Diyarbakır… Memleket insafsızca saldıran polisler ve yüzü maskeliözel harekatçılarca mahalle mahalle yakılıyor. Gençler, çocuklar, yaşlılar evlerinin önünde polis kurşunuyla vurularak katlediliyor. Duvarlar delik deşik, yakılmış binaların duvarlarındaki yarıklardan yanmış tuğla izleri var. Kepenkler hediye kutularının üstündeki kurdelalar gibi kıvrımlanarak açılmış, her yer yıkık, viran…
Mesele, -tartışılsaydı- Kürt kentlerindeki 1982 Anayasasından daha hayırlı olacak bir yönetim biçimi ya da özyönetim değil artık. Şu anda devlet halkın sırtını yere getirmek, bileğini bükmek, kentlerini yakıp viraneye çevirerek toplumsal itirazı mümkünse bir daha hiç kendine gelmemecesine tedavülden kaldırmak istiyor. Egemenliğin kayıtsız şartsız Türk’ün yegâne örgütlü gücü olan devlete ait olduğunu dağlara, hatta duvarlara yazmaları boşuna mı?
Duble yol ve metro inşaatlarına bu kadar “milli bir ehemmiyet” yüklenmesi bugünlerde rahat cinayet işleyebilmek içinmiş… Daha fazla ölüm ve saldırı haberine karşı memleketin bir kısmı “hükümetimize iftira ediyorlar” diye karşı çıksın diye. Total faşizmin arzu makinası güç ve debdebeden yana çalıştırıldı. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Rusya karşısındaki iç kamuoyuna dönük hamasi duruş, CHP seçmenlerinin yüzde 65’i tarafından da destekleniyor.
Neredeyse yıkılmış Silvan’ın ardından Nusaybin, Derik ve Cizre’de de yeniden sokağa çıkma yasakları ilan edildi, özyönetim ilanlarına karşı… Sağlık çalışanı bir arkadaşımın söylediği ise “dehşeti, yalnızca dehşeti” hissettiriyor. Sağlık Bakanlığı tüm sağlık personellerine talimat göndererek bir hafta sağlık kurumlarını ve hastaneleri terk etmemelerini, personelin serum, ilk yardım malzemesi ve ceset poşetlerini hazır bulundurmalarını bildiriyor. Duran Kalkan bin kez bastırırız diyen Erdoğan’a bin yıl önce geldiğin yere kadar kovalarız diyor. Gerilim, ölümüne…
Yaşama dair hepitopu göreceğimiz bu kadarmış demek. Zelilliği, habisliği ve gözü dönmüşlüğüyle hep itiraz ettiğimiz ve bugünlere gelmemek için çırpındığımız ehven-i şer yaşamın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Artık özgürlük, demokrasi ve barış adına nefes almamızı yasaklamak, soluğumuzu kesmek istiyorlar. Türkler ve Kürtler olarak yıllar önce Ramallah’daki karargâhında teslim alınmaya çalışılan bir Arafatız hepimiz…
Özetle Türkiye iç savaşa, toplu katliamlara ve sonuçta darbe mekaniğinin devrede olduğu gittikçe ağırlaşan bir ortama doğru gidiyor. Türkiye Suriye'yi içerecekken tüm "alet ve edevatıyla" Suriyeleşiyor. Evler, sokaklar, okullar, camiler yanıyor. Bu yangın yakındır Batı'ya da sıçrayacaktır. Bu olan bitene engel olmamız lazım, önlerine çıkan herkesi öldürecekler yoksa…
Öte yandan Erdoğan’ın akla, vicdana ziyan sözleri karşısında herkes sorumlu davranacak bir insan arıyor. Ama bu korkunç gidişatı durdurabilecek olan tek insan ile yedi aydır görüşme yapılmıyor, kendisinden haber alınamıyor. Korkarım yakında yanan bir ülkenin yurttaşları olarak hala "hendek de nereden çıktı?" diye içi boş tartışmalar yapmaya devam edeceğiz. Derhal başkan Öcalan ile görüşülmeli, "kırmızı çizgisiz", kayıtsız şartsız Dolmabahçe protokolü aynen uygulanmalı. BM'den yardım isteyecek duruma gelmeden Öcalan'dan yardım istenmelidir. Yoksa her şey hepimiz için çok geç olacak. (MS/HK)
* Fotoğraf: Kaan Bozdoğan - Diyarbakır/AA