Türkiye’de bugün tam bir güvenlik bunalımı var. Metrolarda, toplu alanlarda stad ya da konserlerde hepimiz PKK’nin ve HDP’ nin üzerine yıkılmaya hazır bir IŞİD patlaması tedirginliği içindeyiz. Üstelik bunun bir şekilde Cumhurbaşkanının bilgisi dahilinde olacağı fikri deli gibi dönüyor zihnimizde. Şiddetin ve nefretin bir siyaset biçimi olarak hükümetleştiği bir ara süreç yaşıyoruz. Dolayısıyla bu zalim sürecin kaç can alacağını hiç birimiz kestiremeyiz.
Yıllardır Kürt sorununu çözeceğiz, iyi şeyler olacak diye beklemede tutulan ülke şimdi “emin adımlarla” kaos ve iç savaşa doğru gidiyor. Böylesine ölüm ve yıkım dolu bir plana evet diyecek bir gözü dönmüşlük kimin eseri olabilir? Kim ülkemizi hiç kimsenin istemediği bir savaşa heba olup gitmeye yollayabilir? Gerçekten Türkler çocuklarını feda etmeye, onların kırmızı tabutlarıyla karşılaşmaya hazır mı, 21. Yüzyılda savaş Türk toplumunun istediği bir şey mi? Bu soruların cevabı en öfkeli olanımızda mitingler dolu, cenazeler ve feryatlar dolusu var. Tayyip Erdoğan’a göre ne mutlu böyle bir ölüme! O siyasi tarihimizin en muazzam ajitatörü, demagogu ve hatibidir. Ajitasyonla siyasi etkinlik sağlamayı kendi mukaddesatçı mahallesinden sola doğru bakarak araklamayı başarınca bir fenomendi artık. Bir cumhurbaşkanı olmanın çok ötesinde zihinlerimizdeki yeri, analizin ve mantığın flulaştığı o histeri ve gözü dönmüşlük anının gür sesidir. Maaşına zam istemek için sokağa çıkan kitleleri linç ettiren o gür sesin ta kendisidir.
Erdoğan ülkeyi bir saray devleti, halkı da kapıkuluna dönüştürmek isteyen siyasi bir kara deliktir. Bugün bu kara deliğin sürekli insan yutmasını izliyoruz milletçe. Peki nasıl oldu da böylesine tedhiş ve histeri dolu bir adamı cumhurbaşkanı yaptık? Tamamen halk rızasına “dayalı” hikayeyi biliyoruz ama onu nasıl olumluyoruz? Son analizde ülkenin “başlıca” sorunu olarak bir Tayyip Erdoğan yanılgımız var.
Nedense hiçbirimiz onu bir devlet erkanı olarak görmedik. TC’nin geleneksel kodlarına hiçbir zaman gelmedi ve bir devletli gibi değil, mahalle delikanlısı gibi konuştu. Her defasında Tv’ lerde gözlerimize sokulurcasına gösterilen resmi törenlere o yeni bir soluk getirdi mesela. Yerden bayrak temsilini kaldırmalar, yargı gününde baro başkanını fırçalamalar vs. hepsi bizde olağandışı bir cesaret ve samimiyet olarak anlaşıldı. Bu devletin çeki düzene ihtiyacı vardı ve bunu gerçekleştirecek olan da işte böyle hepimiz gibi öfkeli bir halk çocuğu olmalıydı. Hepimiz gibi linç dolu, histerik, maço ve sokaktan. Sokağın politik, protest ve demokratik itiraz yönü değil, deklase, nefret dolu, çözümsüz ve lümpen yüzünün temsiliydi.
Siyasette öfke bir tanrıdır onun için. Öfke retoriğini bir milli yaratım gibi de anlayabiliriz. Söz gelimi Güney Afrika’da bugüne kadarki en büyük teleskop icat edilirken biz Erdoğan şahsındaki büyüleyici sinkafçılığı yarattık. Öfkesini hiçbir zaman kibir, nobranlık ve saldırganlık olarak almadık. Derdi olanın, içi yananın mahzun ve iyi yürekli öfkesi olarak, en yanlış yerden aldık. Mesela “Bunlar!” diye her söze başlayışı, toplumsal öfkemizi onun ağzından dinlemek ve öfkeyi kolektivize etme seanslarıydı. Tabi öylece oya dönüştü. Tam bir vecd hali! Hitler de toplumu böyle büyülemişti. Çünkü günümüzde sorun, Tayyip Erdoğan’ın ölen asker cenazesindeki tabutları miting kürsüsü gibi kullanması değil, keyif ve huşuyla kendisini temaşa eden milyonların hazin durumudur. Muhtar bile olamaz dediklerinde kendisini ifade edişi İmam gibiydi. Kasımpaşalılığını milletçe daha sonra izleyecektik.
Hiçbirimiz meselenin buralara varacağını tahmin bile edemezdik. Galiba bu denli yaman bir öfke ile Cumhurbaşkanı olunamayacağına inandığımız için. Ama hâsıl olan kurumsal Erdoğan nizamının kendisidir.
İşte bugün yüz yıldır ağırlaşan sorunlarımız çözülecek diye umarken, Suriye-Rojava savaşı kapımızda. Her an bunu yapabilecek kadar tekinsiz bir ortamdayız. Hükümet ve Anayasa gibi “ağırlığı” olan sözcüklerin Erdoğan’ın sarı yüzü ve dehşet saçan konuşmaları karşısında hiçbir hükmü kalmamıştır artık. 7 Haziran ise yaşanmamıştır bile. Ölümlere yollanmak istemeyen, maden ocaklarında 1500 TL için göçük altında kalarak ya da günlerce gelmeyen yardımın ardından ölüp gitmek istemeyen milyonlarca Kürt ve Türk olarak ona karşı gelmeliyiz. Günümüzün öncelikli ve ivedi siyasi programı, özgür bir ülkede yaşamak isteyen herkes için budur.