İnanma düzleminde yapılan tartışmaların bilme düzleminde yapılan tartışmalardan üslup ve metot açısından farklı olmaları beklenir. Sözgelimi yarım kalmış bir resmi kendi öznel bakışı ile tamamlayan bir insan ortaya çıkardığı tabloyu mutlak gerçeklik zannetmemelidir.
Sevgili hocam Gülseren Adaklı'nın ''bianet.org''da yayınladığı ''Wikileaks versus Kapitalizm''[1] isimli makalesindeki yaklaşımlarının bu açıdan oldukça sorunlu olduğunu düşünüyorum.
Yazıda Wikikeaks internet sitesinin faaliyetlerinden büyük bir heyecan ve umut duyduğu açıkça anlaşılan Adaklı ''yeryüzündeki bütün barbar yönetimlerin'' korkulu rüyası olduğuna inandığı siteyi ''sınıf mücadelesinin bir parçası'' olarak da adlandırmaktadır.
Olabilir, katılmasam da böyle düşünüyor olmasında ayıplanacak bir yan yoktur. Yazar öyle inanmaktadır. Ancak kendisinin bu sübjektif analizini objektif bir bilgiymişçesine herkesin benimsemesi gerektiğine ilişkin beklentisini paylaşmam mümkün değildir.
Zira Adaklı o makalede benim de aralarımda bulunduğum bir grup yazarı ''kendisi gibi düşünmedikleri'' için ağır bir dille eleştirmektedir. Tartışmayı Wikileaks'in mahiyeti açısından yürütmeden evvel bu tavır sorunludur ve Adaklı'nın yönelttiği eleştirilerin yanıtına zemin teşkil etmek zorundadır.
Yazarın analiz, yargı ve kanı üretmek için kendisine açtığı sonsuz krediye karşın başkalarına olan cimriliği bu ülkede tartışmaların nasıl ve neden hep tıkandığını bizlere göstermesi açısından değerli bir örnektir. Bunun yanında benim Wikileaks'e nasıl baktığım zaten yazılmış olduğundan meraklısı için ulaşılabilir bir yerdedir.[2]
Gülseren Adaklı yazısı boyunca gazetecilik felsefesine övgüler düzdüğü sitenin kurucusu Jullian Assange'a kuşkuyla yaklaşanlara söyle seslenmektedir: '' Bu felsefeyi beğenmeyebiliriz, kendi sol vizyonumuzla alakasız bulabiliriz ama bu kadar ölçülüp biçilmiş bir girişimin baş oyuncusu hakkında, eğer şüpheciliğiniz paranoyayla yer değiştirmeyecekse, eğer insanların size söylediği "iyi" şeylerin arkasında hep bir bit yeniği, bir sinsi kurnazlık, bir komplo arayan kötürümleşmiş bir ruhunuz yoksa, ona hayranlık da duyabilirsiniz.''
Yani Adaklı'ya göre Assange' a hayranlık duymayanlar paranoyak, komplocu ve kötürümleşmiş bir ruha sahip olan kişilerdir. Bir insana hayranlık duymak ya da duymamak neticede bir duygu kategorisidir ve her duygulanım gibi kriterleri özneldir. Kendisinin sahip olduğu bir hissiyatı herkeste görmek isteyen Adaklı, buna tabi olmayanları sakat bir zihne sahip olarak adlandırmaktadır. Bir konu hakkında böylesine kesin bir yargıya sahip olana sorulacak olan soru elbette: '' Nereden biliyorsun?''dur.
