Bugünkü medya ortamında Maliye Bakanlığı'nın Doğan Medya Grubu'na verdiği 3.75 milyar TL'lik vergi cezasını salt maliyeye dair bir işlem olarak görmeli miyiz?
Kapitalist devletin kurucu unsurlarından biri vergi yasalarıdır. Anlaşılması en güç hesaplamalar, bu yasalara ait uygulamalarda çıkar karşımıza. O yüzden bu meselede de bizim gibi "sıradan" insanların çok da vakıf olamayacağı birtakım maliye şifreleri, itirazlar ya da onaylar dolaşmaktadır ortalıkta.. Şükrü Kızılot gibi, Doğan Grubunun vergi usulleri konusunda yetişmiş elemanları, haklılaştırma için önemli roller üstlenmektedir.
Şu çok açık ki sermaye her zaman vergi giderlerini azaltmak üzere muhtelif indirimlerden, sübvansiyonlardan, özel koşullardan, istisnalardan, vb. yararlanmaya çalışır. Bünyesinde her zaman, maliyeden emekli hesap uzmanlarına en önemli yerleri bahşeder. Doğan Grubunun en etkili isimlerinden biri, Forbes'in "dünyanın en güçlü 100 kadını" listesine giren İmre Barmanbek'tir. Barmanbek kariyerine Maliye Bakanlığı'nda, Hesap Uzmanları Kurulu hesap uzman yardımcısı olarak başlamış, 1998 yılında Doğan Holding'in Mali İşler Grup Başkanı olmuştur1. Sermaye, devletin en önemli organlarından biri olan maliyeyi ciddiye almakta, bu işin girdisini çıktısını yerinde öğrenmiş yetenekli bürokratları transfer edip CEO mertebesine taşımaktadır. Hal böyleyken burada bir "haksızlık" olup olmadığı tartışması belli ölçüde anlamını yitirmektedir. Daha doğrusu tartışma, gerçek bağlamından saptırılmaktadır, her zaman olduğu gibi...
Bilgi kirliliği
İzleyebildiğim kadarıyla AKP Hükümeti'nin Doğan Grubuna çıkardığı son fatura, basın özgürlüğüne yönelik bir saldırı gibi yansıtılıyor. AKP'ye şu ya da bu biçimde yakın duran figürler bile "bu kadar da olmaz" babından eleştirilerle karşıladılar olayı. "Türkiye'de gerçekten basın özgürlüğü var mıydı" ya da "Doğan Grubu Türkiye'de basın özgürlüğünün temsilcisi midir" gibi tartışmaları şimdilik bir yana bırakıp, bu cezanın "olağanüstülüğüne" bir bakalım. Zira üzerinde en çok durulan, önceki benzer cezalara göre rakamın büyüklüğü. Ama "büyüklük" göreli bir kavramdır ve hangi koşullarda, neye göre büyük sorusunu yanıtlamak için olaya daha geniş ve eleştirel bir perspektiften yaklaşmak gerekiyor.
Mesele basitçe devlet-sermaye ilişkilerinin niteliğinde. Şu an için kavramaya imkan tanımayan bir bilgi kirliliği içinde "mücadeleyi" izlemeye çalışıyoruz. Bize gerçeği gösterecek en önemli kurum olan basının ne denli kirlendiğini hepimiz biliyorken ondan şimdi böyle bir şeyi (yani gerçeği) beklemek saçma olurdu. Ama yine de mücadelenin detaylarını, yani Kürt meselesine ya da Alman Hükümeti ile ilişkilere, Genelkurmayın tavrına, Ergenekon davasına, yeni ihale süreçlerine, vb. hangi dolayımlarla bağlandığını az biraz kavrayana kadar şu herkesin diline doladığı basın özgürlüğüne dair bazı saptamalar yapabiliriz.
Ne hükümet, ne sermaye...
Basın özgürlüğüyle ilgili liberal yaklaşımlar o denli hakim ki -bazen bana çok tuhaf gözüküyor ama Türkiye'de de böyle!-, yapısal sorunlar kolaylıkla göz ardı edilmekte. Dolayısıyla burada "hangisi haklı" sorusunu sormak biraz abes kaçıyor. Kapitalist devletle sermaye arasındaki simbiyotik ilişkide hiçbir bileşen yekdiğerini yok etmez, kendisini yok etme pahasına...Dolayısıyla bu konuda da kozların paylaşılmasını, eğer çekildiyse kılıçların tekrar eski yerlerine konmasını bekleyebiliriz. Türk toplumunun son dönemde yaşadığı şiddetli politik mücadelede bu tip karşı karşıya gelişler ilk kez yaşanmıyor, dahası da beklenebilir, taa ki "geçici" konsensüs sağlanana kadar. Zira ne Doğan Grubu basın özgürlüğünün teminatıdır, ne de AKP hukuka bağlılığın şampiyonu sayılabilir. Açıkçası her ikisi de statükoyu radikal biçimde dönüştürmeyi akıllarından bile geçiremezler: Ne vergi yasaları, ne de basın özgürlüğü konusunda...
New York Times, son vergi cezasını "Basına açık saldırı" başlığıyla haber yapmış (12 Eylül 2009)2, Hürriyet Gazetesi de doğal olarak bu haberin üzerine atlamış. Hürriyet'in haberinde gazetenin yorumu şu sözlerle veriliyor: "Türkiye'den özgür sesleri susturmanın tüyler ürperten başka bir örneği geldi. 2.5 milyar dolarlık (3.7 milyar TL) vergi cezasının, büyük bir medya şirketinin faaliyet dışı kalmasını sağlamak amacıyla tasarlandığı görünüyor."
