Anayasa Mahkemesi Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ın bireysel başvurularını 04.12.2013 tarihinde karara bağladı.
Bu karar herkes için emsal karardır. En önemli niteliği “tutukluluk hali”, “tutuklulukta geçen makul süre” ve “seçme-seçilme” hakkı üzerinedir. Benzerine az rastlanan hukuki bir durumun AYM tarafından bireysel başvuru kararı ile çözümüdür. Bu bakımdan çok dikkate değer bir karar olarak tartışılmalıdır. Bu karar sonrasında tutuklu İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, BDP Şırnak Milletvekilleri Faysal Sarıyıldız, Selma Irmak, BDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, BDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan, Bağımsız Van Milletvekili Kemal Aktaş ve bir davadan hakkında kesinleşmiş hüküm bulunan MHP İstanbul Milletvekili Engin Alan için “tahliye” umudu doğmuştu.
Anayasa Mahkemesi bu kararında özellikle iki yönden değerlendirme yaptı. İlki tutukluluğun makul süreyi aşmış olması, diğeri ise seçilme hakkının ihlal edildiğinin tespitiydi. Uzun süren tutukluluk hali seçme seçilme hakkının kullanılmasına engel olursa, hukuka uygun ve adaletli çözüm seçilmiş milletvekilinin salıverilmesiydi. Milletvekilli seçildikten sonra, tutuklu kalmasının seçilme hakkının ihlaline neden olduğunu tespit eden AYM, kişi eğer tutukluyken milletvekili seçilirse tahliye edilmesinin yolunu açmış oldu. Aksi durum, Anayasanın 19. ve 67 inci maddelerinin ihlalidir dedi. Umudunu hukuktan, adaletten, hakkaniyetten yana yitiren “tutukluların” milletvekili seçilmeleri halinde tutukluluk halinin kaldırılması gerektiği Anayasa Mahkemesinin kararıyla “siyaset/seçilmiş olma hakkı” bir çare olarak ortaya çıktı.
O halde bu emsal karara göre mahkemeler “seçilmiş milletvekilleri” hakkında tahliye kararı vermeliydi. Hatta hakkında hüküm bile verilmiş olsa ortaya çıkan bu durum hukuk yoluyla çözülmeliydi. Madem böyle bir sorunla karşılaşıldı TBMM “kanuni” bir düzenleme niçin yapmıyor? Bunu yasal düzenlemeyle çözmek için engel mi var? Yoksa siyasetin bilinen cümleleriyle “yargıya intikal etmiştir” denilerek sorundan sıyrılmak politika mıdır? Seçme, seçilme hakkının Türkiye’nin kendi pratiklerine göre yeniden düzenlenmesinin gerektiği apaçık ortadayken TBMM sorunu çözmek için ne bekliyor?
TBMM’ne rağmen, İstanbul Mahkemesi ile Diyarbakır Mahkemeleri kararlarıyla ortaya çıkan birbirinden çok farklı ve çelişkili “gerekçeler” giderek çözümsüzlük yaratacaktır. Sorun çözülmezse süreklilik kazanacak. Eşitler arasında ortaya çıkan adaletsizlik giderek yakın gelecekte olağan krizler doğuracaktır. Sürekli yargı kararları beklenecek ve bu kararlar çoğalacaktır.
Tutuklu olmasına karşılık serbest seçimlerle seçilmiş milletvekillerinin haklarını kullanmasına sürekli yargı mı karar verecektir? Sürekli sorun yaratılacak ve ardından bu konuda yargının karar vermesi beklenecek ve ister istemez şeklen veya görünüm olarak dahi olsa ortaya çıkacak “yargıçlar hükümeti” giderek yurttaşların verdiği oyların kaderi hakkında nihai sözü söyleyerek karar vermiş olmayacaklar mı?
Böyle olması temenni edilmez ama acaba gerekçeleri hukuki sorunu çözmeye yetecek midir?