Adaklı, Wikileaks'in yaptıkları doğrultusunda insanlara müjdelendiğinden söz ettiği ''iyi şeylerin'' gerçekten de ''iyi'' olduğunu nereden bilmektedir? Sitenin sonu henüz gelmemiş bu ifşaatlarının Adaklı'nın peşin iyimserliğini hak edecek hangi gelişmeye sebep olduğu sorusu yanıtsızdır. Dünyada Wikileaks'in etkisiyle ezilenler ve hakkı yenenler açısından ''İyi ''ne olmuştur? Wikileaks'in ortaya döktüğü belgeler neticesinde hükümetler mi istifa etmiş, sermaye tekelleri mi dağılmış, büyük halk hareketleri mi başlamış, ABD topraklarını işgal ettiği halklardan özür mü dilemiş, gerçekten ne olmuştur? Yazar'ın sınıf mücadelesinde bir kilometre taşı olarak gördüğü bu faaliyet zalim düzenin hangi sarsıntılarına neden olmuştur? Elimizde apaçık bilebildiğimiz böyle bir sonuç yoktur. İyi olacağına dair bazı beklentiler olabilir. O vakit muğlak bir iyilik duygusuna kapılan yazar giderek mutlaklaştırdığı bu hissini bize niçin dayatmaktadır? Ne zaman böylesine koyu bir retorik ile karşılaşsam asıl şaşırdığım sahibinin bulanık olan argümanına olan bu imanıdır. Bu dayatmacı salahiyetin hangi kesin bilgilerden kaynaklandığı çoğu zaman muammadır ve beni ürküten fikriyatındaki bu boşluğun yazar tarafından hiç fark edilmemesidir.
İçinden geçtiğimiz Wikileaks olayı herhalde kimsenin itiraz edemeyeceği gibi istisnai ve tuhaf bir süreç olarak yaşanmaktadır. Nükleer sığınaklara konuşlandırılmış, silahlı insanların koruduğu internet siteleriyle her gün karşılaşmadığımız açıktır.
Dolayısıyla Adaklı'nın kolayca tanımladığı ''Düşman kuvvetleri hakkındaki bilgileri analiz etmekle görevli olan 22 yaşındaki er Bradley Manning'in yayımlandığında insanları dehşete düşüren 12 Temmuz 2007 tarihli Amerikan saldırısının video görüntülerini ve daha sonra, Amerikan diplomatlarının yazışmalarını içeren 260 bin civarında belgeyi Wikileaks'e sızdırması'' durumu kimilerimize en basitinden inandırıcı gelmemektedir.
Sıradan bir erin böylesine dokümanları ele geçirmiş olması ve onların yine böyle alışılmadık bir kanalla dünya kamuoyuna ulaşması anlatımı bazılarımızı ikna etmemektedir. Bunun için insanları suçlayabilir miyiz? İnanması güç olan böyle bir hikayenin ardında bir başka ihtimal olduğunu düşünmeyi tümden akıl dışı addedebilir miyiz? Dünya tarihi ve günümüz siyaset tarzları bize zahiri olandan başkasına inanmanın manasız olduğu bir dünyada yaşadığımızı mı söylemektedir?
Elimizde bu konuda Gülseren Adaklı kadar emin olmamızı gerektiren nasıl bir gerekçe vardır? Bilakis pek çok şeyin göründüğünden farklı olduğu, egemenlerin rıza imalatlarının zemini olarak gördükleri medyayı fütursuzca kullandıkları, dezenformasyon ve manipülasyon tekniklerinin sınır tanımadığı bir çağda yaşadığımız aşikardır. Üstelik neoliberal iktisadın belirlediği ideolojinin keskin söylemlerinden birisinin de ''gördüğüne inanan ve komploya prim vermeyen insan''ı yüceltmek olması bence bize tam da bunun tersini yapmamız gerektiğini anlatmalıdır.
Öyleyse meseleye bir de bu zaviyeden bakmak isteyenleri bu kadar despot bir biçimde dünyayı anlamamakla suçlamak da neyin nesidir? Kendisi de çalışmalarında sıklıkla akıl yürüten ve görünen gerçeği her zaman sorgulayan bir bilim insanı olan Gülseren Adaklı'nın burada farklı bir düşünceye prim vermeyen yaklaşımı abartılıdır.
Gayet tabi Wikileaks'in verili öyküsünde ''doğru olmak için fazla basit'' diye tanımlayabileceğimiz durumlar, yerine oturmadığı hissine kapıldığımız taşlar vardır. Bunları dillendirmemiz elbette yerindedir.
