Evrensel hukuk kurallarına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre¹ olağanüstü hal; “her şeyin yapılabildiği değil, olağanüstü halin yarattığı riskleri kaldırmak için ek önlemlerin alınabildiği bir dönemdir”. Bu dönemde “sadece olağan yollarla bertaraf edilemeyecek tehlikeleri önleyecek acil önlemler alınabilir”. Bu sınırın ötesine geçilmesi halinde, artık hukuk devletinden bahsedilmeyeceği ve olağanüstü halin gereklerinin ötesine geçen her kararın hukuka aykırı olacağı açıktır. AİHM’in geliştirmiş olduğu ”orantılılık ilkesi” de bu dönemlerde “şartların gerektirdiğinden daha fazla önlem alınmasını, kati bir şekilde yasaklar”².
Türkiye’de 21 Temmuz 2016 tarihinde başlayan olağanüstü hal (OHAL) uygulamasının 19 Ocak 2018 tarihinde, altıncı kez, üç ay süreyle daha uzatılması bekleniyor. Bu süreç; kendisi “istisnai bir hukuksal durum olan, olağan olanın dışında siyasal, politik ve kimi zaman ekonomik önlemler almayı gerektiren ve fakat, anayasal koşullara, hukuki temellere ve uluslararası yükümlülüklere dayalı olması zorunlu bir düzen olan “Olağanüstü Hal” in de aşılmış olduğu, tüm hukuksal koşul ve sınırların dışına çıkarılan, olağan olmayan bir olağanüstü hal oluşturuyor.
Yaşanan süreç öncelikle, Anayasanın 7. Maddesi düzenlenen yasama yetkisinin TBMM ait olduğu ve devredilemez olduğu ilkesine, özellikle insan hakları bakımından, “temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın ve ancak kanunla sınırlanabileceğini” düzenleyen Anayasanın 13. Maddesinin sürekli bir ihlaline yol açıyor. Toplumun her katman ve kesimindeki insanların en temel insan hakları (yaşam hakkı, işkenceye ve kötü muameleye uğramama, kişi güvenliği ve özgürlüğünün korunması, kaybedilmeye karşı korunma, savunma hakkı, adil yargılanma ve masumiyet ilkesinden yararlanma, özel hayatın gizliliğinin korunması, seyahat özgürlüğü, vatandaşlıktan çıkarılmamama, zorla yerinden edilmeme ve ikamet, barınma özgürlüğü, çalışma, örgütlenme, basın, haber alma ve sanat özgürlüğü olmak üzere ifade) özgürlükleri hukuka aykırı şekilde kısıtlanıyor veya bütünüyle ellerinden alınıyor.
Walter Benjamin; “bu gün içinde bulunduğumuz olağanüstü tehlikeli hal, istisnai bir durum değil, kuraldır. Bu kavrayışa uygun bir tarih mefhumu (anlayışı) geliştirmeliyiz” diyor.
Türkiye toplumu olarak bizlerin; “İçinde bulunduğumuz olağanüstü tehlikeli hal”e son vermek için, ekonomi politiği doğru oluşturulmuş bir kitle demokrasisi kurma mücadelesini, tüm alanlara yaymak gibi bir zorunlulukla karşı karşıya olduğumuz ortada. Bu süreç; demokratikleşme ve demokrasiyi birbirinden ayırmamıza olanak sağlayacak, demokrasiyi savunma değil, oluşturma ihtiyacı içinde olduğumuzu bize öğretecek dinamikler ve aşamalar içeriyor. Sürecin başlangıç noktasını da; OHAL’in sona erdirilmesini, kaldırılmasını sağlamak oluşturuyor.
OHAL’siz bir Türkiye istiyoruz! Çünkü…
-Toplum olarak “korkudan kurtulmak” ve korkudan duyulan korkuyu da aşarak, korkusuz yaşamak istiyoruz!
-Yaşam hakkımızın korunmasını ve etnik köken, renk, dil, din, inanç, ideoloji, felsefi görüş, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, sosyal statü ayrımı olmaksızın, kendimizin, çocuklarımızın, sevdiklerimizin, tüm yurttaşların ve insanların can güvenliğinin sağlandığı, başta yaşam hakkı olmak üzere, tüm hak ve özgürlüklerimizin güvencede olduğu bir yaşam istiyoruz!
-Silahlı ya da değil, örgütlü ya da bireysel, eylemli ya da nefret söylemi halinde olsun, her türlü şiddetin, şiddet tehdidinin ortadan kaldırılmasını ve önlenmesini istiyoruz!
-Tek adamın buyuracağı kurallara değil; her birimizin iradesini temsil edeceğine inanacağımız, şeffaf, katılımcı, çoğulcu, adil, güvenilir bir seçim sisteminde, oylarımız ile vekil kıldığımız, iradeleri üstünde herhangi bir vesayetin olmayacağı, yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluklarının keyfi olarak ellerinden alınmayacağı üyelerden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkaracağı, hak ve özgürlüklerimizi ve hukuk üstünlüğünü güvenceye alan etkin yasalara ve bunları güvenceye alan anayasal, yargısal denetim ile kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı bir toplumsal, siyasal sistem içinde yaşamak istiyoruz!
-Yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek bir iradede toplanmasına, şahsileşmesine ve keyfi kullanılmasına karşı; bu erklerin kuruluş, örgütlenme ve işleyişinin, örf, adet ya da belli bir dinin anlayışına göre değil, insan haklarından türetilen laik hukuk tarafından belirlendiği ve denetlendiği, bu erklerin birbirinden ayrıldığı, birbirini denetlediği bir kuvvetler ayrılığı sistemi istiyoruz.
-Karar alma ve kararların bağlayıcılığı hiyerarşisi bozulmuş, bir alt mahkemenin üst mahkeme kararlarını yerine getirmediği, tarafsız ve bağımsızlığını yitirmiş bir yargı değil, her birimize hukuk güvenliği sağlayan etkin, yapısıyla ve işleyişiyle gerçekten tarafsız, adil yargılanma ve adalet hakkımızı güvenceye alan bir yargı istiyoruz.
-Keyfi gözaltı, tutuklama ve yargılamalar istemiyoruz!
-Bu ülkede barış içinde yaşamak isteğimizi, işten atılmadan, tutuklanmadan ve yargılanmadan özgürce dile getirmek istiyoruz!
-Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV), Ensar, İlim Yayma gibi vakıflara ve vaizlere devredilmiş, çocukların beden ve psikolojik varlıklarının istismara açık olduğu, içerik olarak çağdaş, evrensel bilginin norm ve ilkelerine aykırı, tutucu ve dogmalara dayalı bir eğitim öğretim sistemi değil; bilimsel, laik, çağdaş, özgür düşünceye dayalı, üretici, eleştirel, çoğulcu, karma ve kamusal bir eğitim istiyoruz!
-“Milli ve yerli” söylemleri ile özgür düşünce, eleştirel akıl, evrensel gelişmeler doğrultusunda bilim ve teknoloji üretim kapasitesi, yönetsel ve mali özerklik ilkeleri elinden alınan; bilimsel donanım ve üretim kriterlerine haiz olmayan yandaşların kadrolara yerleştirildiği “külliyeler” şeklinde örgütlenen medreselere dönüştürülmüş üniversite değil; bilimsel özgürlüğü, “bilimsel merak ve sorguyu temel alan”, “evrensel bilgi, düşünce, eleştiri merkezi” olan özerk yapılı üniversite istiyoruz!
-Açlık sınırının altında ve kölelik koşullarında çalışan asgari ücretliden sürekli bir “fedakârlık” istenirken; 2016 Ağustos ayından beri faaliyette olan, bünyesinde 200 milyar dolar değerinde kamu şirketlerini barındıran, her türlü vergi ve yasal muafiyete sahip bulunan ancak; kim için, nasıl, hangi amaçlarla, ne tür faaliyetler ve kazançlar sağladığını, hangi fedakarlıklarda bulunduğunu, hesaplarının denetlenmediği ve kamuoyu ile paylaşılmadığı için bilmediğimiz Türkiye Varlık Fonu Anonim Şirketinin hakimi olduğu bir ekonomik yapı istemiyoruz!
-2017 yılında 800 milyar dolar olması beklenen Türkiye milli gelirinin; 2017 Eylül itibariyle 483 milyar doları bulan brüt dış borç stoku; 77 milyar dolar olan cari açık (2017 de toplam ithalat 234 milyar dolar olurken, toplam ihracat 157,1 milyar dolarda kaldı) ve 2018 yılında 210 milyar dolar olması beklenen yıllık dış finansman ihtiyacı ile çatışmacı güvenlik politikaları nedeniyle giderek büyüyen savunma giderleri için değil; toplumun hiçbir kesimini muhtaç durumda/açlık sınırında bırakmayacak kapsamlı bir sosyal politika programı ve yurttaş olarak bütçe hakkımızı koruyan, denetlenebilir, insan merkezli bir bütçe oluşturulması ve uygulanması için harcanmasını istiyoruz!
-9 Ocak 2018 tarihli resmi gazetede yayınlanan “Muhtaçlar” ile ilgili bakanlar kurulu kararnamesi içeriğinde, “ailelere beş yüzer kilogram kömür dağıtımı yapılması” öngörülmüş olduğu gibi, toplumda muhtaç sayısının sürekli arttırıldığı ve muhtaçlık/yoksulluk halinin ve karşılığında minnet duygusunun sürekli hale getirildiği bir sosyal yapı dayatması altında yaşamak istemiyoruz!
-Emekli maaşı ile asgari ücret arasına sıkışmış, çay ve simit bütçesi içinde, pahalılıktan erişilemez hale gelen ete, meyveye, sebzeye yalnızca bakmakla yetinmek istemiyoruz!
-İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre 2017 yılında altmışı çocuk 2 bin 6 işçi olmak üzere, 2002 yılından bugüne en az 20 bin 500 işçinin, cinayet nitelikli iş kazalarında yaşamını yitirmiş olduğu bu ülkede, ölümüne çalışma koşullarına mahkum olmak istemiyoruz!
