Sorumlu olmak istemeyiz… Hele yüzleşmek hiç istemeyiz… E madem biz sorumlu değiliz, bununla ilgili konuşmak niye sorun oluyor ki acaba? Ya da içten içe biliyoruz; neler olduğunu, neler yapıldığını, hangi acıların yaşandığını ve henüz bitmediğini… Peki neden hala konuşmuyoruz veya konuşma imkanı bulduğumuzda “ağzına biber sürerim” tepkisi ile bir şekilde karşılaşıyoruz. Çok mu önemli “üstün olmak” veya çok mu önemli her zaman en iyi biziz demek ve bunu sanki böyleymiş gibi inadına göstermek. Olmazsa ne olur, yüzleşsek ve tanıklıklara kulak versek ne olur yani?
Fatih Akın’ın The Cut (Kesik) filmi ile ilgili bir yorum geldi, dedi ki bir tanıdığım: “Fatih Akın zaten Türkçe konuşan bir Alman vatandaşı”. Üstelik henüz filmi izlememiş. İzlemeden eleştirmek önyargının en iyi göstergelerinden biri zaten.
Ancak eleştiri cümlesi daha da vahim. Yani Fatih Akın “bizden biri” değil denilmek isteniyor. Çünkü bizden biri, bizi asla “kötü” göstermez, “biz her zaman kahraman ve iyi olanız”…
Ama değiliz işte ve bu mümkün de değil. Dolayısıyla, “bilinçli” bir yanlış yapıldığında bunu ancak bizden olmayan bir düşman dile getirir; çünkü o bizi kötülemek ister, kötü göstermek ister ve amacı bizi yıkıp geçmektir. Düşünce bu. 1915 ile yüzleşmek için en küçük adım en büyük rahatsızlığı gösteriyor, bu bile bizi iyilikten vicdanen uzaklaştırıyor aslında farkında değiliz. İnsanların tarif etmekte bile zorlandıkları acılar var; cinayetler, tecavüzler, işkenceler, kaçırmalar, aileden koparılmalar, kimliğini bastırmalar… Travma... Bunun adına hiçbir şey denilemiyor aslında. Soykırım veya tehcir deseniz de orada bir acı var; hangisi ile tanımlarsanız 1915’i yaşananları değiştiremeyecek kadar önemli yaşanılan şeyler var. Konuşmakta zorlandıracak ve belki hiç konuşturmayacak kadar. Bizzat kendimiz yaşamadıysak da başkası yaşadı, bizzat neden olmadıysak da her sustuğumuzda parçası olduk. Sonu gelmemiş bir acı, bitti mi sanıyoruz hala? Başka kimse hala yaşamıyor mu sanıyoruz? Alevilerin kapıları işaretlendiğinde, Kürtler öldürüldüğünde, Ezidi kadınlar kaçırıldığında, kadınlara işkence edildiğinde… Bu cümlenin bile devamı gelmez, yaz yaz bitmez. Tüm bunlar olduğunda her şey bitti mi sanıyoruz. Belki eskiyi konuşmazsak yarını da kontrol ederiz, “biz hep iyi oluruz; çünkü buna layığız” demek için midir acaba.
Çok uğraş verildi yıllar boyunca, “aslında Ermeniler katletti” demek için, gördünüz mü yine aynı neden, yine aynı söylem… “Çünkü biz iyi olanız”. Bunun neler getirebileceğini veya neleri meşrulaştırabileceği o kadar mühim ki aslında. Ardından “iyi olanların” daha çok kötülük yapabilmeleri için bir kapıyı mı yarı açık bırakacağız acaba.
Küçükken annemin söylediği bir şey vardı, eminim hepimiz bir yerlerden duymuşuzdur bunu. Annemizden, babamızdan, öğretmenimizden, kardeşimizden, uzak bir akrabadan… Birinden işte. “Hatalarından ders çıkarmayı öğren” derdi bana, hala da der bu arada.
O zamanlar bu sözün anlamı çok başka bir yere gidiyordu, her gittiği yeri bilemiyordum. Annem bunu kalemimi arkadaşımla paylaşmadığım için ve üstüne bu sevdiğim bir arkadaşımla küsüp kendimi mutsuz etmemin hatalı bir davranış olduğunu söylüyordu o zaman. Yaşım küçük tabii.
Şimdi bu söz öyle uzak ve öyle anlamlı yerleri işaret ediyor ki, sorumlu da oluyorum yavaş yavaş. “Hatalarından ders çıkar, her zaman iyi olmayabilirsin; ama bununla yüzleş” diyordu belki de. Belki hiç bunu demek istemedi ama şimdi ben öyle algılıyorum. Ben annemin canından bir parçayım, hatta kesinlikle “ondan biriyim” ben, ama hatalarım olabileceğini veya “bilinçli bir şekilde kötülük yapabileceğimi” biliyor annem. Nedenlerim iyi veya kötü ne olursa olsun. Yaptığımda ise benden tek bir isteği var, bunu kabul etmem. Bunu görmem. Ve bununla yüzleşmem. Gören başkası varsa da onun bunu not düşmesi. Ve yapabildiğin kadar da bu hatayı veya bu bilinçli yapılanı olumlu yöne çevir demekti amacı. Küçük bir özel aile sohbetinden ne anlamlar çıkarılabilirmiş meğer değil mi?
Bu yazdıklarım filmin içeriği ile ilgili bir şey değil, yani film kötü veya iyi, yeterli veya değil demek değil. Öncesinde ve ötesinde olanla ilgili bir şey; bir önyargının ve suskun kalmak gerektiğinin söylenmesi ve yaşadığımız yerde bunun bir gereklilik olduğunun vurgulanması ile ilgili bir dert var burada. Bizler tepkisiz kaldığımız müddetçe ne yararımız olacak, tepkisiz kalmayı bırak, biraz konuşmayı tercih edenleri karalayıp “düşman” ilan etmek var. Hak ve özgürlükler için ses çıkaran “çapulcu”, eşitlik isteyen “terörist”, tarihle yüzleşen “bizden değil, hain”, adalet talep eden “suçlu ve hain”… İyi şeyler isteyen hep kötü. Ama bunları istemeyen iyi, çünkü onlar iyi olan(mış)… (TE/HK)