Bu yorumu liberal değerlere bağlılık kadar, Türkiye'de bir New York Times olmamasını da veri almak koşuluyla yeniden değerlendirmekte yarar var. Basın özgürlüğü Amerika'da, simgesel olarak 1791 yılından bu yana en önemli değerlerden biridir, Türkiye'de bu denli köklü bir yere sahip değildir. Bununla ABD'de gerçekten özgür bir basın olduğunu söylemeye çalışmıyorum elbette. Sadece dünyanın en saygın gazetelerinden birinin, hükümetlerin "olağandışı" vergi cezalarını her koşulda bir basın özgürlüğü sorunu olarak görmeleri Türkiye'ye göre daha anlaşılırdır demek istiyorum. Zira kapitalizmin kurallarını koyan ve bütün küreye dayatan bir coğrafya aynı zamanda liberal etik değerlerin de beşiği olmuştur ve enikonu işlerliği olan bir hukuk onlara hâlâ lazımdır.3 Bizde ne Doğan Grubu ne de AKP tam bir hukuk devleti olmak ve, basın özgürlüğünün en basit kurallarına uymak konusunda gönüllü olmaz. Onlar hukuku (bağlı olarak vergi usullerini) ve basın özgürlüğünü daha ziyade işlerine geldiği gibi "kullanırlar."
Türkiye'de gerçek bir "isyan kültürü" oluşmadıkça da bu oyun böyle sürüp gidecektir. Fazla kıssadan hisse olacak belki ama Türkiye'de sol, siyasetin öznesi haline gelmediği ölçüde, devlet-sermaye-sınıf ilişkilerinin niteliği konusunda açık bir mücadele hattı kurulmadıkça, Doğan Grubuna ya da başka bir medya grubuna yönelik herhangi bir kısıtlayıcı kararı "basın özgürlüğüne saldırı" olarak nitelendirmek fazlasıyla basit bir açıklama olacaktır.
Doğan grubu gerçekten bağımsız mı?
Basit bir veri ama bunların, salt ulusal değil uluslararası yatırımları olan, sadece medyada değil, başta enerji olmak üzere pek çok stratejik sektörde genişlemek konusunda sınır tanımak istemeyen devasa holdingler olduğunu unutmayalım. Demokratik bir ülkede medyaya yönelik ekonomik zor, bir basın özgürlüğü sorunu olarak ele alınabilir elbette ama şu soruları sormak gerekmez mi: Karşımızda gerçekten bağımsız bir basın organı mı vardır?
Temel amacı topluma doğru bilgiyi ulaştırmak, gizlenen gerçekleri kendi grup çıkarlarını koruyup kollamak adına değil de salt demokratik değerler adına yansıtmak olan bir yapıyla mı karşı karşıyayız? Bu ülkede gerçekten eşitlik ve özgürlük mücadelesi verenlerin habercilik girişimlerinin akamete uğramasında büyük katkısı olan bir toplumsal sınıfın temsilcisi midir cezalandırılmak istenen basın? Cezalandırmak isteyenle cezalandırılmak istenen arasındaki ilişki gerçekten de bir usulsüzlük ya da özgürlük sorunu mudur, yoksa daha geniş bir mücadelenin görünen yüzü müdür? Vb. vb.
Ama Türkiye'de referanslar öylesine kaymış, tartışmaya dahil olmak o denli güçleşmiş durumda ki Doğan Grubu basın özgürlüğünün temsilcisi, AKP demokrasi şampiyonu olarak gösterilebiliyor. Çok iyi biliyoruz ki hakim ideoloji tam da bu maskeli karşıtlıklardan alıyor can suyunu... Kısacası Türkiye toplumunun su gibi, ekmek gibi gerçeğe, doğru habere, basın özgürlüğüne ihtiyacı var ama bunların yolu AKP (ve onun temsil ettikleri) ile Doğan Grubu (ve onun temsil ettikleri) arasında patlak veren her olayda bunlardan birine "hak vermek"ten geçmiyor kesinlikle... (GA/EK)
__________________________________________________
[1] Doğan Holding’in üst düzey yönetimindeki bir başka maliyeci, Zekeriya Yıldırım’dır. Yıldırım da kariyerinin ilk dokuz yılını Maliye Müfettiş Muavini ve Maliye Müfettişi olarak geçirmiş, 2008’de Doğan Holding’in Yönetim Kuruluna seçilmiştir.
[2] A Clear Assault on the Press
[3] New York Times’ta çıkan yazıyla Hürriyet’te bu gazeteye atıfla çıkan haberi karşılaştırmak, bu iki farklı politik coğrafyada küçük bir değerler karşılaştırması yapmak açısından örnek teşkil edebilir. New York Times’ın yazısında Gazetecileri Koruma Komitesi’nin bildirimi başat bir yer kaplıyor. Doğan Grubu ise gazetenin haberini alıntılarken bu kuruluşun adından söz etmiyor. Komite dünya ölçeğinde gazetecilere dönük saldırılara karşı 1981 yılında oluşturulmuş bir mücadele örgütü ve sanırım Doğan gibi gazeteci hakları konusunda sicili oldukça bozuk bir medya grubunu hiç de memnun etmeyecek raporlarla anılıyor. Bu örgütün 1996 yılında uluslar arası basın özgürlüğü ödülü verdiği gazetecilerden biri, Özgür Gündem’in sorumlu müdürü Işık Yurtçu idi.