Bilindik meseldir. Picasso, Paris’teki atölyesini basan Nazi subaylarının İspanya iç savaşını anlatan dev Guernica tablosunu işaret ederek “Bunu siz mi yaptınız?” sorusuna karşılık şu cevabı verir: “Hayır, bunu siz yaptınız!”
Son günlerde olup bitenleri anlamak için fal bakmanıza, hurafe üretmenize ya da komplo teorileri kurmanıza hiç gerek yok. Sebep sizsiniz, sayın başbakan, bunu siz yaptınız.
Ayaklarını 1920’lere basan, kolay hatta çoğunlukla işinize yarayan bir muhalefete alışmışken, ayaklarını günümüz ve geleceğe basan üç yeni yetmenin sahici itirazı size sarsmaya yetti.
Bunca toplumsal ve kişisel nefreti nerelerde biriktirmişim diye düşüneceğinize, her muktedirin hemen aklına gelen en kolay yolu seçip ezme önerisine dört elle sarıldınız. Daha kısa bir süre önce ülkenin en önemli sorununa akil insanlarla yaklaşmak gibi bir bir tercihte bulunmuşken hemen ardından akıl dışı bir konuma savrulmanız anlaşılır bir şey değil.
Hadi kimseyi dinlemediniz, anlamadınız diyelim.
Belediye başkanlığı günlerinizden beri yanınızda olmuş, sadakatinden, aklından ve en önemlisi dostluğundan herhalde şüphe etmeyeceğiniz Nabi Avcı’nın “muhalefetin 10 senede yapamadığını biz 5 günde becerdik” sözü de mi bir şey ifade etmedi size?
Üstelik bu sözler olayların hemen başlangıcında edilmişti ve tercümeye gerek bırakmayacak şekilde “halt ettik, ediyoruz” demenin kibarca itirafından başka bir şey değildi.
Eskiden de kolay değildi ama Adalet ve Kalkınma Partili (AKP’) olmayı savunmak artık daha da zorlaşacak. AKP’nin ilk yıllarındaki kamusal sesi, kendilerinden çok, yeni-sol entellektüeller olmuştu.
Tam olarak ne yaptığını doğru düzgün ifade edemeyen (ya da tarihsel bağları nedeniyle ikna edici, inandırıcı olamayan) AKP kadro ve yığınlarının tarihsel olarak ne kadar önemli bir şey yapmakta olduklarını topluma ve bir bakıma AKP’ye tercüme etme işini solcu entellektüeller üstlenmişti.
Parti kadrolarının sınırlı itiraz ve tasavvurları dışındaki asıl toplumsal etkiyi gören, düşünen ve yazanlar bu insanlardı. AKP’liler de (bence Erdoğan dahil) çoğunluk onları okuyarak yaptıklarının aslında ne anlama geldiğini anlayıp hem şaşırıyor hem de biraz korkuyorlardı.
İhtiyaçları olduğu sürece bu insanlarla iyi geçindiler, hatta onları el üstünde tuttular. İhtiyaçları bittiğindeyse ilk uzaklaştırılanlar onlar oldu. Oysa onların kurduğu dil olmaksızın ellerinde eski düzenin muktedir dili, şiddeti ve imanlarından başka bir şey kalmayacağını düşünmediler. Oysa artık yıl 2013 ve eski düzen bizzat kendileri tarafından epey erozyona uğratılmış durumda. Dönülecek bir yer yok artık ve o kapı CHP’ye bile kapalı.
Kendisini ‘muhafazakar demokrat’ olarak nitelemesine karşılık, AKP hakkındaki en iyi tespit, yanlış hatırlamıyorsam, Gökhan Özgün’ün yıllar önce yaptığı ‘mecburi demokrat’ tespitidir.
Onları kendilerini de şaşırtacak düzeyde demokrat olmaya zorlayan mecburiyetler (ordu, anlamlı bir muhalefet) ortadan kalkınca, asıllarına hızla rücu ettiler ve otoriter muhafazakarlıkları baskın hale geldi. Bu aynı zamanda, mağdurluktan mağrurluğa, mazlumluktan zalimliğe ‘terfi’lerinin de hikayesiydi. Gezi olaylarıyla ortaya çıkan patlamanın asıl nedeni budur
Sayın Başbakan. İçlerinde Ahmet Altan’ın da olduğu birçok yazar, bu değişim sürecinizin çeşitli aşamalarında size gerekli uyarıları yaptılar aslında. Tek cümlede ifade etmem gerekirse, bu insanların bir zamanlar size verdiği desteğin de bugün sizi eleştirmelerinin de nedeni bir ve aynıdır.