Makalede ironik olan bizim Wikileaks hakkındaki düşünce yöntemimizi, kötürümleşmiş ve paranoyak bir ruha sahip olmamızla ilişkilendiren Adaklı'nın aslında kendisinin de benzer yargılara benzer yollarla ulaşabildiğini aynı yazıda Taraf gazetesinden bahsederken göstermiş olmasıdır.
Adaklı, Taraf'ı şöyle tanımlamaktadır: ".. İnsanlığın özgürleşimi adına konuşan bir vicdan olmadığı çok belli birtakım güç odaklarından servis edilen belgeleri, sıkı gazetecilik süzgeçlerinden geçirmeksizin, çoğu kez manipüle edici bir tarzda, kimi zaman gazeteci kimliğini imha edecek ölçüde acul, Türkiye'ye özgü bir liberal mecra..."
Aslında Türkiye'de Adaklı'nın Wikileaks'e düzdüğü övgüler misli güzel sözleri Taraf ve misyonu için sarf eden pek çok kaleme rastlamak mümkündür. Diyelim ki ben, Taraf'ın demokrasi ve sivilleşme mücadelesi yürüten cesur bir yayın olduğunu düşünmekteyim. Gördüğüne inanan ve bunu savunan bir insanım. Buna karşın Adaklı ise Taraf'ın arkasında bir takım gizli güç odaklarının var olduğuna inanmaktadır.
Ona göre Taraf'ın zahiri yüzünden başka manipülasyon yöntemini kullanarak hayata geçirdiği bir de gizli yüzü vardır. Gülseren Adaklı Taraf gazetesinin haberciliğini tarif ederken, belgelerin geldiği odakları betimlerken ve nihayet bu kurum hakkında bir çıkarıma varırken aslında bilgiyi değil öznel gözlemini temel alan ve kendisini bizlerin Wikileaks üzerine vardığımıza benzer yargılara ulaştıran bir analiz yapmaktadır. Bir anda masadaki rolleri nasıl da değişebildiğimizi göstermeye çalışmaktayım. Tehlike buradadır.
Eğer Adaklı'nın yaptığı gibi tartışmanın taraflarına düşünme kurallarını kendi yargılarımız üzerinden tanımladığımız bir çerçeve çizmeye kalkarsak bir de bakarız ki konu değiştiğinde biz o çerçevenin dışında kalmışız. Böyle durumdan duruma değişen bir tartışma anlayışı hiçbir sorunun çözülemeyeceğinin sigortasıdır. Eminim ki Adaklı'nın yukarıdaki Taraf tanımı karşısında kendisine, kendisinin düşünce metoduyla düşünen ve ''Demokrasi savaşçısı Ahmet Altan'a hayran olmamak için paranoyak ve kötürüm bir ruh halinin esiri komplocu olmak gerekir'' diyebilecek çok sayıda insan vardır. Siyasi ve sosyolojik analizlerde diller torba değildir, büzmeye çalışmamalısınız.
Adaklı, makalesinde Taraf ve Wikileaks arasında benzerlik olduğu yolundaki düşünceleri ''Taraf'la Wikileaks'i karşılaştırma modasına uyan yorumlar ise kanımca solun dünyayı anlama kapasitesinde önemli bir erozyonu işaret etti'' sözleri ile eleştirmektedir. Kendisi Wikileaks'i şöyle tanımlamaktadır:'' Wikileaks, bugüne kadar rastladığımız haber kaynaklarından daha farklı bir fenomen bana kalırsa, en azından öyle olduğuna dair güçlü emareler var. Bilinen her hangi bir yerleşik iktidarla organik bir bağı yok, bundan sonra olmayacağını da kendisi söylüyor; kendisini, yerleşik iktidar mevzilerini hedef alan bir yapılanma olarak sunuyor.''
