Spoiler uyarısı: Bu yazı filmdeki kilit sahnelerle ilgili bilgiler içermektedir.
Geçen(?) 99 yılın ardından, Ermeni Soykırımı’nın bir provası bu yıl Şengal ve Kobanê’de, bu kez İttihatçılar tarafından değil, Ortadoğu’nun yarım asırlık fenomeni fundementalist faşizm tarafından yapıldı. Fatih Akın’ın filmi The Cut, bu yıl gördüğümüz “sahne”lerle, hiç de uzak olmayan bir hikaye.
Film, sonuna kadar devam edecek bir sınıf kini ile başlıyor. Mardinli Ermeni demir ustası Nazaret Manukyan orta sınıf denecek bir hayat sürmektedir ve varlıklı Ermenileri zaman zaman kazıklamaktadır. Fakat inancı gereği pişman olup rahip karşısında af dileyip tövbe eder.
Nazaret, ailesiyle Mardin’in orta avlulu taş evlerinden birinde, erkek kardeşlerinin aileleriyle ve bekar kız kardeşleriyle, büyükbabanın himayesi altındaki küçük feodal toplulukta yaşar.
Kadınlar ve erkekler savaşı aralarında tartışırlar. Erkekler daha fazla rehavet halindedir. Kadınlarsa tedirgindir. Anlarız, savaşın en ağır yükünü kendilerinin sırtlayacaklarının farkındadırlar.
Beklentileri, en fazla gayrimüslim erkeklerin de müslümanlar gibi cepheye gitmesi, savaş boyunca, belki de ilelebet erkeklerin dönmemesidir. Ne var ki akıbet daha vahimdir.
Yüzyıldır her fırsatta tekrar eden istilacı faşizmden ders almayan Güney Kürdistan gibi, savaşa hazırlıksızdırlar.
Romalı filozof Seneca der ki “Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir”.
Hindistan’daki yerel bir kabile için dans ve müzik, sanatsal-sosyal bir aktivitenin çok ötesinde bir ritüeldir. Adeta dini bir ayindir. Kadınlar acıları hakkında konuşmazlar. Yaşadıklarını dile getiremezler. Bunun yerine şarkı söyler, dans ederler.
Dil, ses ve müzik aynı zamanda taşıyıcıdır, köprüdür. Çoğu zaman bir arayıştır. Kaçamaktır. Var olan gerçekliğin ağırlığından sıyırır insanı.
Nazaret, gece eşi Rakel’in söylediği şarkıda kendisini bulmaktadır. Gündüz rahibin kendisini “hasetlik”le suçladığı ağırlıktan sıyrılır Rakel’in sesinde. Derken, aradan saatler geçmeden başka bir ses, onu yaşadığı pişmanlığa dahi hasret bırakacaktır.
Ermeni erkekler askere diye alınırlar. 90’lardan da biliriz, gece evden alınan hiçbir erkek sağ gelmez geri. Çoğu zaman ölüsü dahi…
Nazaret ve arkadaşları, daha sonra Şêx Saîd isyanının da bastırılmasında kullanılacak, Kuzey Kürdistan ile Batı Kürdistan sınırını belirleyen Bağdat demiryolu inşaatında çalıştırılırlar.
İttihatçı subay ve Teşkilat-ı Mahsusa
Nazaret bu sırada hem soykırımın tüm uygulamalarına şahit olur hem de kurbanı olur. Birşeyler dönmektedir fakat büyük resmi çok sonra görebilecektir. Osmanlı askerinden tut da başını İttihatçı bir subayın çektiği belalı tiplerden, eşkiyalardan, hapishane kaçkınlarından oluşan Teşkilat-ı Mahsusa’ya, Ermenilerin katledilişine, sürgününe tanık olur.
