Taraf'la, ne de kötü cezaevi koşullarında yargılanmayı bekleyen Manning, Kanada'da yüksek koruma duvarları arasında yaşayan Güney'le kıyaslanabilir. Ama insan bir kez yalınkat şüpheyi değerli bir gazetecilik normu olarak görürse, cinsiyetçilik de bu banal şüpheciliğin esaslı bir bileşeni olarak söyleme kolayca dahil olacaktır.[12]
Wikileaks'in, elindeki belgeler, 1966 yılından günümüze kadar kapitalizmin yeryüzü halklarına reva gördüğü cehennemi, sistemli bir bakışla aktarmaya devam edecek gibi görünüyor. Ondan bir devrim örgütü yaratmak saçmadır elbette ama Türkiye'de sosyalizmi sahiplenenler, siyasi iktidarı yıkmaya çalışırken bilgi iktidarını merkeze almak durumundadır. Dolayısıyla Türkiye'de Türk ve Kürt solu, Wikileaks'in önümüze koyduğu bu son derece kritik ve kapsamlı bilgi setini ayıklayıp hem politik hem de anlaşılır bir bütün olarak Türkiye halklarına sunmayı görev edinmelidir. Bu kolay bir iş değil, ama Türkiye'de sosyalistlerin işi ne zaman kolay oldu ki?
Wikileaks neden önemlidir?
Wikileaks, bugüne kadar rastladığımız internet tabanlı alternatif haber kaynaklarından daha farklı bir fenomen bana kalırsa, en azından öyle olduğuna dair güçlü emareler var. Bilinen her hangi bir yerleşik iktidarla organik bir bağı yok, bundan sonra olmayacağını da kendisi söylüyor; kendisini, yerleşik iktidar mevzilerini hedef alan bir yapılanma olarak sunuyor. Bir başka özelliği; bunun küresel düzlemde/genel bir mücadele olarak tezahür etmesi. Yani Wikileaks, dünyadaki bütün insanları ilgilendiren sorunlarla uğraşıyor; sadece dünyanın belli bir bölgesi ya da dünyadaki belli bir sorun ya da belli bir toplumsal kesimle ilgilenmiyor. Bu ilgi, güçlü etik değerlerle bütünleşmiş görünüyor.
Şu ana kadar yaptıklarına bakarak Wikileaks'in bilgi üretim tekellerini, kendi gücünü dayatarak bir ölçüde çözündürdüğünü söyleyebilirim. Dünyanın en güçlü ama en saygın haber medyalarının üretici ve dağıtıcı gücü, onun ürününe olan müthiş ihtiyaçları nedeniyle bağımlı bir güce dönüşüyor. Bu bana çok önemli görünüyor, sadece biçimsel açıdan bile... Marjinal bir güç, kendisini bir biçimde yerleşik güce dayatmadığı zaman, etkisiz kalmaya mahkum oluyor. Wikileaks örneğinde ise marjinalliğin ötesine çoktan geçilmiş durumda.
Medyada güç/iktidar ilişkileri ve Wikileaks
Medyada güç/iktidar ilişkilerini açıkça görebileceğimiz, birbirleriyle bağlantılı üç düzeyden bahsedebiliriz: Erişim, sömürü ve temsil düzeyleri.
Birincisi, dünya yüzeyindeki herkes, eşit biçimde bilgiye erişemiyor, onu kendi yararına kullanamıyor. Erişim sorunu, açıkça, sınıfsal bir sorun. Ama yalnızca gelir düzeyleriyle ilgili değil, bazı ürünlere tam olarak erişebilmeniz, onları arzu edilen doyum seviyesinde kullanabilmeniz için, "kültürel sermayeye" de ihtiyacınız var. İngilizce bilmiyorsanız örneğin, bu dünyada üretilen en kaliteli eserlere erişiminiz sınırlı demektir.