Ancak bu paragraftaki ''Wikileaks'' geçen yerlere ''Taraf'' yazabilecek ve bunun böyle olduğuna inanacak pek çok insan da bu ülkede vardır ve aslında bu insanlarla Adaklı arasındaki tek fark inanç düzeyindedir. Adaklı böyle olduğuna onlar da öyle olduğuna inanmaktadır. Adaklı'nın yapabileceği kendi inancını temellendirmek ve daha fazla insanı ikna için uğraşmaktır. Evrensel ve herkesin kabul edeceği bir doğruya temel olarak kendi kanısını alabileceğini düşünmesi sorunun kendisidir.
Kendisinin Wikileaks meselesinde yapılan yorumlara yaklaşımı karşısındakini anlamaya yanaşmayan, sadece kodlayan (dünyayı anlamayan, paranoyak, kötürüm vs) ve meselenin usulü dairesinde konuşulmasını güçleştiren bir tavırdır. Doğrudan bilemediğimiz bir süreç hakkındaki analizleri tek tipleştirmeye gayret etmenin kimseye bir yararı yoktur. Yoksa ne ben, ne de Adaklı Wikileaks'in tam da ne olduğunu ve ne yaptığını bilebilmekteyiz. Tartışma birlikte doğruyu aramak halidir.
Adaklı, Wikileaks'i dünyayı yöntenlere karşı bir sınıf mücadelesini başlatacak olan öncü bir girişim olarak görmenin heyecanıyla olsa gerek düşüncelerime yönelttiği eleştirilerinde bir noktada aceleci davranmaktadır. Kuvvetli ve samimi bir sosyalist olarak bildiğim değerli Hoca'nın samimiyetle inandığını düşündüğüm böylesine bir ihtimal karşısında nasıl umutlandığını ve Wikileaks'e yönelen eleştirilere ne kadar kızmış olduğunu tahmin edebiliyorum.
Ancak kendisinin Er Manning ve Tuncay Güney kıyası yaparken istihza ile işaret ettiğim eşcinsellik benzerliği detayına yönelik ''yalınkat şüpheyi değerli bir gazetecilik normu olarak görürse, cinsiyetçilik de bu banal şüpheciliğin esaslı bir bileşeni olarak söyleme kolayca dahil olacaktır.'' diye ulaştığı yargısını kısaca yanıtlamak zorundayım. Kurgusal ve yer yer mizahi olan metnin bir yerinde ''Tuncay Güney de eşcinsel ve tuhaf bir figürdü ve neler biliyordu öyle değil mi? Tıpkı Er Manning gibi'' dediğim için '' cinsiyetçilikle'' suçlanmış olmamı ağır bulduğumu söylemek isterim.
Metnin içinde geçen bir cümlenin yazımın tezi gibi gösterilmiş olması bir yana sosyalist bir insan olarak bunca zamandır yazdıklarım ortadır. Bu suçlamayı şiddetle reddettiğimi söylemek isterim. Yapmaya çalıştığım iki figür arasındaki benzer bir detaya dikkat çekmekti.
Ne var ki; avrupai bir ''nefret suçu dedektörü''ne takılacağımı hesap edemedim. Bu noktada Türkiye entelijansiyasını iyi tanıdığını düşünen birisi olarak hata yaptığımı itiraf edeyim. Onun dışında kendisinin ''banal şüphe'' yargısı için de; tıpatıp aynı şüphelerden bizim olanları, Gülseren Adaklı'nın şüheleri yanında banal kılanın onlara sahip olanın biz olmamız olduğunu bilmiyorum artık söylememe gerek kaldı mı? Yukarıdaki örnekler Gülseren Hoca'nın kendi kanaatlerine dönük cömertliğini anlatmak açısından sanıyorum yeterlidir. (BB/EÖ)
[1]Gülseren Adaklı, Wikileaks versus Kapitalizm?, http://bianet.org/bianet/bianet/127079-wikileaks-versus-kapitalizm, 10 Ocak 2011
[2] Başar Başaran (2010) "Operasyonel bir gazetecilik olarak Wikileaks", Yeni Harman, Sayı: 148, Aralık, s. 10-11.