Artık sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde ne olduğuna gözümüzü dört açıp bakmamız, insanların bağıra çağıra ne söylediğine kulağımızı açmamız gerekiyor.
Bugün sosyal medyada dolaşıma giren bir görüntü, bu görüntünün sadece otuz saniyelik kısmı bile olan bitenin ne olduğunu ve en önemlisi, ne olmadığını, çok net bir şekilde gösteriyor.
Yaşlı bir teyze var görüntüde. Biber gazından etkilenmiş, gözü yaşarmış. Polise doğru atılıp önce Türkçe, "Ne istiyorsunuz bizden?" diye soruyor, sonra Kürtçe "Burası Kürdistan, biz de Kürdüz!" diyor. Buna celallenen polisin sesi geliyor hemen: "Burası Türkiye, burası Türkiye!"
"Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türktür"
"Kürlerin yaşadığı yer" anlamında "Kürdistan", yanılmıyorsam suç olmaktan çıktı. Ve bildiğim kadarıyla PKK dahil, artık hiç kimse "Kürdistan" derken siyasi sınırlarıyla Türkiye'den ayrılmış bağımsız bir devletten bahsetmiyor.
Hal böyleyken Kürdün yaşadığı yere "Kürdistan" demesinde nasıl bir beis olabilir ki?
Görüntüde sesi duyulan polis memuru, yaşlı kadının "Burası Kürdistan, biz de Kürdüz" demesinden niçin rahatsızlık duyar ki?
Anayasa, Türkiye'de yaşayan herkesi Türk olarak tanımlamış. Türkiye'nin en eski ulusal gazetelerinden olan Hürriyet, yıllardır Kürtleri ve diğer etnik kimliklere nispet yapar gibi, "Türkiye Türk'lerindir!" sloganıyla çıkıyor.
Kürtlerin derdi Kürt olmak
Kim ne derse desin, Kürtlerin çoğunluğu, dün ve bugün yaşadığı onca acının, maruz kaldığı onca zulmün nedeni olarak "Kürt olmasını" görüyor. Yani "Bana bunu Kürdüm diye reva görüyorlar" diye düşünüyor.
Bu, ajitatif bir söylem değil kesinlikle; sağlam bir arka plana sahip bir hakikattir.
"Kürtler Başbakan, Cumhurbaşkanı bile olabiliyor," demenin bu hakikat karşısında bir karşılığı yoktur; çünkü (Sırrı Süreyya Önder'in deyimiyle) sorun "Kürt'ün Kürt olamamasıdır."
Eğer Kürtler anadillerinde eğitim yapabilselerdi, Türkiye'de her il, her bölge kendi seçtikleri yöneticiler tarafından ama "Türkiye çatısı altında" yönetilseydi, Kürtler kendini böyle hissetmeyecekti. Ve o zaman kim ne diyorsa ve ne yapmak istiyorsa bunu hukuk içinde söyleyebilecek ve yapabilecekti.
Ancak Türkiye'de siyasete katı bir tekçi anlayış hakim ve ne yazık ki bu anlayışın esneyememesindendir ki "Herkes Türk" ve "Türkiye de Türklerindir."
Mesele Kürt olmayı da aşıyor
HDP Kürtlerin siyasi statü talep ettiğini ifade ediyor. Doğru!
Görüntüdeki yaşlı teyzenin "Burası Kürdistan, biz de Kürdüz" demesi de aslında çok açık bir statü talebidir.
Bu statünün nasıl formüle edileceği siyasi ve hukuki bir iştir. Bu işe girişilmeden önce statü formülasyonunun gerçek bir demokratikleşme sağlayacağı konusunda konsensüsün oluşması gerekiyor ki dünyadaki gelişmiş demokrasi örneklerinden görüyoruz ki gerçek demokrasi, katılımın güçlü olduğu yerel demokrasilerdir. HDP'li siyasetçiler de yerel demokrasiden bahsediyorlar.
Yöntem olarak "şiddet" ne olacak?
Bu soruya yanıt aramak başka bir yazının konusu.
Ancak şu söylenebilir: 7 Haziran seçimlerinden önce PKK lideri Abdullah Öcalan'ın PKK'ye ,Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleye son verme kararının alınacağı bir kongre yapma çağrısı yapılması bekleniyordu. Ne oldu da bu çağrı yapılamadı? Neden PKK lideri Öcalan'la Nisan ayında görüşmeler kesildi?
Kürt sorununun artık Rojava'yı da içine alan bir Ortadoğu sorunu olduğunu, içinde olduğu çok bilinmeyenli denklemden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Bu denklemden baktığımızda yukarıdaki soruların cevaplarını da bulabiliyoruz.
Ne olacak?
Köy boşaltmalar nasıl Kürt meselesini çözmediyse, Türkiye'yi demokratikleştirmediyse, sokağa çıkma yasakları da çözmeyecek, demokrasi getirmeyecek.
Peki, ne olacak?
Öyle ya da böyle, demokrasi ve insanlık kazanacak! (BA/HK)
* Fotoğraf: Okan Özer - Diyarbakır/AA