Sürgününe denk geldiği Ermeni kafileleri yaşlı erkekler, kadınlar ve çocuklardan oluşmaktadır. Genç erkekleri içermez. Kadınlar, Osmanlı askerinin gözü önünde Teşkilat-ı Mahsusa tarafından kaçırılır, tecavüz edilir. Askere müdahale etmesi söylendiğine hışımlı bir karşılık alınır. Osmanlı askeri Ermeni erkeklerin etinden-sütünden faydalandığında devreye zamanın kontra gücü Teşkilat-ı Mahsusa girer. Belli bir ideolojik angajmanla hareket eden, insani gücünün kayda değer kısmını da, IŞİD’den yakınen bildiğimiz yağma ve ganimet vaadiyle elde eden oluşum, Ermeni erkekleri kurşun harcamadan katleder. Ne var ki Nazaret, deyimi doğrularcasına kılıç artığı olur. Şans mı dersiniz yoksa şanssızlık mı, hayatta kalır.
Sessizlik
Kılıç Nazaret’in canını değil ama sesini almıştır. Kim bilir, belki de sesini alan kılıç değil yaşadıklarının kendisidir. Biliriz, IŞİD vahşetinden kaçan Şengalliler arasında hala konuşamayanlar var.
Nazaret sessizliğe gömülür. Rastgele bir seçim değildir bu. Bilinçlidir. Fatih Akın acıyı anlatamayacağını, istese de bu denlisini dile getiremeyeceğini itiraf eder. Haklıdır da, çünkü asıl derdi acıyı dramatize etmek değil, onunla yüzleşmektir.
Kendisini öldüremeyen hapishane kaçkınıyla, Osmanlı ordusundan, savaştan kaçan dönemin vicdani redçileri asker kaçaklarından oluşan gruba katılır. Yol keser. Kazıkladığı zengin Ermeni, onun yol çevirmesine denk gelir. Mallarını almaması için yalvarır Nazaret’e. Hala günah işlediğini düşünür fakat hayatta kalmak, ailesini bulmak ve soykırımdan parası sayesinde kaçma fırsatı bulan zengin Ermeni’den öç almak için inancıyla ters düşmek pahasına faytondaki değerli eşyaları atlar dahil alır.
Faytondakilerden istediği bilgiyi de almıştır. Ailesinin Ras al Ayn’a (Serêkaniyê) gitmiş olabileceğini öğrenir.
Yola düşer. Susuz kaldığında yardımına zengin Ermeni’den aldığı altın yetişir. Bedevi çadırında demiryolu inşaatında çalışırken rastgeldiği Ermeni kafilesindeki bir kızı görür. Kız, köle yapılmıştır. IŞİD tarafından kaçırılan Êzidî kadınlar gibi… Bu aynı zamanda daha sonra şahit olacaklarının da işaretçisidir.
Umut
Çölde susuzluktan düştüğünde Rakel’in hayalini görür. Kendisi için, kızları için güçlü olmasını söyler Nazaret’e. Umut kıymetlidir. Yaşatır. Başka bir sefer susuz kaldığında bir kuyuya rast gelir. Su çekmek için tulumbaya asıldığında kuyudaki cesetleri görür. Bu, soykırımın üçüncü cemresidir, suya düşen. İlki ailesinden ayrılmasıdır, havaya düşer. İkincisi arkadaşlarının yanıbaşında kılıçtan geçirilmesidir, toprağa düşer.
İç sorgulama
Serêkaniyê’deki kampta yengesini bulduğunda ilk kez soykırımın boyutlarının farkına varır. Gece boyu düşünür, tavrını belirler. Yengesinden eşinin ve kız kardeşinin katledildiğini öğrenir. Yengesinin isteğiyle onun acısını dindirir. Sabah olduğunda başka biridir. İlk iş kendisinden hesap sonrar, sonra Tanrı’dan. Alacaklıdır ondan. Biate dayalı inancını sorgular.