Örneğin günümüzde AYM kararı sonrasında tutuklu milletvekilleri tahliye edilmeliydi ama sadece bir mahkeme tahliye kararı verdi. Seçilmek yetmedi, mahkeme kararları beklendi.
Ancak AYM kararından sonra İstanbul 13. ağır Ceza Mahkemesi 04.12.2013 tarihli 2013/791 Değişik İş kararı ile Mustafa Balbay hakkında “bihakkın” tahliye kararı verdi. Mahkeme Anayasa Mahkemesi kararını nasıl yorumladığını gerekçesinde şöyle açıkladı:
“Anayasa Mahkemesi, “Devlet aleyhine işlenen cürümler” kapsamında suç işlemiş olduğuna dair karar verilmiş olsa ve bu sanıklar tutuklandıkları tarihte milletvekili olmasalar dahi seçilmiş milletvekili sanıkların tutuklu bulundurulmasını makul sürenin aşılmış olduğu şeklinde yorumlamıştır”.
Mahkemeye göre; “Kanunun bu açık hükmü karşısında Anayasa Mahkemesinin tutuklulukta makul sürenin aşıldığı yönündeki kararının seçilmiş milletvekillerine özgü olarak ve seçilme hakkı dikkate alınarak verilmiş bir içtihat özelliği taşıdığı anlaşılmaktadır”.
Mahkemenin gerekçesi bütün olarak incelendiğinde aslında “tahliye” kararı verilmemesi gerektiği ama ortada Anayasa Mahkemesi kararı olduğu için uymak zorunda kaldıklarından seçilmiş milletvekilini “bihakkın” tahliye ettikleri anlaşılmaktadır.
Bu kararlardan sonra Diyarbakır 5. ve 6 Ağır Ceza Mahkemeleri tutuklu BDP milletvekilleri hakkında tahliye talepleri reddedilmiştir. Bu kararlar aleyhine itiraz yolu denenmiş, ancak milletvekillerin “tutukluluk halinin” devamına karar verilmiştir.
Değinmek gerekiyor…Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesinin 800’e yakın kesinleşmiş mahkeme kararı üzerinden yaptığı “Türkiye'de Tutuklama Uygulamaları ve Tutuklamada Savunmanın Rolü” araştırması ilgi çekici sonuçlar içeriyor. Basına bazı bilgiler açıklandı. Prof. Dr. Feridun Yenisey ve Prof. Dr. Ayşe Nuhoğlu tarafından yürütülen bilimsel araştırmanın sonuçlarından birkaç örnek çarpıcı olacak. Sonuçlanan davaların yalnızca yüzde 3’ünde savcılar “gerekçe” göstererek tutuklama talebinde bulunmuş. Herhangi bir gerekçe göstermeden tutuklama talebinde bulunulan dosyaların oranı ise yüzde 97. Tutuklama kararlarında dosyaların yalnızca yüzde 9’unda hâkimler kararlarında kuvvetli suç olgusunu göstermişler. Hâkimler tarafından tutuklama kararı verilmeden önce “hukukta ölçülülük ilkesi” araştırması yalnızca bir dosyada yapılmış. Türkiye’de ortalama tutukluluk süresi ise 314 günmüş.
Diyarbakır ile İstanbul mahkemelerinin kararları birbirinden neden bu kadar farklıdır? Diyarbakır’da farklı İstanbul’da ayrı hukuk mu var? Bu soruların sorulmasına neden olunmayacak gerekçelere ihtiyaç vardır.
Temel hakların Anayasada yazılı olması veya verilmiş olması yeterli değildir. Demokratik hukuk devletinde yaşama geçirilmesi ve bu hakların kullanılmasının sağlanması yasama, yürütme, yargının ve aslında herkesin görevidir.
Mahkemelerin kararları ve gerekçeleri sorunu çözmeli, kriz yaratmamalıdır. (Fİ/HK)