Sömürü sözcüğünü, "artık değer" sömürüsü olarak alıyorum ve genel mülkiyet rejimi ile bağlantılandırıyorum. Günümüzde medya, devasa bir kâr maksimizasyonu alanıdır ve muktedirlerin siyasetinde, geçmiştekinden çok daha stratejik bir önem kazanmıştır. Hem doğrudan üretici olunan sektörlerde, hem de reklam yoluyla, başka sektörlerde karın maksimizasyonunun entegre bir gücüdür. Kısacası medya bugün "ideolojik aygıt" olmaktan ziyade, bizatihi sömürü ilişkilerinin önemli bir parçasıdır. Piyasanın taleplerini gerçekleştirmek, talebi canlandırmak için reklama ihtiyaç duyan bir sistemden söz ediyoruz. Ve her üretim sistemi gibi medyanın çarkları da emek sömürüsü ile dönüyor. Burada geniş halk kesimlerinin yararına içerik üretmek isteyen, bazen adına "kamu bekçisi" denilen medya profesyonellerinin bu sömürü ilişkileri içinde bu ulvi görevi yerine getirmeleri, isteseler bile, çok zor. Bunların kendi sömürülerine karşı başkaldırmalarının önünde de önemli engeller var. Bilgi üretimi ve dağıtımının kontrolü, emeğin kontrolünden de geçiyor.
Temsil ise, kitlesel iletişim ortamlarında dolaşıma giren ve yoğun olarak kullanılan içeriklerle ilişkili bir soyutlama düzeyi. Hakim medya içerikleri genellikle ayrımcı dilin, belli formatların, terimlerin, belli toplum kesimlerine ait sorunların ağırlık taşıdığı materyallerden oluşuyor. Örneğin haber medyasında geleneksel haber değerleri üzerinden seçkinlerin sözü önemli kılınırken, seçkin olmayanlar sadece negatif bir olayın nesnesi olarak haber değeri kazanabiliyor, her zaman mağdur ya da tekinsiz özneler olarak resmediliyor...
Bütün bu düzeyleri düşündüğümüzde, Wikileaks'in ayrıksı bir konum elde etme olasılığına sahip olduğunu söylemek gayet mümkün. Zorba yönetimlerin, orta yere dökülen utanç verici belgeler nedeniyle iktidarlarını kolayca bırakacakları düşünülemez, onları daha fazla zorlayacak toplumsal güçler gerek. Ancak gazetecilerin gerçekle, siyasetle kurdukları ilişki üzerine daha fazla düşüneceklerini, ama eylemsiz kaldıkları müddetçe bu düşüncelerin fiziki sonuçları olamayacağını varsaymak mümkün. Halkın -ya da halkların demeli-, bu bilgiyle ne yapacağını bilmesi için, siyasetin içine çekilmesi gerekir. Bunu sağlayacak dinamikleri yarattığımız ölçüde çok değerli bilgilere sahip olmak, göz ardı edilemez, önemsizleştirilemez bir güce dönüşecek...
Herhangi bir eleştirel girişim, yarattığı etkinin niteliği ve bağlantılı olarak, harekete geçirebildiği insan sayısı ile de ölçülmeli. Bana kalırsa Wikileaks, bu anlamda gerçek bir "küresel" etki yarattı. Hayatını bilgisayar karşısında idame ettiren ama asla ebleh sayamayacağımız (ki eblehleştiren; ekrandan ziyade, ekrandan taşandır, yani, "araç mesajdır" diyen teknodeterminist MacLuhan haklı değildir...) bir insan kesimi -ki bunların çoğunlukla yeni bir kuşak olduğunu düşünmemiz için çokça kanıt var- yeryüzündeki sömürgen güçlere karşı çok bilinçli bir karşı saldırıyı örgütleyebildiler. Bu saldırının ölçeği ve etkisi, şu an itibarıyla sekonder bir meseledir bence.