Onlar olduğu yerde duruyor ama siz konum değiştirdiniz ve bunu anlamamakta ısrar ediyorsunuz. Tek tipleştirmenin kaynağı ve amacı ne olursa olsun kötü ve sürdürülemez bir şey olduğunu görmediniz. Bir ideoloji olarak Kemalizmin tek tipleştirmeci dayatmasıyla din ekseninde dayatılan tek tipleştirmenin aynı, hatta daha kötü bir şey olduğunu farketmediniz, etmiyorsunuz.
Vesayet rejimini yıkarken size verilen destek siz vasi olasınız diye değildi, her tür vesayetin ortadan kalkması içindi. Siz adım adım bu yolda ilerlerken Ahmet Altan hepsi birer cevher niteliğinde olan ve eminim bir gün mutlaka kulaklarınızda çınlayacak olan eleştiriler, uyarılar yazdı size. Sizse onu ancak mahkemeye verdiniz. Ne yazık! Eleştirel aklın desteğiyle ulaştığınız iktidarı bir akıl tutulmasıyla sonlandırmak mı niyetiniz?
Uzaklaştığınız bu insanlar yerine basın diye peşkeş çektiğiniz mecralarda, sol jargondan apartılmış bir kaç sözcük, bilinçli bir kılıksızlık, abartılı bir rahatlık, pis sakal ve uzun saçla entellektüel ya da ‘sıra-dışı’olunacağını zanneden, akılları ipotekli tuhaf tipler pekiyi geldi size.
Neredeyse her kanalda istiklal marşının yerini dualar, ilkokul cumhuriyetçiliğinin yerini sonu gelmez tefsir tuhaflıkları aldı. Okyanus ötesindeki muhteremle neredeyse mahrem denilebilecek muhabbetlere girmekten bile imtina etmediniz. Tüm bunların ülke insanlarının önemli bölümünün (diyelim yarısının) pek hoşuna gittiğini çok iyi biliyordunuz. Yoksa niye yapasınız ki? Görmediğiniz, aynı şeylerin yine önemli sayıda toplum kesimlerini (bu da öteki yarı) şiddetle yabancılaştırdığı; en hafif deyimiyle ‘tedirgin’ ettiğiydi. Haklıydılar, çünkü kendilerini kendi ülkelerinde sürgünde gibi hissediyorlardı. Umurunuzda bile olmadı.
Gelen son damla hepsini ortalığa döktü ve siz hala ilk yarıyı diri tutmaya çalışıyorsunuz. Evet, Pandora’nın kutusunu açtınız ve burada sayılan sayılmayan birçok konuda kendinizi ‘check’ etmeden, Gezi’deki gençlere oranın tapusunu bile verseniz bu kutu kapanmayacak. Yok, meraklanmayın iktidarınızı kaybetmezsiniz, ama bir daha asla eski keyfilikte muktedir olamayacağınızı size garanti ederim.
Her enerji kendi basıncını yaratır ve zamanında boşalmasına, alan bulmasına izin verilmezse de sonunda patlar. Doğadaki fırtınalar, tayfunlar da böyledir. Toplumsal düzeyde Taksim Gezi Parkı tam da böyle bir şeydir ve tavrınızı değiştirmezseniz ancak bir tornadoyla son bulacaktır.
Her bardağı sonunda tek bir damla taşırır. Zaten epeydir sınırlarını zorlayan bu bardağa siz (af buyurun) hoyratça tükürdünüz. Kısa sürede her yere dağılması ve bir türlü dinmemesi bu yüzdendir. Olmadık lobiler ya da fobiler üretmenize hiç gerek yok.
Evet, Gezi Parkı eylemleri ve sizin bu eylemlere verdiğiniz tepki bardağın ancak son damlasıdır. Bardağın geri kalanındaki suda aslında uzun süredir kopan fırtınaları da yeniden bir okumaya tabi tutmanız gerek.
Dindar nesil ‘öneriniz’ başta olmak üzere, zina çıkışı, kürtaj ve alkol konusundaki düzenlemeler, ilköğretimin yeniden tanzimi ve ders seçimindeki öncelikler, hep aksini iddia etseniz de bir kesim insanın yaşam tarzlarına yapılan legal ve fiili düzeydeki müdahaleler ve en önemlisi bunları yaparken takındığınız hoyrat tavır katlanılır şeyler değildi ve her biri bir tornado sebebi olabilirdi.