-Yoğun emek sömürüsünün bulunduğu, sendikasız, güvencesiz ve ücretlerin çok düşük olduğu çalışma koşullarının değiştirilmesini, işçilerin grev ve toplu sözleşme haklarının önündeki engellerin kaldırılmasını, keyfi ve hukuksuz grev ertelemelerinin son bulmasını istiyoruz!
-Türkiye İstatistik Kurumu’nun Ekim 2017 verilerine göre³; Türkiye’de geniş tanımlı işsiz sayısının 5,8 milyon, geniş tanımlı işsizlik oranın ise yüzde 17,1; genç işsizlik oranının yüzde 19,3; kadın işsizliğinin yüzde 14, genç kadın işsizliğinin ise 25,7 olduğu ve ne istihdam ne de eğitimde olan gençlerin oranının yüzde 24,1 olduğu bu koşullarda; insanların keyfi şekilde, yargı kararına dayanmaksızın, savunma hakkı bile tanınmadan KHK’lar ile işten atılmalarına, “ölümüne” işlerine dönmeyi isteyenler ile iş bulmadığı için kendini yakanların seslerinin duyulmazdan gelinmesine, atamaları yapılmadığı için intihar eden öğretmen dramlarına son verilmesini istiyoruz!
-Başta Türkiye Kömür İşletmeleri gibi kamu kurumlarının, devletin yaptığı alımlar karşılığında, “görev zararı” olarak yazılan ve hazineden ödenmesi gereken alacaklarının ödenmeyerek, sürekli zarar uğratıldığı ve sonra da zarar ediyor denilerek, özelleştirme kapsamında birilerine altın tepside sunulduğu bir ekonomik düzen istemiyoruz!
-Kamu görevlerine atanmada ayrımcılığın kalkmasını, yandaş kayırmacılığının değil, liyakatın esas alınmasını istiyoruz!
-Birilerine para kazandırma amaçlı şehir hastaneleri değil, parasız ve kamusal bir sağlık hakkı istiyoruz!
-Sağlıklı bir çevrede ve sağlıklı, güvenli bir kentte yaşama hakkımızın koşullarını sağlamakla görevli belediyelerin oylarımızla seçtiğimiz başkanlarının görevden alınmalarını, yerlerine kayyım atanmasını istemiyoruz!
-Kadınların; bedenleri, emekleri ve gelecekleri üzerinde özgürce karar verecekleri, kamusal ve özel mekanlarda, görünürlükleri dahil olmak üzere her alanda cinsiyet eşitliğinin sağlandığı; kadınların öldürülmediği toplumsal koşulların oluşturulmasını, kadınlara yönelik her türlü şiddet eylemlerinin indirim uygulanmadan cezalandırılmasını istiyoruz!
-Tarafsızlığını yitirmiş, tek yönlü haber ve yazın ile belli bir anlayışın propaganda aracı haline gelmiş bir basın, bir gazetecilik ve medya değil; ifade özgürlüğünü ve halkın doğru haber alma hakkını temel alan, tarafsız ve doğru habercilik yapan, görevini yaptığı için de keyfi şekilde tutuklanma, kovuşturma ve yargılama gibi baskılarla tehdit altında tutulmayacak, özgür bir basın istiyoruz!
-Dağlarımız, ovalarımız, dere, orman ve meralarımıza sahip çıkmak, bu talana dur demek istiyoruz!
-Tiyatro oyunlarının, gösteri ve sanat faaliyetlerinin, kitapların yasaklanmasını istemiyoruz!
-Kent meydanlarında, sokaklarda, park ve bahçelerde yasaksız ve özgürce var olmak istiyoruz!
“Daha iyi bir yaşam olasılığına… Taptaze bir başlangıç yapılabileceğine ilk inananlar biz değiliz, sonuncu olamayacağımız da kesin! Hiçbir ideale sahip olmayanlar, bizi fena halde küçümseyecekler”… Önemi yok! Biliyoruz ki “eğer bir daha kimse bizimle aynı duygulara kapılmazsa, dünya çok daha yoksul bir yer olacak…” (NOB/HK)
1.AHİM 1 Temmuz 1961 tarihli Lawless/İrlanda (no. 3); Aksoy/Türkiye Kararı 18 Aralık 1996 (karar) ve Anayasa Mahkemesi, 1990 yılında verdiği kararlar (AYM; E. 1991/6, K. 1991/20, T. 03/07/1991. ve bkz. E. 1990/25, K. 1991/1, T. 10/01/1991.)
2. 23 Eylül 1998 tarihli Demir ve Diğerleri/Türkiye kararı; 17 Haziran 2003 tarihli Nuray Şen/Türkiye kararı ve 21 Şubat 2006 tarihli Bilen/Türkiye kararı. 19 Şubat 2009 (karar – Büyük Daire) A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık (no. 3455/05)
3. DİSK-AR Ocak 2018 İşsizlik Raporu: İşsizlikte Vahim Tablo Sürüyor!