Kapitalizmin "içindeki düşman" ve sınıf mücadelesi
Wikileaks bir sınıf hareketi değil ama hızla sınıf mücadelesinin bir parçası haline geliyor. Zira kapitalist toplumlarda toplumsal eşitsizlik veya tahakküm yapıları, sınıf sömürüsü ve bununla bağlantılı ideolojik mücadele olmaksızın sürdürülemiyor. Sınıf mücadelesini, çok farklı tezahürleri karmaşık bir süreç olarak görüyorsak, Wikileaks, sınıf mücadelesini emekçiler ve ezilenler lehine olacak bir noktaya getirip bıraksa dahi, sınıfsal bir hareket olmuş sayılacaktır. Mevcut kapitalist basınç altında sınıfsal tavırların giderek daha da billurlaşacağını, görünmez kılınan sınıfsal tahakküm yapılarının daha da görülür hale geleceğini ve bunlarla birlikte sınıf bilincinin de yükselebileceğini düşünmek için yeterince kanıt var. Ama sınıf mücadelesi tarihte hiçbir zaman kendiliğinden, müdahalesiz biçimde yükselmemiştir, bunun için öncü girişimlere, politize birey ya da gruplara ihtiyaç var kuşkusuz.
1976 yılında yayımladığı Inside the Company: CIA Diary adlı kitabıyla Amerikan hükümetinin Latin Amerika'daki diktatörlüklerle işbirliğini deşifre eden eski CIA Ajanı Philip Agee, Vietnam Savaşı'nda binlerce insanın ölümünden sorumlu Richard Nixon'ı tahtından eden eski FBI Ajanı Mark Felt ("Derin Gırtlak"), yine Vietnam Savaşı sırasında sadece halktan değil Kongre'den de gizlenen bilgileri basına sızdıran ve daha sonra bütün dökümanları biraraya getirerek Pentagon Papers'ı yayımlayan askeri analist Daniel Ellsberg, İsrail'in nükleer silah programını İngiliz basınına sızdıran teknisyen Mordechai Vanunu, İngiliz Savunma Bakanlığı uzmanı Dr. Kelly, ABD askeri Manning ve daha pek çok cesur insan, halktan gizlenen en korkunç gerçekleri ifşa ederken, hayatlarını ortaya koydular. Assange gibileri, bu ifşaatları en uygun formları bulmak için yoğun bir kolektif emeği seferber ederek ürettikleri meşruiyet politikalarıyla bu bilgiyi halka geri verdi. Bilgi iktidarını yıkmaya dönük bütün işlerinde Assange, gazetecilere, çok uzun zamandır takmaya mecallerinin bile kalmadığı ethos'larını anımsattı. "Gazetecilik öyle değil, böyle yapılır" dedi ve dünyanın en önemli gazeteleri bu sesi dinlemek zorunda kaldı.
Dünyayı yönetenler, üretim ve denetim araçlarına sahip olanlar, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, her şeyi kontrol edemeyeceklerini bir kez daha anladılar. Bütün bu hikayelerdeki değişmeyen unsurlardan biri, egemenlik yapıları içerisinde "görevli" insanların adaletsizliğe, kirli oyunlara, sömürünün binbir çeşidine, manipülasyona, kitlesel aldatmacalara, "içeriden" bakıp isyan etmeleridir. Kapitalizmi çatırdatacak güçler, onu radikal biçimde eleştirenlerin yanı sıra, onun "memurları" olarak her yerdeler. Kapitalizmin "içindeki düşmanlar", onun yıkılmasında öncü roller oynayabilirler ve oynuyorlar da. Yargısız infazlara, protestocuları coplamaya, cezaevindekine işkence etmeye, entelektüelleri susturmaya ya da inanılırlıklarını ortadan kaldırmaya gücü yeter ama kapitalizm, içindeki düşmanı nihai olarak bitiremez, onunla birlikte yaşamaya mecburdur...
