Hepimizin gündemi malum tapeler, paralar, sıfırlama, Bilal Oğlan…
Anlaşılan o ki sıfırlanmaya, aklanmaya ve karanlıkta kaçırılmaya çalışılan banknot olarak evde saklanan 1 milyar Dolar var. Kaba bir hesap yaparsak:
1,000,000,000.00 USD = 727,221,141.66 EUR
727,221,141.66 EUR / 500 (En büyük banknota) / 100 (bir deste için) = 14544,42 deste paranın bahsi geçiyor. Saklamak için epey alana ihtiyaç var belli ki.
Ancak bizler bu işin neresindeyiz, neresini kurcalayacağız?
Özellikle son 10 küsur yılda Ceza Usul Hukuku’nda en çok yer tutan ve iletişimin tespiti sonucunda elde edilen konuşma veya yazışmaların dökümü diye nitelendirebileceğimiz tapeler, binlerce insanın hapishanelerde rehin tutulmasına yetmiş ve artmıştı.
Ne mevcut yasalar ne de Yargıtay kararları cevaz verdiği halde tapeler tutuklamalara, tutukluluğun devamı kararlarına ve hüküm kurulmasına tek başına yeterli görülmüştü. Bizler sürekli olarak “Keser döner sap döner gün gelir hesap döner!” dedik durduk. Özellikle Türkiye Sosyalist Hareketi ve Kürt Özgürlük Hareketi bunun bedelini fazlasıyla ödedi.
17 Aralık 2013 sabahı yapılan yolsuzluk operasyonları sonrasında AKP aleyhine olan tapeler, belli ki Gülen Cemaati eliyle servis edilmeye başlandı.
Bizler ise hiç sorgusuz sualsiz sevindik, yaydık (ne de olsa sosyal medyayı en iyi Geziciler kullanır) ve izledik. Oysa tapelerle ilişkilenmemizin temelinde bir sorun vardı. Söz konusu dinlemelerin hukuka uygun veya aykırı olarak elde edilmesi bizi hiç ilgilendirmiyor. İletişimin tespiti bizlere karşı kullanılan çok önemli bir silahtı ve bir gün AKP’yi vurunca keyiflenir olduk. Bahsi geçen tapelerin ifşa edilmesinde kamu yararı olması ve halkın bu gerçekleri öğrenme hakkı olduğu gerçeği bakidir. Ancak gözümüzden kaçan ise bu tapelerin neden servis edildiği ile salt “Hükümet İstifa!” sloganı ve ‘AKP karşıtlığı’ zeminine denk gelen bir mücadele hattının örülmesi. Bunun yanı sıra daimi olarak bize vurmak için kullanılan bir aracın muktedir erklerden birine vurduğunda sorgusuz sualsiz o araca sarılmamız da sorgulanmalı.
Burada amaçlanan elbette AKP iktidarının altını oymak gibi görünüyor. Ancak gözden kaçırmamamız gereken önemli bir husus, en nihayetinde bir toplum mühendisliği sonucunda başlatılan operasyonda edilgen oluşumuz, politika yapmayışımız ve hatta istenilen (beklentiye cevap veren) güzergâhta yol alışımızdır. Bunun yanı sıra fillerin tepiştiği bir arenada bile isteye ezilmeyi yeğliyoruz sanki.
Bununla da yetinmeyip tape denilen o illeti meşrulaştırmış oluyoruz ve sıradaki tapeleri, görüntüleri bekler hale geliyoruz ki bu da en az diğerleri kadar problemli bir durum.
Görünen köy kılavuz istemez, belli ki yakında AKP’lilerin sevişme sahnelerini izleyeceğiz ve mutlu olacağız. Tıpkı Deniz Baykal örneğinde olduğu gibi en zayıf nokta olan özel hayat nakavt için son hamle gibi görünüyor. Çünkü her ne kadar bizler kapalı devre muhabbetlerimizde yolsuzlukları irdelesek de, AKP’ye gönül verenler açısından yolsuzluk bir problem değil aksine genel kabul görmüş bir uygulama olarak kanıksanıyor. Servis edenler de bunu bildiği için en son koz olarak özel hayatı, mahremi, namusu, cinselliği ve aldatmayı kullanıyor.
Allah tomalarına ateş salsın!
Tapeleri servis edenler ve toplum mühendisleri açısından bütün bunlar tek başına yapılmamalı, kitleler bu sürece dâhil edilmeli. AKP karşıtlığı, ‘Hükümet İstifa!’ şiarı, Fethullah’ın bedduaları vs. derken iyiden iyiye sürükleniyoruz sanki. Tıpkı Bayrak Mitinglerinde olduğu gibi... Hatırlayın lütfen, milyonların sokağa çıkışı nasıl başlamıştı? Devlet görevlilerinin Mersin’de küçük çocuklara Türk Bayrağı yaktırmasıyla sürecin önü nasıl açılmıştı?
Peki, bunca hezeyan neden diye sorulacaktır elbet, “Ne yani susup oturalım mı? Hükümet kalsın mı?”
Elbette hayır! Bizler öngörülü olmak zorundayız, büyük politika ve emellere alet olamayız, düşmanın silahlarını ve argümanlarını meşru göremeyiz, kullanamayız. İktidarın bir yönüne vururken diğer tarafını güçlendiremeyiz.
Ne yapmalı?
Sonuç olarak özellikle Gezi sonrası oluşan Park Forumlarına, Mahalle Dayanışmalarına, Türkiye Sosyalist Hareketi’ne ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne büyük ve tarihi bir görev düşüyor.
Sistemin beklentilerine uygun muhalefet değil, açılan gediği parçalarcasına sisteme salvo yapmanın zamanıdır. Bizler sistemin yedeği değiliz. Onların tepişmelerini toynaklarının altından böcekler gibi izleyemeyiz, ayaklarına çelme takmak durumundayız ki ezilmeyelim. Aksi halde o yerlere göklere sığdıramadığımız Gezi ruhuna ihanet etmiş oluruz. (TD/HK)