Adaleti geçtiğimiz hafta iki defa gördük. İki insan Türkiye gündemine damgasını vurdu. Her ikisi de örgütlü bir cehalete ve zorbalığa karşı yüreklerindeki o en tiz adalet haykırışıyla yanıt vermek istedi. Kendilerine yapılana karşı, öncelikle kendilerini ilgilendirdiği için inanılmaz sade tepkiler gördük onlardan. Yarbay Ahmet Alkan ve İrlandalıdan söz ediyorum. Yarbay kardeşi Yüzbaşı Ali Alkan’ın Şırnak’ta PKK güçleriyle girdiği çatışmada hayatını kaybetmesine bir ağabey, bir insan ve -vatan ‘yaşam alanı’ demekse- gerçek vatansever gibi davranarak feryat etti.
Daha önce nasıl bir insan olmuş olursa olsun, yaptığı son derece akıl ve vicdan dolu konuşmayla baskı, zulüm ve rant yüklü saray savaşına ölümcül bir darbe vurdu. Hepimizi hamasetten, akıldan ve fanatik saray severlikten uyandırarak çok trajik bir gerçeği haykırdı, kardeşinin cenazesinin üstünde. Onun sayesinde bu toplum olan biten kıyamete ilk defa “savaş” demeye başladı. İlk defa ölme ve öldürmenin yerine yaşamın, barışın ve sevginin değerli olduğu idrak edilmeye, hissedilmeye başlandı. Olacaksa böyle bir vatanın değerli olacağı fikri faşizm ve ırkçılıkla zehirlenen milyonlarca zihinde deli gibi dönmeye başladı. Türküyle Kürdüyle bir ulusu ağlattı o Yarbay…
İrlandalı da aynen yarbay gibi sadece masum olduğunu gösterdi bize. Masumiyetini hepimiz gördük, buna karşı haksız, ırkçı ve nefret dolu olanın “bizim taraftakiler” olduğunu gördük. Kendi utanmaz, korkak ve anlayışsız yüzümüzü gördük o kameralardaki görüntülerden… Erdoğan’ın “benim esnafım asker, polistir” vecizesine karşı hepimiz İrlandalının tarafını tuttuk. Tarihimizdeki linç kültürünü, yerel eşrafın bazen korkunç bir hal alan gericiliğini anlatan “Vurun Kahpeye” diye bir roman bile var. İrlanda vatandaşı M. F. Dobbous şahsında, onlarca kişinin haksızca dövmek istediği tek bir adamın direnişi hepimizde saygınlık uyandırdı. Yumruğunu her sallayışı, bize iyi gelen bir terapi gibi oldu…
İşte Yarbay ve İrlandalıyı sevmemizin nedeni de bireysel hikayelerle örülü kahramanlık hafızamıza müthiş seslenebilmiş olmaları. Bu toplumun bu iki isme bu denli hayran kalmış olmalarını kültürel ve siyasi anlamlara sahip. Belki de bu nedenle bu toplum şişirilmiş hamasetle Kara Murat’ın uçmasına inanmadı, ama Şaban’ın kötülere tek tokatla ve tek bir sataşmayla cevap vermesini kahramanca buldu.
Demek ki hissiyatımızda tek yumrukla devirmek istediğimiz büyük cehaletler, zorbalıklar ve utanmazlıkla dolu haksızlıklar var. Bunun kavgacı bir millet olmayla ve sokak kavgasını lümpenize etmeyle o kadar da ilgisi yok. Esasta sürekli damarına basılan, reklamlarda ve TV’lerde aldığı mal karşılığı emeği gasp edilen, alay edilen ve on yıllardır hayatında belki de hiç gitmeyeceği Şemdinli veya Lice’de çocuğu ölüveren ezik insanlar haline getirilişimizle ilgili. Çok damarımıza bastılar gerçekten. Bilgi ve iletişime bu denli açık bir çağda herkesin gözleri önünde hem hırsız, hem katil, hem de haksız olmaya bu kadar sabredilmez zaten. Kürtler ve Türkler olarak kara yargımıza dair ne oluyorsa herkesin gözleri önünde oluyor.
Abarttığımı düşünebilirsiniz ama tarihte bazı savaşları ve anlamsız felaketleri durduran böylesi çok az anlar vardır. Öyle ki o anlarda insanlar, hırsızlık ve arsızlıkla dolu iğrenç yönetimlerin sonunu getirecek isyan bildirgeleri gibi pırıl pırıl parlarlar. O anda yalnızca vicdan ve ferasetten ibaret sıradan insanlar olduğumuzu hisseder ve gözlerimizin önünde doğranmak istenen o hakikati bir anda sahiplenmek isteriz. Bu muazzam tutku, insana özgü en eski hissiyat olan adalet ve vicdanın ta kendisidir. Kim ne derse desin insana büyük devrimleri yaptıran da bu hissiyattır.
İnsan tutkuyla başını bu yüzden derde sokar mesela. Bu yüzden aşık olur, işini, yurdunu terk eder ve bu yüzden herkesi, her şeyi karşısına alır. Büyük edebiyat eserleri bu ölümsüzlüğü anlatabildikleri için her çağda okunabilmişler…
İrlandalıya ve Yarbay’a hakaret edip tavırlarını çarpıtmaya çalışanlar ise birer zavallı olduklarını en güzel ifade etmiş oldular. Fazla söze değmezler… (MS/HK)