Olmadı. (İnsanların neredeyse ele ele dolaşmasına müdaheleler başlamışken, siz onların kaç çocuk sahibi olacaklarına, nasıl doğuracaklarına ya da çocuk aldırıp aldırmayacaklarına karışmanın ne kadar abes olduğunu hiç mi aklınıza getirmediniz? Ya da, isterseniz Neyzen Tevfik’le Bekri Mustafa’yı kast etmiş olun, birilerine ‘ayyaş’ demek marifet midir?).
Çok önemli bir başka konu, ancak toplumsal/tarihsel bir hesaplaşma haline geldiğinde anlamlı ve kalıcı sonuçlara yol açabilecek olan Ergenekon sürecini, kriminal/hukuki bir boyuta indirgemekte sakınca görmediniz.
Açıkça öç alıyor gibiydiniz.
Böylece, Cumhuriyet’in tüm tarihi boyunca geçerli olmuş rövanşizm geleneğine çok kolay bir dönüş yaptınız. Ve nihayet, doğrudan hükümet politikalarınızın sonucu yaşanan Reyhanlı faciası her ülkede fırtınalar koparırdı, yine olmadı. Beceriksiz ya da sipariş etseniz bu kadar kötüsü olamayacak görünürdeki muhalefet gözünüzü iyice karartmanıza yol açtı.
Gezi olayları böyle bir konjoktürde gelişti ve siz sert açıklamalarınızın ardından seyahate çıktınız. Dönünce ne diyeceğiniz, ne yapacağınız gerçekten merak konusuydu.
Gerçi hem yola çıkarken hem de gittiğiniz yerlerde sarfettiğiniz sözler yeterli ipucunu sağlıyordu ama yine de bir umut vardı. Dönüş yolundaki tavrınız ve her köşe başında tekrar ve tekrar söylediğiniz sözler tam bir hayal kırıklığıydı. Havaalanı dönüş yolunda ve sonrasında yaptığınız konuşmalarla kötülüğü seçtiğinizi açıkça ilan ve beyan ettiniz.
Karşınızdakilerin en kötü yanlarına seslenip onları doğrudan kötülüğe davet ettiniz. Ve yalan söylediniz. Kötülüğün şehveti pek cazip olsa da kimseye iyi gelmez. Yüzüklerin efendiliği en büyük kötülüğü bizzat takana yapar. O abus ilanda tersi ifade edilse de (yedirmeyiz!), o yüzüğü takan eninde sonunda kendi başını yer.
Bilmem farkında mısınız, bir sabaha karşı polisin uyguladığı ve cümle alemin tepkisini çeken şiddet, sizin bıkmadan tekrarladığınız o sözler yanında solda sıfır kaldı.
Oturup düşünüp mahalle kavgasında edilmeyecek lafları mı buldunuz allah aşkına?
Sureti haktan bir kesimin gönlüne su serperken, zaten fokurdayan bir diğer kesimi iyice zıvanadan çıkartacağınızı hiç mi düşünmediniz?
Bunca nefreti üzerilerine boca etmişken şimdi onlarla nasıl ve neyi görüşeceksiniz? Tehditlerinizi bir de yüzlerine patlatınca bu olay bitecek mi sanıyorsunuz, yoksa sadece iman tazelemek mi niyetiniz? Oradaki çocuklara hiç kızmayın. Nelerin su yüzüne çıkmasına yol açtıklarını onlar da bilmiyorlar.
Aynen sizden öncekiler gibi siz de aslında bu nüfusun toplum olmasından korkuyorsunuz. En fazla cemaat olmalarına izniniz var. Sizden öncekiler de öyleydi ve her iki zıt kutup gibi aslında birbirinize çok yakındınız. Laikçi ya da islamcı, tahtıravallinin neresinde oturursanız oturun nitelik olarak son tahlilde bir şeyin değişmediğini gizlemek işinize geldi. Bu halk, tarihinde belki de ilk kez bir toplum refleksi veriyor, toplum olmayı öğreniyor ve siz bundan şiddetle şikayetçisiniz.
Farklılıkları ve çeşitlilikleri içinde neyi nasıl yaşayacağını, yukarıdan birilerinin buyurmasına göre değil, kendi içilerinde her gün ve her gün yeniden müzakere edip deneyimleyen canlı bir organizma olma talepleri sizi çok rahatsız ediyor.