Yolculuğu, bir kısmının yapımında yer aldığı demiryolunun tersi istikamette, Antep-Efrîn-Halep hattında devam eder. Halep’te, mülteci kampına dönen sabun atölyesinde kalırken Şarlo’nun bir filminin gösterilmesine denk gelir. Bu da rastgele bir seçim değildir. Acı dile gelmez bir duygudur fakat mizah, mutluluk, sevinç dile ihtiyaç duymaz. Yönetmen, zamanın şartlarıyla sessiz çekilen, başyapıt filmin önünde saygı göstermekle birlikte meydan okur. Sinemanın geçen zaman içinde eriştiği tüm nimetlere sahipken, ses olmadan derdini anlatmayı deneyecektir.
Hayatta olduğunu öğrendiği ikiz kızlarını, sayısı yüzü bulan Ermeni yetimhanelerinde bıkmadan arar. Görürüz, Ermeni kadınları ve kız çocukları millet farketmeksizin müslümanlar tarafından satın alınmış, köleleştirilmiştir.
Nazilerden IŞİD’e soykırımlara ilham veren karanlık
Aklımıza düşer, Yahudi soykırımında Naziler İttihatçılar’dan ilham almıştır. Faşizmin alçak öğretisi Ortadoğu’da soykırımlara ilham olmaya devam etmektedir.
Varlıklı Ermenilerin destek verdiği oranda bu kadın ve çocuklar müslümanlardan kurtarılır. Hatırlarız, birkaç ay önce, Sovyetlerde yaşayan Êzidî bir iş insanı, IŞİD’in pazarlarda sattığı, seks kölesi yaptığı 150 kadını para ödeyerek kurtarmıştır.
Ne var ki ortada anne-baba kalmamıştır. Bir nesil Ermeni, yetimhanelerde büyür.
Hayıflanırız, aradan geçen yüzyılda soykırımdan kurtulan, kendi ülkesinde mülteci olmuş yetim-öksüz Êzidî çocuklar için sistematik kurumsallaşmaya gidemeyişimiz oturur içimize.
Diaspora
Kızlarının, yetimhaneden ayrılmalarını gerektiren 16 yaşına geldiklerinde, zengin Ermenilerle evlendirilip Küba’ya gittiğini öğrenen Nazaret yıkılır. Yazdığı mektuba cevap gelmesini beklemeden, gemide çalışarak Havana’ya gider. Burada diaspora ile tanışacaktır. Kaderine adından önce yazılan, mahkum olduğu bahtsızlık nezareti Havana’ya ondan önce varır. Soykırımdan kaçarken ikiz kızlarından birinin ayağı kırılmış ve sakat kalmıştır. Öğrenir ki zengin Ermeni, Lusine’nin sakatlığını görünce evlenmekten vazgeçer. Arsine de, ikizini yalnız bırakmak istemediği için evlilikten vazgeçer. Bilirler, ailelerinden kalma tek miras, tek yadigardırlar birbirlerine. Çalışmak için Kuzey Dakota’ya gitmek üzere Küba’yı terkederler.
Sınıf kiniyle hesaplaşma
Nazaret, artık reddetiği Tanrı’nın evine, Havana’da kendisini ağırlayan Ermeni berberin ısrarıyla gittiğinde, ayinde Lusine ile evlenmek istemeyen zengin Ermeni’yi görür. Önceleri tövbe gerektiren bir günah olarak benimsediği haset, bilince sınıf kini olarak çıkar. Amerika yolculuğu için gereken para, zengin Ermeni’den alınan öçle birlikte kamulaştırılır.
Hafızamız canlanır, IŞİD saldırısından ilk kaçanlar üst sınıf Êzidîlerdir. Güney Kürdistan’ın diğer şehirlerindeki akrabalarının yanına giderler. Kuzey Kürdistan’a gelen Êzidîler orta sınıftır. Avrupa’ya gitme umudu taşırlar. Yoksulsan katliamdan kolay kaçamıyorsun. 3 binin üzerinde Êzidî erkek öldürüldü ya da kayıp, 5 binden fazla Êzidî kadın ve kız çocuğu köleleştirilmek üzere alıkonuldu. Yüzlerce kadın tecavüze uğramamak için intihar etti. 150’den fazla çocuk kaçış yolunda çölde susuzluktan öldü.