* * *
Hayat değişiyor, değişimi anlamaya çalışıyoruz. İnsanlar bunu her zaman yaptılar, anlamaya çalıştılar. Bazıları, bazen değiştirmeye de çalıştı. Ve gün geldi anlamak, değiştirmenin yarısı oldu; insan toplulukları bir arada barış içinde yaşamayı salt bir fikir olarak değil, bir zorunluluk olarak da kavradılar. Ama bazı şeyler değişmiyor. İnsanların fiziksel olarak bir araya geldikleri eylemlerin önemini hala yadsıyamıyoruz. Yeni gibi görünenlerin, eskinin bir devamı olup olmadığı her zaman sorgulanmalı. Yeni medya ya da yeni sosyal ortamlar, yeni medyalar da bunlar arasında. Bilgiye serbest erişimin, eşit erişim ve eşit temsilin, sömürüsüz bir dünyanın mümkün olabilmesi, güç/iktidar yapılarının önüne, karşı konulamayacak bir güç yığmakla ilgilidir. Her zaman böyleydi, şimdi de böyle. Dr. Kelly ve Bradley Manning gibi insanların kahramanca girişimleri, bunları destekleyip ileriye taşıyacak örgütlü güçlerin olmadığı yerde, günyüzüne çıkmayı bekleyecektir. 2006 yılında gösterime giren V for Vendetta, adlı filmin kahramanı olan V, şu anda wikileaks destekçilerinin en önemli simgelerinden biri. Filmin esinlendiği, parlamento bombacısı Guy Fawkes, bu filmde yeniden hayat buldu ve bize ilham verdi. Ama Fawkes yüzyıllar önce, 1606'da halkın gözleri önünde idam edilmişti, Kelly öldürüldü, Vanunu tam 18 yıl hapis yattı, Manning'in akıbeti meçhul. Kişiler gider, eylemler ve fikirler kalır kuşkusuz ama onlardan film değil, devrim yapmanın zamanı gelmiştir bence... (GA[13]/EK)
[1] İşgal, Irak topraklarında yaşayan 1 milyon civarında insanın hayatını kaybetmesine, 4 milyondan fazla insanın yerinden edilmesine neden oldu. Dünya Sağlık Örgütü tarafından ödüle layık görülen Irak'taki sağlık sisteminin temel taşları olan 2 bin doktor, bu kirli savaşta katledildi. Ülkeden kaçarak Suriye'ye sığınan kadınlardan 50 bininin fuhuşa zorlandığı söyleniyor. Nihal Hassan (2007) "'50,000 Iraqi refugees' forced into prostitution", The Independent, 24 Haziran. http://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/50000-iraqi-refugees-forced-into-prostitution-454424.html
[2] Peter Beaumont, Antony Barnett ve Gaby Hinsliff (2003) "Iraqi mobile labs nothing to do with germ warfare, report finds", The Observer, 15 Haziran, http://www.guardian.co.uk/world/2003/jun/15/iraq
[3] Hatta, Hükümetin gazetecilerin özgürlüğüne karışmadığını, burada bir intikamın söz konusu olmadığını vurgulamasına rağmen ısrarla BBC'yi suçlayan tavrına karşı kurum, meselenin artık bir komediye dönüştüğünü, Savunma Bakanlığı'nın bu konuda bütün güvenilirliğini yitirdiğini ve kaynaklarını tartışmaya açmayacaklarını bildiren bir açıklama yayımladı. BBC'nin bu tavrı, insanın aklına ister istemez, bizdeki "kamu hizmeti yayıncısı" TRT'yi getiriyor ama bu karşılaştırmayı yapmak pek çok bakımdan abes görünüyor...
