Ülkemiz; “ortalama mutlu” bir ülke (imiş) ve bizler, mutlulukta “ortalamayı” tutturan insanlar topluluğu!
Dünya Mutluluk Raporu¹ öyle diyor! 156 ülke arasında, mutluluk sıralamasında 74. ülke olmuşuz! Üstelik bu sıralama; kişi başına düşen gelir, sağlıklı ömür beklentisi, yolsuzluk algısı gibi unsurlara bakılarak belirleniyor!
Ben, ortalamayı tutturmada “beceriksiz” olanlardanım. Paul Auster’in dediği gibi: “Neden mutsuzsun? Dedi. Mutsuz değil, beceriksizim dedim. Sizin gibi, mutlu olduğumu sanmayı beceremiyorum. Hepsi bu…”
Mutluluğun resmi
Parlamenter sistem tasfiye edilmiş; yasama, yürütme ve yargı erklerini mutlak şekilde şahsında birleştiren, denetimden muaf ve sorumsuz bir partili Cumhurbaşkanı, kamusal ve özel tüm toplumsal, siyasal, ekonomik, sosyokültürel ilişkileri, bu ilişkilerin biçimlerini, mekânlarını, kurum ve kuruluşlarını, bunların işleyiş ilkelerini tek başına belirliyor. Bizde; "ortalama mutlu" olmanın dayanılmaz hafifliği!
Hukuk, temel hak ve özgürlüklerden ve bunlara güvence oluşturan düzenlemelerden arındırılmış kurallar bütünü haline gelmiş, hukukun üstünlüğü ortadan kalkmış; yargı, adaleti sağlama amacını kaybetmiş, tarafsız ve bağımsız olma özelliğini yitirmiş. O da ne ki? Bizde; "ortalama mutluluk" keyfi sürmeye devam!
Bu yönetim anlayışı, Türkiye’yi adeta sürekli siyasal kriz koşullarında olan, “yönetilemez” bir ülke konumuna doğru sürüklüyor. Bizde yine, 'mutlu halleri bozmayalım' havaları!
Türkiye ekonomik olarak batma riski en yüksek ülke konumunda. Ekonomik kriz koşulları giderek ağırlaşıyor. 466 milyar dolar dış borç, kapanma olasılığı olmayan bir cari açık, yüksek enflasyon, sürekli değer kaybeden Türk lirası, sürekli yükselen döviz değerleri, dışa bağımlı olan bir ekonomik yapının sürekli artan üretim maliyetleri; bu koşullar hepimizi, sürekli zamlar, hayat pahalılığı ve işsizlik çıkmazında yoksullaşan, kredi borcu altında ezilen halk yığınları haline getirmiş durumda. Aman "o da geçer ya hu!" "Ortalama mutluluk" halimize zeval gelmesin!
İşi, Allah'a havale eden iktidar, sağ kulağı üzerine yatmakta; ortada ne bir krizden çıkış programı, ne bir tasarruf programı, ne bir bütçelendirme, ne de bir yatırım programı var! Yalnızca vaatler, çokça da tehditler var. Eylül ayının ilk haftası açıklanması gereken "Orta Vadeli Plan" henüz ortaya çıkmadı. 15 Temmuz’da açıklanacağı belirtilen 11.Kalkınma planı halen açıklanmış değil. Bu koşullardan kazançlı çıkanlar da var elbette! Sermaye kesiminin milyon dolarlık vergi borçları silindi. Lübnanlı Hariri Ailesi ve aracıları, özelleştirme ile ele geçirdikleri Türk Telekom'un içini boşalttı, milletin parasını çaldı. Bu olaya ve sorumlulara ilişkin soruşturma ve kovuşturma yapıldığını duydunuz mu? Aynı şekilde Halkbank, akıl ve mantıkla, hayatın olağan akışıyla alay edercesine, ucuz döviz satışı yaptı. Bu olay hakkında da soruşturma yapılmıyor, sorumlular da araştırılmıyor, kimlere ne kadar para kazandırıldığının da üstü örtülüyor!. Üstelik bu yaşananların ardından iki kuruma da şaibeli atamalar yapılıyor.
Özelleştirmeler ile ülke değerleri, fabrikaları, işletmeleri yağmalanan; ürünü, yapısal olanakları, üreticisi ile tarım sistemi çökertilen, ithalat dayatmaları altında şarbon'lanan halk olarak biz, giderek ağırlaşan krizin faturasını ödeyeceğimizi bildiğimiz halde, hepimizde "ortalama mutluluğun" resmini bozmama ihtimamı!
Gelenekleri, kurumsal yapısı ve uluslararası ilişkiler kuramının değişken öğelerini, dinamiklerini izleme kapasitesi dağıtılmış bir dış politika anlayışının, başından itibaren izlediği her bakımdan yanlış Suriye politikasının bizi karşı karşıya bırakmış olduğu olağanüstü tehlikeli riskler karşısında, halen bizde, gerçeği görmemek için gözünü kapatmanın erdemsiz masumiyetini sergileme inadı!
Bu resmi bozmak!
Tüm bu yaşanmakta olanlar karşısında, yılgın bir suskunluk, toplumsal muhalefeti örtüyor. Korku ile oluşturulmuş zorunlu bir rıza, her türlü hukuksuzluğu, şiddeti ve yıkımı siyasal İslam çerçeveli bir milliyetçilik söyleminde, iç ve dış düşman retoriğinde eritiyor, algı düzeyinde kabul edilir hale getiriyor. AKP iktidarının yaratmış olduğu biz/onlar karşıtlığı toplumsal yaşamın her alanında, hasımlar arasındaki bir siyasal cepheleşmeden öteye geçerek, doğru /yanlış arasındaki bir mücadeleye dönüşüyor. Nefret söylemi, ayrımcılık ve dışlama ile kutuplaşma artıyor, giderek iyi ve kötü arasındaki ahlaki bir karşıt olma durumuna dönüştürülüyor. Bu karşıt olma durumu, her şeyi olduğu gibi; Cumartesi Annelerinin acısını ve uğradıkları şiddetin uyandırdığı etik sarsıntıyı; Aladağ Yangınında ölen öğrencilerin acısını ve açılan davada sorumluların tümünün tahliye edilmiş olmasının yarattığı etik sarsıntıyı; Çorlu da tren Kazasında ölenlerin acısını ve devletin olayda kusur ve sorumluluğunun açıkça ortada olmasının oluşturduğu etik sarsıntıyı buharlaştırıyor! Bu durum, toplumsal barışı giderek artan şekilde tehdit ediyor ve her türlü şiddet eylemini belli bir bakış açısına göre meşrulaştırılabilir hale getiriyor!
Evet, "mutlu olduğunu sananların ülkesindesiniz" ve sorun yok!
Mutsuz olduğunun bilinciyle, eyleyerek yaşayanlar, her hal ve durumda “mutlu olduğunu sanmayı becerenleri”, uyandıracaklar! (NBO/ÇT)
¹ 4 Eylül 2018 tarihinde, basında yer alan rapora göre dünyanın en mutlu ülkesi Finlandiya, Türkiye, Pakistan ile Belarus arasında 74.sırada yar alıyor.