Günlerdir angajman kuralları, “hava sahamız” (bir de “ceza sahası” var, neyse…) ve “bizim uçağımız” gibi sözler kolektif zihnimize çarpıp duruyor. “Bizim uçağımız, bizim pilotumuz ve bizim hava sahamız” gibi devlet terennümleri bir hayli ilginç. Devletlilerden çok, her yarışta sonuncu olan en alttakilerin, çulsuzların ağzında en sıradan sözcükler bunlar…
Toplumun devletin saatine ve gündemine göre konum alması Türkiye’de değil salt, dünyanın tüm ulus-devletlerinin “akılsızlaştırma” politikalarının bir sonucu. Yani Türkiye’de devlet ulusu, devlete angaje vatandaş olmanın kendisiyle hiç ilgisiz ama çok merkezi-total üslubu her yerde. Hiçbir zaman kendisine ait olmayanı kendisinin sanma semptomu. “Devlet eşittir halk” yanılgısı. Biraz futbol maçlarındaki taraftar hissiyatına da benziyor.
Oysa gerçekte durum yüz yıl önce Lenin’in söylediğinden farklı değil. Rus Çarının milyonlarca insanın öldüğü 1. Dünya savaşı seferberliğini imzalamasına karşı “Bu savaş egemenlerin savaşıdır. Dünya proletaryası ve ezilen halkların savaş gibi bir derdi yok” demişti Lenin. Ardından büyük Ekim devrimiyle birlikte Brest-Litovsk anlaşmasının tüm maddelerini dünyaya açıklayarak savaşı sona erdirmişti. Kurulan Bolşevik Hükümeti Rusya’nın savaştan çekildiğini ilan etmişti.
Hatırlayalım halkların kendi kaderini tayin hakkı gibi uluslararası saygınlığı olan bir ilkenin hem ABD başkanı Wilson (hani kadınlara oy hakkı vermemekte direnen başkan) hem de Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin tarafından (daha sonra “çelik adam” Stalin) sahiplenilip savunulduğu zamanlardı. Sonuçta modernitenin hem sağı hem de solu bu “ilke” etrafında uzlaşmıştı. Buna göre her halk kendi devletini kurma hakkına sahip olacaktı. Fransız Devrimiyle başlayan İmparatorluk çağının çözülüşü, yerini ulus-devletler çağına bıraktı böylece. Uygarlığa müdahale fikriyle insanın insan üzerindeki baskı ve hegemonyasına son vererek herkesin mutlu olacağı bir dünya kurmak isteyen Büyük Ekim Devrimi, devlet seçeneğiyle uygarlığın yaratıcısı değil soluna yerleşti. Bu aynı zamanda “soğuk savaşın” ya da iki kutuplu dünyanın başlangıcıdır.
Bugün ise uygarlığımız büyük bir buhran içinde. İşin içinde gene Rusya var ama devrimci değil bir kriz sisteminin tarafı olarak…
Kürt halk önderi Abdullah Öcalan 1990 başlarından itibaren 3. Dünya savaşı ve Ortadoğu’da Uygarlık Krizi gibi değerlendirme ve kitaplarında bu krizi ilk görenlerdendi. Sonuçta bir İngiliz elbisesi olan ulus-devlet, Ortadoğu’ya “model” olamadı. Hiçbir devletin başedemediği IŞİD vakası uygarlığın büyük buhranının en tiz örneği. Modern dünya tüm “kazanımları”, sekülarizm, insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi “değerleri “ ve yaşam tarzlarındaki kentli kültür liberalizmiyle IŞİD karşısında muazzam örseleniyor.
Gerçekte modern kentlerin suç ve dehşet dehlizlerinin içinden doğan bu eğilim, bırakalım İslam dinini insanla ilgili her şeye saldırma eğiliminde. Modernizmin yarattığı yaşama karşı ilgisizlik, yoğun anlam bunalımı, gençlerde yaşanan “her şeye karşı” müthiş kayıtsızlık ve manevi fakirlik, manevi saiklerle dünyevi bir yıkıcılığa yol açtı. “Kurban önce İslam’dır” deniliyor ama gerçekte insana dair her şeydir artık.
Ve bugün de iki modernite kavgası var. Bir yandan yerel, yerli ve çoklu bir özyönetim direnişi ve kent savaşları, diğer yandan da akşam haberlerine yansıyan angajman kuralları, balistik füzeli, makro savaş senaryolarının olduğu Rus uçağı tartışması. Kim ne derse desin bu savaşı ve çelişkiyi ulus-devletler arasında bir kapışmaya dönüştüren Arap ayaklanmaları ve on yıllardır hazırlanarak buradan bir devrim çıkarmayı başaran Rojava’dır. Ulus-devlet sistemine göre yapılanan ABD ve Rusya öncülüklü kapitalizm çözülüşe bir çare arayışı içerisinde. Gerçekte yeniyi getiren özyönetimli Rojava pratiğidir. Devlet ve merkezi zihinlerle yetiştirildiğimizden, Silvan, Nusaybin, Cizre, Lice ve Gever’ de neler olduğunu bilmeyişimiz, kayıtsız kalışımız ve aylardır yaşanan katliam, baskı ve buna yerel halkın direnişini “hadise” saymamamız da gene bundan… Devlet aklına göre “bölgede” aylardır onlarca insanın katledilmesiyle sonuçlanan kent muharebeleri, yerel halk demokrasisi ya da özyönetim direnişleri savaş değil, “olay”dır. Savaş nasılsa akşam haberlerinde… (MS/HK)