[4] Bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler, şu adreslere bakabilir: The Guardian (2003) "Timeline: Dr David Kelly", 18 Temmuz, http://www.guardian.co.uk/media/2003/jul/18/politicsandiraq.iraq, The Independent (2010) "Forget conspiracies: the official version is scandalous enough", 23 Ekim, http://www.independent.co.uk/news/uk/home-news/forget-conspiracies-the-official-version-is-scandalous-enough-2114230.html
[5] http://www.collateralmurder.com/
[6] 28 Kasım'dan bu yana etkisizleştirilmeye çalışılan Wikileaks'in 22 Aralık 2010 tarihli ayna sitesinde şu çağrı yer alıyor: "Dünyanın ihtiyaç duyduğu belgelere sahip misiniz? Güvenli bir şekilde hakikati ortaya çıkarmanıza yardım ederiz. Biz, hükümetlerinin ve kurumlarının etik olmayan davranışlarını ortaya çıkarmaya çalışan bütün ülke halklarının yardımcısıyız ve maksimum politik etki yaratmayı amaçlıyoruz. Halktan gizlenen, sansürlenen ya da bulanıklaştırılan belgeleri ifşa ederiz. Üyesi oldukları toplulukları ve basını alarma geçiren okurlara güveniriz/yaslanırız. Haydi bakalım!" http://mirror.wikileaks.info/ (erişim tarihi: 25 Aralık 2010)
[7] Mehveş Evin (2010) "Taraf'la Wikileaks arasındaki 10 fark", Milliyet, Cadde Eki, 31 Temmuz, http://cadde.milliyet.com.tr/2010/07/31/YazarDetay/1270417/taraf-la-wikileaks-arasindaki-10-fark; Serdar Turgut (2010) "Taraf Türkiye'nin Wikileaks'idir", Habertürk, 16 Aralık, http://www.haberturk.com/medyatik_manset/haber/581904-taraf-turkiyenin-wikileaksidir
[8] Çağdaş habercilik, "kaynağa bağımlı" bir haber söylemine dayanıyor. Gazeteci hiçbir zaman "ben" zamiriyle konuşamıyor, adını anmadığı zamanlarda bile, "güvenilir kaynağın" sözünü kitlelere aktarabiliyor ve bu kaynaklar esasen güç/iktidar bloğunda yer alan kişi ve kurumlar olduğu içindir ki, haber, sıradan insanların değil onların sözünü yeniden üretiyor...
[9] Hürriyet WebTV (2010) "Acı bir Türkiye gerçeği", http://webtv.hurriyet.com.tr/category.aspx?cid=2&vid=11816#, Aralık. Bu hakikaten insanı güldüren videoda yer verilen bir vatandaş, meseleyi bir yerinden tutuyor aslında: "Wikileaks bir bilgisayar profesörüdür." Bu tip röportajların hem seçilen yer, hem seçilen insanlar ve hem de yayına çıkan nihai videoya dahil edilenler bakımından bir "kurgu" olduğu; içinde belli düzeyde bilgi ve görüş barındıran yanıtların, yeterince komik ya da "münasip" olmadığı için ayıklandığı da unutulmamalı...
[10] The Guardian (2010) "Julian Assange answers your questions", 3 Aralık, http://www.guardian.co.uk/world/blog/2010/dec/03/julian-assange-wikileaks
[11] Kemal Okuyan (2010) "Wikileaks ABD çıkarlarına hizmet ediyor", 30 Kasım, soL, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/wikileaks-abd-cikarlarina-hizmet-ediyor-36341?page=1, Yiğit Günay (2010) "Wikileaks'ten niye şüphelenmek gerek?", 3 Aralık, soL, http://haber.sol.org.tr/dunyadan/wikileaks-ten-niye-suphelenmek-gerek-haberi-36470 Başlangıçta Wikileaks'le ilgili olarak görece iyi bir gazetecilik yapan soL Dergisinin bu girişimi anlamlandırma çabası, sonraki yorumlarında daha ziyade "Amerikan çıkarlarına hizmet eden bir komplo" fikrini öne çıkardı. "soL'un Wikileaks dosyası" için şu adrese bakabilirsiniz: http://haber.sol.org.tr/dunyadan/solun-wikileaks-dosyasi-haberi-36272
[12] Başar Başaran (2010) "Operasyonel bir gazetecilik olarak Wikileaks", Yeni Harman, Sayı: 148, Aralık, s. 10-11.
Gülseren Adaklı: Bu yazıyı kaleme alırken hem kafamın çok da basmadığı internet uygulamaları konusunda beni aydınlatan, hem de ilginç eleştirileriyle görüşümü derinleştiren Murat Gülsaçan'a teşekkür etmek isterim.