Tarih dersine iyi çalışanlar
Yanı başlarındaki Rojava’da, Ortadoğu ve tarih dersini iyi çalışan kardeşlerinin hazırlıklı olması yoksul Êzidîler için tek şanstı. YPG ve HPG’nin açtığı koridordan Rojava’da kendileri için açılan Newroz kampına geçtiler.
İlk soykırımdan şans eseri kurtulan Ermeni bir ailenin kızı olan Marene, “İkinci soykırımdan YPJ/YPG sayesinde kurtulduk” der.
Filmin diaspora tarafından çokça eleştirilmesi belki de filmin bahsedilen son sahnesiyle ilgilidir, kim bilir…
Amerika’da arayış devam eder. Kaderin cilvesi, kapitalizmin lokomotifi Amerika’da da Nazaret’e düşen demiryolu işçiliğidir. Faşizm Ortadoğu’ya has yerel bir salgın değil, evrenseldir. Nazaret’in Amerika’nın yerli halklarının uğradığı soykırımdan haberi var mıdır bilinmez, fakat tecavüze uğrayan bir kadına yardım etmek bir lütuf değil görevdir, insan kalmak için. Ötekiliğin yanısıra mültecilikhırkasını da giyer sırtına Nazaret. Kızlarına kavuşma umudu olmasa, yengesi gibi acılarına son vermek evladır.
Fatih Akın’ın Yolu
Yılmaz Güney’in “Yol” filminden fazlasıyla ilham alan film, Yılmaz Güney’in de çekmek isteyeceği bir Western’e dönüşür.
Ermeniler arası dayanışmayı, sesin izinde bulur Nazaret. Serêkaniyê’den Kobanê’ye doğru istikamette olduğu gibi demiryolu hattında yürür. Demiryolu işçilerinin kaldığı bir kulübeden, Rakel’in söylediği, yolculuğu boyu peşini bırakmayan, ona yola gösteren şarkıyı duyar. Müzik, ortak duygu, ortak ifade, ortak arayıştır ve Nazaret aramaktan vazgeçmez.
Kapitalizmin ucuz iş gücü: Kılıç Artığı Ermeniler
Kulübede Ermeni işçiler, sınıf bilincinin gereğini, dayanışmayı, teoriden değil hayattan öğrenerek bir araya gelmiştir. Hayat acımasız bir öğretmendir. Ortadoğu’da istenmeyen kimlikler modern batıda ucuz iş gücüdür.
Kulübede, 30 mil yakındaki kasabada Ermeni ailelerin kaldığını öğrenir Nazaret. Hava soğuk, kış sert, yer kardır. Nazaret’in öldüren acısı kor, yaşatan umudunun ateşi gürdür.
Sakat, dilsizliğe hapsedilen ulus
Ruso kasabasında sakat Lusine’ye kavuşur. Soluğu soykırımdan kalma mikroba yenik düşen Arsine’nin mezarı başında alırlar.
Kılıç artıklarından Arsine ölmüş, Lusine sakat, Nazaret de dilsiz kalmıştır.
Milyonlarca Ermeni soykırıma tabi tutulmuş, sağ kalanlar sürülmüş, dilsiz bırakılmıştır.
Sürülen, yurtsuz bırakılanlar sermayeye ucuz işçi olmuştur.
Sürülen Ermeniler gibi film de dünyanın dört bir yanına yayılır.
Ermenilerin İngilizce konuşturulması da bir bakıma dilsizleştirmeye, faşizmin evrenselliğine denk düşer. Faşizmin dili tektir; istila etmek, imha etmek, inkar etmek.
Gittiği yerin diline mahkum kalır insanlar.
Ermenice yokluğun, Ermeniler yabancı dilin nezaretine girer. (Cİ/AS)