-Alooo.... Ladifer’cim günaydın!
-Günaydın, emekli sultan. Hayrola beni rüyanda gördün herhalde.
-Rüyada görmedim. Ama geceleyin internette gezinirken rastladığım eski tarihli bir haber okudum. Sana haber vereyim dedim.
- Hayırlara vesile. Yoksa kızım için bir iş olanağı mı?
- Değil... Bir kadın işçi, işyerinde kendisine baskı uygulandığı ve duygusal tacize uğradığı için psikolojisinin bozulduğunu belirterek ‘mobbing’ davası açmış ve kazanmış. Manevi tazminat alacakmış.
- Ben de Toprak Mahsulleri Ofisi’ndeki bir memurun dava açtığını duymuştum.
- İşvereni uzaktan yüksek sesle bağırarak iş yapmasını söylüyormuş. ‘Sen bu işi beceremiyorsun’ gibi sözler söyleyerek onu küçük düşürüyormuş. Mahkeme bu davranışları ‘İşçiyi yıldırmaya, psikolojik baskı uygulayıp genellikle de işten ayrılmasını sağlamaya yönelik davranışlar’ yorumlamış.
- Alkışlanacak bir karar vallahi...
- Bence de... Haberin çıktısını aldım senin için. Dinle... Bak kararda ne diyor: “Toplanan delillerden davacıya üstleri tarafından kötü muamele yapılıp aşağılanarak psikolojik taciz uygulandığı, emeğiyle çalışarak kazanan davacı işçinin maddi ve manevi kayba uğratıldığı kanaatine varılmıştır.”
- Yani... Ne diyorsun?
- Ladifer, sen de hiç durma aç dava.
- Düşünmem gerek.
“Eskiden koşa koşa giderdim işe. Şimdi ayaklarım geriye doğru gidiyor.
Çalışmak, üretmek azaba dönüştü.
Alıp başımı gitmek...
Gitmek için önce kendimi ikna etmeliyim.
‘Niye gideyim ki’ sorumu yanıtlamalıyım.
‘Seni merkezden alıp, Akdeniz Bölgesine verelim.’ diyor.
Ne Akdeniz, ne makdeniz... Gitmeyeceğim.
Ne evimi, ne 86 yaşındaki felçli annemi bırakmayacağım.
O yetersiz, tepeden inmiş bir müdürü rahatsız etmeyi sürdüreceğim.
Dilekçe vermenin anlamı ‘Tamam: buraya kadar’ demek.
Ben gözünün önünden uzaklaşırsam rahatlayacak.
Yadigar Hanımın iş filan umurunda değil...
Misyonu yok. Emek harcamışlığı yok. Etik sorunu yok.
O yönetici olmanın keyfini yaşamak istiyor.
Sorumluluklarını hiç umursamıyor.
Çalışanları ona tebaa zihniyetiyle tapacak.
Sorgu... Sual... Etik... Hak... Mevzuat... Teamüller... Hizmet...
Ve...
Yok! Kalsın!
Yetenek ve donanımımdan yararlanılmasın; tamam.
Niye istifa etmemi, emekli olmamı ya da bölgeye gitmemi istiyor?
Şirketin alışılmış değerleri yok oldu.
Yardımlaşma, paylaşma, işbirliği... Hak getire.
İnsanlardaki değişimi gözlemek beni yoruyor, hatta yaralıyor.
Çoğu kez kızsam da, bazen hak veriyorum onlara.
Kara iklimi hüküm süren bir işyerinde çalışmak herkes için zor.
İklim insanl(ar-ığ)ı bozuyor.
Geç gelen kahve, açılmayan kapı, dağınık bırakılan masa gerginlik kaynağı.
Artık etik dışı davranışlar ve yalakalık ‘in’.
İşyerini savaş alanına çeviren bir yöneticiyle çalışmak zor.
Çalışanların mesleki onur, doğruluk ve güvenilirliğinin sorgulanması üzücü.
Yönetici çalışanını savunmasız, zayıf duruma düşürmeyi hedefler mi?
Müdür, çalışanını kışkırtır mı?