Siz de öncekiler gibi emir komuta dışında davranan başı bozukları (‘çapulcular’ bu hengamede bulduğunuz en keyifli nişaneydi) kolaylıkla hain ilan ediverdiniz.
Dilerim yanılıyorumdur ama korkarım siz bu çocukların yaptıklarından değil, varoluşlarından nefret ediyorsunuz. Gezi’ye çıkıp “Yaşasın AKP, en büyük Erdoğan” deselerdi de farketmeyecekti. İçlerinde başörtülülerden cami imamına kadar aslında orada olmaması gerekenlerin olması da gözünüzü açmadı.
Tüm eylemlerin terbiye sınırlarını aşacak ölçüde doğrudan şahsınıza yönelik hale gelmesine bilerek ya da bilmeyerek bizzat kendinizin neden olduğunu da unutmayın. Birbirinden bir ölçüde özerk olması gereken belediye başkanı, içişleri bakanı, vali, emniyet müdürü ve sahadaki polis gibi tüm kademeleri silip hepsi adına siz söz alınca, kaçınılmaz olarak hedef tahtasına da ağırlıkla siz kondunuz. Aynı hata kısa bir süre önce ODTÜ olaylarında da yapılmıştı oysa.
Sizin hocalara, rektöre ve tüm üniversite kurumuna yönelik hırçın azarlamalarınız olmasa, kendi içinde kapanıp gidecek, hatta karışan öğrencilerin ciddi takibata uğrayacağı bir olay, sayenizde ülke çapında onay ve destek bulan bir tepki haline gelmişti. Neye yol açtığınızı o zaman da anlamadınız.
Zaruretle ya da kendiliğinizden, kimsenin inkar edemeyeceği sayısız iyi şey yaptınız. Bunları heba etmekle her şeyden önce kendinize kötülük yaptığınızı söylememe izin verin. Ne var ki, ister en yakınınız ister toplum, , kötülükleri hatırda tutmaya mütemayildir ve burada bakkal hesabı geçerli değildir.
İçinde geleneksel kimi olumsuzlukları barındırdığına bakıp, bu popüler muhalefetin topyekun hangi enerjiyi ürettiğini es geçmeyi bir an önce terkedin.
Unutmayın, bütün, parçaların toplamından fazla ve farklı bir şeydir. Mevzunun Gezi Parkı ya da ağaç değil bizzat hayatımız olduğunu anlayın artık. Olup bitenlerin şunun bunun tezgahı değil, gecikmiş ama kuşaklar üstü ve yaşam tarzı temelinde nur topu gibi bir Türkiye 68’i olduğunu da mutlaka bir yerlere not edin.
Bu ülke çok babalar gördü ve en çok babalardan çekti. Sizden beklenen başöğretmen ya da baba değil başbakan olmanızdır. Evet, siz baş bakansınız, yani bakacaksınız ve göreceksiniz, ama kulağınıza fısıldanan üç beş istihbari bilgiyle bunu yapamazsınız. İstihbarattan en fazla malumat edinirsiniz, bilgi ya da hakikat değil, unutmayın.
Neredeyse (yine af buyurun) bir ergen inadı görütüsü içinde halkı (hem ilk hem de diğer yarısını) tehdit, tahkir ve tahrik etmekten lütfen vazgeçin. Anmaktan da benzetmekten de imtina ederim ama konuşmalarınızın ve yapmakta israr ettiğiniz mitinglerin giderek Menderes’in Vatan Cephesi yanlışına evrildiğini hatırlatmama izin verin.
Bu gemi yürümüyor. Daha da hasar almasını istemiyorsanız, muhafazakarlığınızı bir kenara koyup yeniden ve bu kez gönüllü olarak demokrasiye (ama herkes için demokrasiye) dönmenizden başka bir yol yok.
Evet sayın başbakan, hala çok güçlüsünüz –ama haklı değilsiniz.
Evet, çok güçlüsünüz, ama bunca gücünüzün giderek en zayıf yanınızı oluşturduğunu farketmiyorsunuz.
Unutmayın, hep en güçlü olduğumuz yerden kırılırız. Karaya çıktığında kendi ağırlığı altında ezilen balinalar da böyledir.
Sizin için, ne yazık ki, sular çekiliyor sayın başbakan. Bunu bir an önce farketmeniz samimi dileğimdir.
Son bir not: İyilikle kötülüğün referandumu olmaz! (AA
* A.Adnan Akçay, ODTÜ Sosyoloji Bl. Öğr. Gör.