Son zamanlarda ne mutlu edebiliyor diye sorsa biri sanırım okuduğum bazı yazılardaki bazı kelimeler olduğunu söylerim: kahkaha, umut, barış gibi. Korkutulmaya çalışanların korkmadıklarına dair cümleleri. Üstelik korkmadıkları gibi eskisi gibi başları dik bir şekilde duracaklarını söyledikleri cümleler. Her zaman olduğu gibi güçlü olduklarını ve adaletsizliklere karşı duracaklarını bağırdıkları o cümleler. İşte bunları duydukça yıkılmaya hakkım olmadığını hatırlıyorum. Bunun için doğru bir zaman olmadığını da. Çünkü şimdi korkmak belki de itaat etmekle bir olacak. Birileri söyleyince, ben tekrar edince, birlikte bağırınca…
Bazen bir şeyler okurken değil, bir yerde birileriyle karşılaşınca da duyuluyor. Korkmayan ya da korkutulmasına izin vermek istemeyenlerin sesi... Sokakta bir yerde var. Varız.
Geçen hafta Aşiyan'dan yokuş yukarı çıkarken birkaç saniye nefes almak için durdum. Uydurmayayım, birkaç dakika da olabilir. Arkamdan gelen amca yaramaz gülüşüyle bana baktı, gözlerinde "geçtim seni" diyordu. Gülme tuttu beni, çeneme de vurdu tabii. Koca yokuşu tek başıma çıkacağıma biriyle çıkmak daha iyi geldi. Hem konuşarak çıkınca yavaş yürümeye de bahane oluyor. Amcaya "geçerim amca seni" dedim gülerek. Sonra beni bekledi, beraber yürüdük. Artık yavaş yürümeye bir nedenim vardı. Boğaziçi üniversitesine gidiyordum, amca da "sen de çıkıyorsun ha bu yokuşu?" diye sorar gibi oldu. Ben de anlattım, sohbetimiz de başladı. Bu arada sohbet ciddileşince iyice yavaş yürümeye başladık.
Güzelce konuşurken amca içindekini söyledi:
"Üniversite kalmadı be kızım, bir şey yapıyor musunuz" diye sordu. "Amca ben…" derken sözümü kesti, "özgür bir gazeteci kalmadı, bir şey yapıyor musunuz? Öğretmenler neye üzüleceğini şaşırdı. Atanamadıklarına mı atıldıklarına mı. Çileleri bitmedi. Sesimiz çıkabiliyor mu? Yook kızım yok, geçmedi gitti bugünler. Doğru mu kızım?" diye sordu.
Doğru mu, diye sorarken aslında benim fikrimi istemiyordu, benim onaylamamı istiyordu. O an haklı olduğuna emindi. E haklıydı da. Üniversite mi kaldı! "KHK çıkabilirmiş, öyle bir duyum mu var" diye soruyor herkes birbirine. Sürekli bir endişe hali. Gecenin bir vaktinde listelerde isim aramaya alışılmış artık. İsimler listelerde var olmaya devam ettikçe kaç kişinin hayatı yine elinden alındı diyoruz birbirimize. Ne uyku ne bir şey. Terk edilen bunca insanın neler yaşayabileceğini umursamadan keyfi bir zulüm. Yaşatılanlar geçim sıkıntısı getirdi, ölüm getirdi, acı getirdi. Ve hep öfke! Ne söyleyecektim bu amcaya, nasıl toparlasam diye düşündüm. Keşke bu kadar yavaş yürümeseydik. Uzun yokuşmuş diye geçirdim içimden sanki ilk defa çıkıyor gibi yokuşun sonunu görmeye çalıştım. "Amca ben..." dedim, ama yine sözümü kesti. Ne yaparsan yap, adam ezip geçiyor dedi (kısaca böyle söyleyeyim).
Amcanın konuşmama izin verdiği bir anda serbest kalabilen muhalefetten bahsetmek istedim, var olan da iktidara yani zulmedene, alçaklara yarayacak birkaç cümleden öteye gidemiyor dedim. Kendinden farklı düşünen, yaşayan, yazan, konuşan kim varsa nefret ediyor dedim. Nefret ediyorlar. Bir yandan da yolun sonuna bakıyordum. Hoş, yol bitse ne olacak? Başka ne düşünecek ne konuşacaktık ki?
İnsanları adeta ölüme terk eden, baskıcı, alçak bir iktidar var işte.
Tüm bunları kusarken, amca da aynı sözleri söyledi: "Beter olacaklar, korkaklar. Daha beter olacaklar. Biz yerimizden kalkalım yeter..."
Gülümsetti.
Bizim sözümüz olsun yeter.
Korkmuyorsun yani, helal olsun dedim. "Ben korkmam da sen de korkma" demesini beklediğim bir bakışı vardı, belki de sadece benim o anki durumdan fazla heyecanlanıyor olmam böyle algılamama sebep oldu. Sanki dedi ama. Demese bile öyle olsun işte…
Hayır, korkmayalım. Hayır. (TE/HK)