Çalışan teslim olmadığında, saldırıya geçen yöneticiyle çalışmak zor.
Bence kontrol edici bir yönetim anlayışı sağlıklı değil.
Çalışanlarını yıldırmayı hedefleyen bir yönetici de sağlıklı değil.
Bir şirketin işleyiş kuralları her gün değişir mi?
Yönetici kendini sadece çalışanlarının hatası arama-bulmaya odaklar ise...
Bir şirkette o işi yapacak olan kişiden en sıradan bilgi saklanır mı?
Yetersiz, yeteneksiz bir yöneticiyle çalışmak çok zor.
Yeterli ve yetenekli insanlarla çalışmak da çok zor olabilir.
Şirkette ayrılacak olsam iş bulma sorunum yok.
Sektördeki diğer firmalarda nasılsa iş bulurum da...
Ben kendime rakip firmada çalıştırmayı yakıştıramam.”
- Sen düşüne dur, şekercim. İnternette okuduğum mobbing yazılarından birinde Amerikalı eski bir politikacı S. Udall’ın bir özdeyişi vardı: “Korkarım; gücü büyüklükle karıştırdık.”
- Anlamlı: Güç ve büyüklük...
- Sevgili müdürün Yadigar Hanım ne zaman anlayacak acaba; güçle büyüklük arasındaki farkı.
“Ne güzel günlerim geçti o şirkette.
Ladifer can dostum. İş arkadaşım.
Şirketin en eski çalışanı: ’Bayan Tarih’, ‘Bayan canlı arşiv’
İşine –hatta gereğinden fazla- yürekten bağlı.
Dürüst, güvenilir, mükemmeliyetçi, ‘köşe’li bir tip.
Şirkete ve kendi ilke ve değerlerine sadık.
Doğrularından ödün vermeyen biri.
Yaratıcı ve özgür ruhlu.
İşe erken gelip, geç giden, ertesi güne iş bırakmayan biri.
O gülüş ahenk şirket ne hale geldi.
Sadece o değil, diğer arkadaşlar da mutsuz.
İnsanlar gereksiz yere niye hem kendini, hem çevresindekileri gerer ki?
Yıpratıcı böyle çalışmak.
Ohhh, iyi ki emekli olmuşum, torun doğunca.
Ne bedenim ne ruhum bu gergin ortamı kaldır(a)mazdı.
Şirketteki sigara kokusu yerine torunumu kokluyorum; ne güzel.
Ne zamandır huzursuz kız.
Uyuyamaz oldu. Midesi ağrıyor. Sık sık migreni tutuyor.
Baskı... Kuşatma... Adaletsizlik... Beden tepki vermez olur mu?
Neyse ki çok güçlü bir kişiliği var.
Bunaldığında kendine özgü yöntemlerle kendini onarıyor.
Yadigar Hanımın saldırılarını özel yöntemleriyle püskürtüyor.
Akıllı kız...
Kötü huylu ve asi diye damgalansa da...
Tüm uygulama ve yaşananlara itirazlarını bir şekilde kayda geçirtti.
Bu sayede kendini korumayı başardı ama...
Yoruldu.
İlahi yetkileri olan yönetici sana sürekli saldıracak.
Sen de sürekli kendini yazılı - sözlü savunacaksın.
Bazen ‘Boş ver uğraşıp da, kendini yorma. Çek git.’ diyorum ona.
‘Niye?’ diyor.
Doğru, niye?
-Mobbing kurban ve zorba arasında gerçekleşiyor ya...
-Evet, Ladifer’ciğim.... Zorbalar genellikle aşırı denetimci, korkak, nevrotik ve iktidar açlığı olan kişiler olurmuş. Kurbanlar da çoğunlukla zeki, yaratıcı, işe yönelik olarak çalışan insanlar olurmuş.
- Dersini çok çalışmışsın; sağol sevgili arkadaşım. Ama unutulmamalı ki; “Oyun bitince şah da, piyon da aynı kutuya girer.”(ŞD/EÜ)
* Şadiye Dönümcü, sosyal hizmet uzmanı.